Nasıl da içi rahat, gayet olağan tavırla, bir tanımlamada bulunuyor. Cumhurbaşkanı ona -haşa- “Allah gibi geliyormuş.”
Hiç bir çekinme, sarfınazar yok. Nasıl bir utanmazlık, cüret, katmerli edepsizlik.
Hangi Zât’ı küçülttüğünün, seçme saçmalarının nereye gittiğinin; Kimi kimle mukayese ettiği ve üste çıkardığının hiç önemi bulunmuyor.
Fanilere Allah, Peygamber gibi sıfatlar yapıştırırken, demeye getirir, ima eder veya tam da cürmümeşhut yaptırırken, öyle bir kubbeli hayasızlık.. son dönemlerde, hep aynı kesimden, benzeri tepeleme herzeler, sövmeler ne kadar çok ortaya çıkıyor.
Neye, kime iman ediliyor, medet bekleniyor.
Kullar bu derece şişirilirse, sonu nereye varır. Nelere mâl olur, patlar?
Bunları eğitimli, ülkenin önde gelen insanları, devletlûlar düşünmeyecek de kim akıl edecek. Sözünü, amelini, getirisini götürüsünü kim ölçüp tartıp biçecek.
Milletvekiliymiş, tepedekilerden.
Daha hafif yanılgı, dini açıdan günahlarda veya kısmî tepki uyandırması gerekli işlerde bile, muhalefete çullanılır, yeryüzü gökyüzü dar edilirken; Allah Peygamber sözünü dilinden düşürmeyenlerin, olanlar karşısında hiç mi hiç kılları kıpırdamıyor. Hayret ki hayret.
Kendinize, şahsiyetinize neleri yakıştırıyorsunuz?
İnsanımıza has, geleneğimizdeki “Havf ve reca arası (korku ile ümit arası yaşamak; nefse güvenmemek, yalnız Allah’a kulluk, Asrı Saadet dönemi” gibi endişeler, örnekler, ince dikkatler, hesap korkusu hiç kalmamış, hepsi devreden çıkmış demek ki.
Birilerinden; Diyanet İşleri başkanından “Ağzınıza biber sürerim” filan çıkışı da yok. Çıt yok. Normal, kabullenebilir herhalde.
Dindarların böylesi sözler artık umurlarında değil mi. Bu nasıl bir tahribattır. Bundan âlâ yıkım mı olur.
Yakın bir zamanda da, İslâm düşmanı bir kadın gazetecinin, tapılacaklar(!) listesine, Atatürk’ü almasına tanık olmuştuk. Haydi buyurun bakalım, ilahlar(!) yarışıyor.
Esef verici olanın; gerisi ilerisi, dinlisi dinsizi, aynı vahim noktada birleşmesi.
Varsa da yoksa da sizi var eden siyaset, iman ettiğimiz yegâne güç. Egemenin öpülesi eli ayağı eteği.
Ama en iyisi biz yine, ebedi suçlu “İki Ayyaş” dönemine geçelim.
Şirk onların devrinde, putlaştırma, insanlara tapma, her tür kötülük; bazılarınca “Türkiye’ye hiçbir hayırları yoktur, cehennemlerden cehennem beğensin” cüceler de; ya zemzem tozu serpilmiş, yunmuş yıkanmış bugünler, şimdi ki YÜCEler?
Alışlar satı(lı)şlar; ülkenin dağının taşının, kültür ve tabiat varlıklarının kolayca yağmalanması.
Yabancılara en ucuz vatandaşlık hakları.. Ne kadar da rahatça toprağımıza yerleştiriyor, vatanın nimetlerinden istifade ettiriyorsunuz.
İstiklâl Harbi’ni beğenmez, türlü kulp takarsınız ya; sonuçta bir savaş gerçekleşti.
Ya sizin oynaya şakırdaya ettiğiniz, teslimatlar, taktığınız boyunduruklar.
“Çıkacak altının sadece yüzde 2’sinin devlete kaldığı” üstün, şaşmaz akılların gerçekleştirdiği pazarlıklar (Üstü siyanür, sizde kalsın; en iyi taş taşıyan alsın).
Türkiye’de “118 yabancı firmaya ait 593 maden ruhsatı bulunuyormuş.”
İnancı, davayı, imanı küçültmek, çürütmek, hatta can çekiştirmek.
Bunu kimi partiler bile başaramamıştı.
Size nasipmiş(!) demek ki