Müthiş bir kirlenme yaşıyor, tel tel dökülüyoruz. Bir samimiyet testine tâbi tutulsak, yalancı aynalar da pey(r)dahlamıştık deriz. Yalancı geçmiş, yalancı gün, yalancı sen ben…
Kavramlar, bir ömür bizi ayakta tutan değerler; ânında yerle bir oluyor, kıymet-i harbîyesi kalmıyor; yanyana asla biraya gelmesini düşünmediğimiz fikirler, eylemler; zihin yapısı, her çeşit oluşuma müsait hale geliyor.
Gariptir mesela ortak bazı kutlu şahsiyetlerin dışında, çocuğuna bir Hristiyan ve bir Müslüman adı koymakta hiç sakınca görmeyen insanlarımız mevcut. Yanyana getirilen bu çift veya yabancı tek ismi; kendine, kimliğine, taşıdığı varsayılan kıymetlere, mensubiyetine aykırı saymıyor. Bir sınırı, ölçüsü yok; isim yelpazesi epeyce genişlemiş. Hâlbuki isimlerimizin ardında bir beşer tasviri, üstün yaşama gayesi, hüviyet işaretleri bulunuyor.
Demek ki geleneksel değerlerin üzerimizde kalıcı bir etkisi, izi giderek siliniyor. Ruhî, kalbî, fikrî hassasiyetler aşınmış.
Bu cümleden, “Terör, düşman” benzeri bazı tanımlamalar, mefhumlar gibi “şehitlik” de, eski anlamlarını yitirdi. “ Bomba, şok haberlerle” her gün, her dem içsel tükenmeyi çürümeyi seyrediyoruz.
İrili ufaklı idarecilerimiz, düşmana şenlik… Belediye başkanlarımızdan biri, Türk hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle Hatay’da düşürülen Rus uçağının öldürülen pilotunun ailesine ev vereceğini açıklıyor söz gelişi. Rus şehidin(!) ailesine kucak açıyor.
İnsancıllığını(!), barışçıl kuşçul duruşunu(!) daha da ileri götürmüş başkanlardan diğeri; Afyon gibi kahraman, Millî Mücadelenin temel taşlarından olan Kocatepe’yle ün salmış, Yunan işgaline uğramış bir şehirde azgınlıkları, Megali ideaları, nihayet günümüzde adalar konusundaki kazançları malûmken; Yunan askerlerinin de ‘şehit’ olduğunu savunarak, onlar için anıt yaptırmaktan” söz ediyor mesela. Millî zaferlerin, galibiyetlerin tesirini azaltıp küçültmek, hafifletmek; karşı tarafla aynı hizaya sokarak dengelemek herhalde amaçları.
Sonra teklifini yineleyerek, “sözünün arkasında(!) durarak, “turizm için kazanç olur’a” (Turizm bir Müslüman için ne kadar kutsaldır ya), bugün ise “Her yerde Fransızlar’ın, İngilizler’in, Yunanlılar’ın İtalyanlar’ın zulmünü görmek mümkündür. Bu ülkeler dünyanın diğer taraflarında da bu tür zulüm ve sömürgeciliklerini sürdürdükleri bir gerçektir. Bunlarla ilgili bir soykırım ya da zulüm anıtı yapılabilir” şeklinde gerekli sıçrama, uyum ve fırlama kabiliyetini gösteriyor.
Anlaşılan Yunanlılar tekrar, bir vakte kadar göstermelik “Düşman” sınıfına sokuluyor. Oyuncak benzeri. Çocuksu, bir şuurdan, tarih bilincinden ve gelecek hedefinden, yarını okuma bilgisinden mahrum.
Çünkü şimdi yine milliyetçilikten vatanperverlikten, şehitlikten yemlenilecek. Yarın yine (…) sevdalısı olabiliriz. Sağlam hiçbir şey yok. Egemene, rüzgâra, menfaate tâbiyiz. Döne, yuvarlana gidebiliriz.
Cici bey(in)lerin dertleri, ödevleri Yunan, Rus, Ermeni kahramanlıkları, güzellemeleri…
Kimse savaş istemiyor ama tarihten de dersler çıkarmalıyız. Şu halde daha açık bir harb yaşansa, bayağı bir sorun yaşayıp bunalacak, taraf seçmekte zorlanacak, arafta kalacak kimileri.
“Biz” kavramının içini artık nelerle doldurdularsa yahut “Benliklerinin”. Artık kendilerini kime, nereye, hangi kültürel manevî değerlere, hatta hangi dine ait hissediyorlarsa…
Düşman kavramı böylesine sallantıda karıştırılmışken, şehitlik de elbette Yunanlısına, PKK’lısına, Amerikanlısına münasip görülecek.
Daha yüksekte bakanlarımızdan birileri, “Diyarbakır’da dikilen terörist heykeli için”, öyle çok uzak bir tarihte değil, “Fiber glas maddeyle yapılmış basit bir heykel. Vaveyla koparanlar bu işten beslenenler" diyerek, istikrardan falan bahsetmişti.
Bakın şimdi; sembol olmalarıyla, anıtlaştırılmalarıyla aslında çok önem taşıyan, ama küçümsenen o heykeller, bağrımıza nasıl kanlı hançer gibi sokuldular ve memleketi ne hâle getirdiler, Pkk neler dikti başımıza görüldüler.
Politikanın üstünde de bazı değerler olmalı. Siyaset her şeye hâkim bulunmamalı.
Siyaset(çiler)in hükümranlığında bulanık, kararsız, dengesiz, intihara sürüklenen bir dünya…