HİCRETİ BİR MÜSLÜMAN OLARAK NASIL ANLAMALIYIZ?

Nurten Selma Çevikoğlu

Efendim dün itibâriyle Muharrem ayına girdik. Hicri olarak yeni bir sene başladı. Muharrem ayı vesilesiyle, Müslümanlar olarak ‘Hicret’i nasıl anlamalıyız? Biz bugünkü yazımızda bu husustan bahsetmek istiyoruz.

İlk defa müminlerin adâlet simgesi emiri Hz. Ömer (r.a)’ın hilâfeti zamânında, “Hicret” İslâmî takvim başlangıcı olarak kabul edilmiş ve ‘1 Muharrem’, Müslümanlar arasında Hicrî takvimin başı olmuştur. Daha sonraki senelerde, müminlerin Kur’ân’a ve sünnete gönülden bağlılıklarının sonucu olarak Hicreti, Hicrî yılı, Muharrem ayını Müslümanlar hep ihya etmişlerdir.

Rasûllullah Efendimiz aleyhissalâtu vesselam, Rabb’inden aldığı kutlu dâveti insanlara anlatması yâni ‘tebliğ’ hakikati vazifesini ifâ ederken, kendi kavmi tarafından pek çok zulüm ve baskıya uğramıştı. Bunun neticesinde istemeye istemeye çok sevdiği Mekke şehrinden Medine şehrine “Hicret” etmek zorunda kalmıştı.

Muharrem ayı denince akla, kutlu ‘Hicret’ hâdisesi geliyor akla. Peki, nedir ‘Hicret’? Bugün ‘Hicret’e nasıl bakmalı? ‘Hicret’i nasıl anlamalıyız? ‘Hicret’ sözlükte; bir yerden başka bir yere göç etmek mânâsında kullanılırken, dînî mânâda; Rasûllullah aleyhisselam ve ashâbının müşriklerin ağır baskı ve zulümlerinden kurtulmak için doğup büyüdükleri Mekke şehrinden Medine’ye göç etmeleri, demektir.

O zaman bu mânâda ‘Hicret’ baskıdan, zulümden kaçış mıdır? Böyle mi anlamalıyız? Tabi ki, hayır. ‘Hicret’ zorluklardan kaçış değil bilakis Müslümanların Hakk’ı ve hakikati hâkim kılacak ortama kavuşarak, mücâdele zemini oluşturmaya ortam hazırlamanın adıdır. Hicret; Mekke’deki zulüm taassubunu kırarak, insanlığı iki dünya bahtiyarlığına eriştirecek sistemi kurmak için atılan adımdır. Hicret, haksızlığa mâni olmak, mazluma sâhip çıkmak, adâleti ve kâmil düzeni oluşturma zeminini temin etmektir. Hicret kaçış değil tam tersine ‘Hicret’ Hakk’a koşuştur. (Geçtiğimiz senelerde bu konuda sizlere yazmıştık ancak bu sefer biraz daha teferruata girmek istiyoruz.)

Hicret zihinsel bir hareketliliktir, bu olmadan fiziksel hicret gerçekleşemez. Önce zihinler Hakk’a rücû edecek gerisi için de, gereken yapılacaktır. Müslümanlar dün olduğu gibi bugün de İslâm’a, Kur’an hakikatlerine, imâna, sünnete hicret etmelidir. Bunun için her türlü fedâkarlığa hazır olmalıyız. İslâm’ın ilk yayıldığı senelerde Müslümanlar ne kadar değerli şeyleri varsa hepsini bırakarak Medine’ye hicret ettiler. Bu kutsî bir yolculuktu. O kutsîler câhiliye bataklığından, İslâm’ın güzelliklerine yürüdüler. Müslümanlar bulundukları beldede İslâm’ı düzgün yaşayacak ortam bulamayınca, Kur’an ve sünneti güzel yaşayabilecekleri beldeye gittiler. Bu Müslümanlar için bir çıkış yolu olmuştu. Onların tek isteği, Kâinâtın Mutlak Hâkiminin memnun olacağı bir kul olma yolunda yürümekti.

Mekke’den Medine’ye Hicretten önce de Müslümanlara, Habeşistan’a Hicret emri verilmişti. Aslında Müslümanlar Hicrete yabancı değillerdi. İnsanlık târihi de, Hicret hâdisesine yabancı değildir. İlk insan, Hz. Âdem (a.s)’ın çocukları Hâbil ve Kâbil arasında geçen hak ve haksızlık mücâdelesinde, Hâbil kardeşi tarafından öldürülmeyi tercih ederek Hakk’a hicret etmişti. Kardeşi ise, yanlışlıkların baş müsebbibi olarak zihinlere kazındı. (Mâide, 28) Hz. İbrâhim (a.s)’da, babasının ve kavminin putlarına tapmayıp, Âlemlerin Rabb’ine hicret etmiştir. (Ankebut, 26) Yine Hz. Yusuf (a.s), kadınların kendisine düzdüğü tuzak ve iftiralardan zindana hicret etmiştir. (Yusuf, 34) Aynı şekilde Kur’an’da bahsedildiği üzere, ‘Ashâbı Kehf’, mevcut zulüm düzenine tâbi olmadıklarından mağaraya Hicret etmişlerdir. (Kehf, 14) Dolayısıyla her Müslüman için olması gereken bir zihin ve fizik hareketidir Hicret.

Bugün bizler de, Kur’an ve sünnete muvafık olmayan hal ve davranışlardan, yanlış ve bâtıl inanışlardan, dînimize uygun olmayan örf-âdet ve geleneklerimizden Cenâbı Hakk’ın kânunlarına ‘Hicret’ edebiliriz, etmeliyiz. Haramlardan, günahlardan, her türlü meşru olmayan menfîyatlardan, iyiyi-güzele-hayra ‘Hicret’ edebiliriz. Bu yönüyle Hicret iyiliği ihya, Hakk’ı yaşama, doğruya koşma hareketidir. Başkaları ne der, değil Rabb’im ne der, gerçeğinin ortaya konulmasıdır. O zaman Hicret, yalnızca İslam takviminin başlangıcı değil Hicret, Müslüman’ca bir duruş ve duyuş, Müslüman’ca bir düşünüş ve yaşayıştır.

‘Hicret’ önce kalpte, zihinde, fikirde başlar, demiştik. Sonra eyleme geçince ister istemez berâberinde zulme karşı duruş gerçekleşir, bu kaçınılmazdır. Müslümanlar için ‘Hicret’ hakikatinde; kardeşliği sağlama, bir olma, iri olma, diri olma gerçeği göz ardı edilemez. O zaman Müslümanlar arasında uhuvvet, vahdet oluşur neticede medeniyet, saadet ve cennet gelir.

Hicret içsel anlamda da gerçekleşmeli. Nefs engelinden, şeytan tasallutundan, dünya câzibesinden, Hakk’ın gerçek tecelli mekânı kalbe-yüreğe-gönle Hicret de Müslüman’ın kulluk hedefidir. İçteki putları yıkmak hakikate varmak, Hicretin bir başka boyutudur. Zâten Müslümanlar içlerinde hakikat sarayını inşa etmeden, fiziksel Hicreti başaramazlar. ‘Hicret’i her cihetle başaran sahabe-i kiram efendilerimiz, mallarını-mülklerini terk ettikleri gibi hırslarını, ihtiraslarını her türlü dünyevî kaygılarını da terk ederek kâmil Müslümanlar olmuşlardı. Biz de onların yolundayız elhamdülillah.

Şurası bir gerçek ki, Hicret bir hayat tarzıdır. Dünya devam ettiği sürece Hicret devam edecektir. Çünkü hak-bâtıl mücâdelesi, adâlet ve zulmü hâkim kılma isteği, iyilik-kötülük yarışı bitmeyecektir. Hicret her mekanda Hakk’ı hâkim kılma, zulmü bertaraf etme hareketi olduğu için Müslüman her dâim bu bilinç ve şuurda olmalıdır. Yâni velhâsılı kelam, Hicret bir öze dönüş yolcuğunun adıdır. Hepimizin müminler olarak, iç ve dış hicreti gerçekleştirme ideali olmalı.

Kâinâtın Mutlak Hâkimine emânet olunuz efendim.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.