İslam dâiresi içinde her şeyde ‘Allah rızâsı’ gözetme düsturu vardır. İnanan kişi yaptığı her işte yüce Yaratıcı'nın memnun edilmesi prensibini ön planda tutarsa karşılaştığı menfi sonuçlardan dahi sevap alarak nasiplenme imkânını bulur. Aynı zamanda menfi hâdiseden etkilenmez, rûhi sıkıntıya girmez. İlk niyeti onu rahatlatır. ‘Ben bu işi Allah rızâsı için yaptım. Netice böyle çıktı. Ne yapalım demek ki Mevla hayırlısını böyle takdir etmiş’ der gönlünü ferah tutar. Ya da başına gelen belâ ve musibetlere sırf Allah rızâsı için O (c.c)’nun istediği şekilde mukâbele ederek Rabb’inin hoşnutluğunu hedefler ise işte o zaman o sıkıntılar kişiye hafif gelir hatta ahrette kendisi adına kazanç olur. Rızâ hedefli yaşayanın rûhu menfi oluşumlardan fazla etkilenmez. Bu cihetle her yapılan işte ‘Allah rızâsı’nı gözetme prensibi hayâta uygulandığında bu prensip; ‘insan rûhunu darlıktan, sıkıntıdan kurtaracak reçete’ hükmüne geçer.
'Rızâ hedefli yaşamama’ sıkıntı ve problemler içerisinde bulunan kişilerdeki en büyük noksanlıklardan birisidir. Kişiler dünya denen imtihan alanında karşılaştıkları problemlere karşı koyarken ya nefsiyle ya da rızâyla davranır. Nefsiyle hareket edenler kendi hevâ ve hevesleri doğrultusunda davrandıklarından karşılaştıkları olumsuzlukları daha da kötüleştirerek vâr olan problemlere yeni problemler ekleyerek sıkıntılarını içinden çıkılmaz hâle getirirler. Unutulmasın ki nefis her zaman kötülüğü ister o, rahat etmeyi ve huzûrunun hiç bozulmamasını ister. Her aklına eseni yapar canının her istediğini yerine getirir. Tüm istek ve arzuların yerine getirilmesi kişiyi çeşitli üzüntülere sokar, perişanlıklara sürükleyebilir. Pek tabi bu hal tasvip edilemez. Kişi yaptığı her davranışından sorumludur. Unutulmasın ki her şeyin bir bedeli vardır. Kişinin vâr olan sıkıntı ve problemleri belki de keyfi ve nefsi davranışlarının bir bedelidir.
Nefsine uyan her zaman ziyân içindedir. “Hevâ ve hevesine uyma, sonra bu seni Allah yolundan ayırır.” (1) Demek ki nefsine uyan Rabb’inin istediği doğrultunun dışına çıkar. Bu da kişiyi hüsrâna uğratır. İnsan hislerine uyarak keyfi hareket ettiğinde birçok istenmeyen durumlara düşebilir. Akıllı kişi kendi nefsine; ‘Ben neyin esiriyim?’ demeli ve ondan kurtulmaya çalışmalıdır. İnsan nefsinin isteklerini devamlı yerine getirmeye alıştığında artık nefsinin esiri durumuna düşer ve onun her dediğine tâbi olur. Meselâ; insanlarla yapılan münâkaşalarda hep kendini haklı görmek, kendi dediğini başkalarına kabul ettirmek nefsin bir hastalığıdır. Bâzı kişiler devamlı kendilerinin haklı olduğundan hareketle hep kendilerini temize çıkarma gayretinde olurlar. Bu bir davranış bozukluğudur. Düzeltilmesi için nefsin ıslâhı gerekir. Nefsin istediğinin zıddını yapmak nefis ıslâhında iyi bir metottur.
Mümin kişinin ‘Allah rızâsı’ hedefli yaşaması için nefsin ıslâhı gereklidir. Cenâb-ı Hak yüce kitâbında nefsin ıslâhı ve terbiye edilmesinin lüzûmundan hep önemle bahseder. Hatta bir âyetinde üst üste yedi defa yemin ederek (başka hiçbir yerde bu şekilde yemin vâki değildir) insanın gerçek kurtuluşu için nefsinin muhakkak tezkiye (terbiye ve ıslâhı) edilmesi gerektiğine işâret eder: “Zâtı ulûhiyetim hakkı için; Güneşe ve onun aydınlığına, Onu izlediği zaman ay’a, Dünyayı açığa çıkaran gündüze, Onu bürüyüp saran geceye, Göğe ve onu bina edene, Yere ve onu yayıp döşeyene, Her bir nefse ve onu düzenleyene, Ona hem kötülüğü, hem de ondan sakınma yolunu ilham edene yemin olsun ki: nefsini kötülüklerden (maddî ve manevî kirlerden arındıran) mutlaka felâha erer. Onu günahlarla örten (kötülüklere gömen) ise hüsrâna uğrar.” (2)
Hep rızâ hedefli yaşama isteğiyle şimdilik hayırla kalın efendim diğer yazımda aynı husûsa devam edeceğim.
--------------
1- Sad, 26
2- Şems, 1-10