Hayatın girdiği her yerde; farkında olduğumuz veya ayrım yapamadığımız sayısız, birbirini nakzeden, bileyen, eklenen, kışkırtıcı envaitürlü tesir altında yaşıyoruz. Çünkü inkâr(!) etsek, zararlı meşum etkilerden koruyamasak da bir kalbimiz var. O hemen duygulanıp emiyor ve şekil alıyor.
Bu tesir gücünden bazıları, yapısı itibariyle kendini hissettirse bildirse de, genellikle ad konmaz, gizli kalır; etkilenme oranını anlamadığımız için, hiç tahmin edilmeyecek hareketlerimizin ardında, belki de bu toplanmış, birleşmiş sâikler, gizli manevî dokunuşlar yer alır. Zaten dünya bizâtihi müessirdir, üzerimize çöker kalır.
Kimi insanların hayatımıza girmesi ise; bir his renkliliği ve kesafetiyle, değişik resimler çizerek, bakış zaviyesini de değiştirebilmekte, mevcut etki-tepkiyi artırmaktadır.
Üzerimizde bir nüfuz kurmuşlarsa niçindir, büyüleri neye dayanır, sebep bizim zafiyetimiz muhtaçlığımız mıdır; neden bir müddet güzel bir uyum, duygu yakalamışızdır, bir ruh boşluğunu mu doldurmuşlardır? Mesafeler yahut aksi hangi sebepledir? Sualler birbirini kovalarken bir yandan, zaman erir gider.
Konunun ayrı bir boyutunda düşünürsek, hakkıyla bilememişizdir; onlar hakikaten verdiğimiz önemi hak eder mi, değerlerini kaybettikten sonra mı anlarız, yoksa kıymetini hepten mi takdir edememişizdir? Sonuç ne olursa olsun, bizi bir müddet meşgul eder.
Aslında bazen insan; eğer tefrik edebilirse, tanışılan kişilerle ilişkisi neticesinde, kendisinin tanımadığı yanlarını yakalıyor veya muhatabının ayrı bir hususiyetini bulma imkânına sahip oluyor. Münasebetlerde “öğretici”, derin(leştiren) bir taraf da var.
Genelde, yolumuza, hayatımıza kalıcı işaretler koyamıyoruz. Kolayca silinip gidiyor her şey, insanlar da. Ancak gerçekten özel olduğunu düşündüğünüz; izli mimli size diğerlerinden başkalığını hissettiren; şartları değiştiren, yazgınızda hükmedici, ufuk açıcı şahıslar da önünüze çıkıyor.
Hadiselerde oynadıkları rollere göre, konumlar değişiyor. Her yeni insan, bir şeye “karşılık” geliyor. Maziden gelen ses oluyor kimi zaman, bir âti şarkısı, bugünden bir yaz(ı)… Muhtemelen kader çizgisinde, vakti saati gelen buluşma/karşılaşma/ yüzleşmeler gerçekleşiyor.
…
Pekiyi; etkilendiyseniz, bir ruh alışverişiyle sarsıldıysanız ve yeni mayalanmalara hazırsanız sorarım size, bu hangi ben’e tekabül ederdi? Buluştunuz yer, müsebbip neydi ve asıl, muhatabınızla yüz yüze gelen kimdi?
Çocukluğunuzdaki kişiliğiniz mi (hayatın oklavasını(!) yemiş, küçük kız mı) cevap verirdi “yaşantınızın okkalı şahıslarına”; karşılıklı olarak, benliklerin yansımaları, çatışmaları yahut tutkunluklarına? Acaba “Günün kadını” mıydı tezce erkekçe(!) -her yere- yetişen cihanda; belki de bütün çağların allâmesiydi(!) el koyan duruma.
Bir daüssıla duygusuyla mı hareket ederdiniz, yoksa bugünün hâsılasında / hâsılatında; aslında fırsat arayarak, tecessüsle keşfe çıkmış, bir yeri bir tanımsızı tutmaya, her taşın altını yoklamaya, her ânı zapt etmeye(!); kısaca hayatı d(eşelemeye) meyyal bir maceracı, gezgin bir ruh muydunuz meydanın ortasında?
Yahut bir kahraman ele almışsınızdır, onun sesini büyütür veya şarkı söyle(t)meye başlarsınız. Sonuçta birbirinize karışırsınız ki “inşa” zannımca biraz da böyle bir şeydir. Hayatınızdaki kahramanları bambaşka bir gözle görüp, biçimlendirir, değiştirirsiniz. Arızalı, özüne dahi tuzak kuran ökseli fırçanızı ve kaleminizi seversiniz.
…
Bazen uyur gibi gözüken şahıslar aniden öne çıkar. Kimi olaylar ve insanlar parlar. Gün batar, güneş doğar. Kederlenir, sevinir, yerinir, esirgeniriz. Hepsinde bir “hikmet” vardır; her insan bir alâmettir… Kudretli El’i fark etmeyiz ama.
Belki de değişen yalnızca sizsiniz. Şahısların hayatınızdaki girip/iniş/çıkışları; sizden kaynaklanıyor.
Herhâlde figüransınızdır. Yazgınızda “hâkim” rolü oynamanıza arasıra izin verilmiştir. Fakat “Kukla” hareketini, kendindeki kuvvete yormuştur, beyinsizdir.
“Hikmetinden sual olunmaz”. Fakat sormak bir yana yoruyor “sorguluyoruz”.
Hikmet, Ebru, Metin, Burcu… olarak bile, her şekilde Tanrı’yı hesaba çekiyor, sorguluyoruz.
Bu tesir gücünden bazıları, yapısı itibariyle kendini hissettirse bildirse de, genellikle ad konmaz, gizli kalır; etkilenme oranını anlamadığımız için, hiç tahmin edilmeyecek hareketlerimizin ardında, belki de bu toplanmış, birleşmiş sâikler, gizli manevî dokunuşlar yer alır. Zaten dünya bizâtihi müessirdir, üzerimize çöker kalır.
Kimi insanların hayatımıza girmesi ise; bir his renkliliği ve kesafetiyle, değişik resimler çizerek, bakış zaviyesini de değiştirebilmekte, mevcut etki-tepkiyi artırmaktadır.
Üzerimizde bir nüfuz kurmuşlarsa niçindir, büyüleri neye dayanır, sebep bizim zafiyetimiz muhtaçlığımız mıdır; neden bir müddet güzel bir uyum, duygu yakalamışızdır, bir ruh boşluğunu mu doldurmuşlardır? Mesafeler yahut aksi hangi sebepledir? Sualler birbirini kovalarken bir yandan, zaman erir gider.
Konunun ayrı bir boyutunda düşünürsek, hakkıyla bilememişizdir; onlar hakikaten verdiğimiz önemi hak eder mi, değerlerini kaybettikten sonra mı anlarız, yoksa kıymetini hepten mi takdir edememişizdir? Sonuç ne olursa olsun, bizi bir müddet meşgul eder.
Aslında bazen insan; eğer tefrik edebilirse, tanışılan kişilerle ilişkisi neticesinde, kendisinin tanımadığı yanlarını yakalıyor veya muhatabının ayrı bir hususiyetini bulma imkânına sahip oluyor. Münasebetlerde “öğretici”, derin(leştiren) bir taraf da var.
Genelde, yolumuza, hayatımıza kalıcı işaretler koyamıyoruz. Kolayca silinip gidiyor her şey, insanlar da. Ancak gerçekten özel olduğunu düşündüğünüz; izli mimli size diğerlerinden başkalığını hissettiren; şartları değiştiren, yazgınızda hükmedici, ufuk açıcı şahıslar da önünüze çıkıyor.
Hadiselerde oynadıkları rollere göre, konumlar değişiyor. Her yeni insan, bir şeye “karşılık” geliyor. Maziden gelen ses oluyor kimi zaman, bir âti şarkısı, bugünden bir yaz(ı)… Muhtemelen kader çizgisinde, vakti saati gelen buluşma/karşılaşma/ yüzleşmeler gerçekleşiyor.
…
Pekiyi; etkilendiyseniz, bir ruh alışverişiyle sarsıldıysanız ve yeni mayalanmalara hazırsanız sorarım size, bu hangi ben’e tekabül ederdi? Buluştunuz yer, müsebbip neydi ve asıl, muhatabınızla yüz yüze gelen kimdi?
Çocukluğunuzdaki kişiliğiniz mi (hayatın oklavasını(!) yemiş, küçük kız mı) cevap verirdi “yaşantınızın okkalı şahıslarına”; karşılıklı olarak, benliklerin yansımaları, çatışmaları yahut tutkunluklarına? Acaba “Günün kadını” mıydı tezce erkekçe(!) -her yere- yetişen cihanda; belki de bütün çağların allâmesiydi(!) el koyan duruma.
Bir daüssıla duygusuyla mı hareket ederdiniz, yoksa bugünün hâsılasında / hâsılatında; aslında fırsat arayarak, tecessüsle keşfe çıkmış, bir yeri bir tanımsızı tutmaya, her taşın altını yoklamaya, her ânı zapt etmeye(!); kısaca hayatı d(eşelemeye) meyyal bir maceracı, gezgin bir ruh muydunuz meydanın ortasında?
Yahut bir kahraman ele almışsınızdır, onun sesini büyütür veya şarkı söyle(t)meye başlarsınız. Sonuçta birbirinize karışırsınız ki “inşa” zannımca biraz da böyle bir şeydir. Hayatınızdaki kahramanları bambaşka bir gözle görüp, biçimlendirir, değiştirirsiniz. Arızalı, özüne dahi tuzak kuran ökseli fırçanızı ve kaleminizi seversiniz.
…
Bazen uyur gibi gözüken şahıslar aniden öne çıkar. Kimi olaylar ve insanlar parlar. Gün batar, güneş doğar. Kederlenir, sevinir, yerinir, esirgeniriz. Hepsinde bir “hikmet” vardır; her insan bir alâmettir… Kudretli El’i fark etmeyiz ama.
Belki de değişen yalnızca sizsiniz. Şahısların hayatınızdaki girip/iniş/çıkışları; sizden kaynaklanıyor.
Herhâlde figüransınızdır. Yazgınızda “hâkim” rolü oynamanıza arasıra izin verilmiştir. Fakat “Kukla” hareketini, kendindeki kuvvete yormuştur, beyinsizdir.
“Hikmetinden sual olunmaz”. Fakat sormak bir yana yoruyor “sorguluyoruz”.
Hikmet, Ebru, Metin, Burcu… olarak bile, her şekilde Tanrı’yı hesaba çekiyor, sorguluyoruz.