Nereye gidiyoruz yazı serisi (2)
Bundan önceki “Zamane Müslümanlığı” başlıklı yazımda, bir soru sorarak; “Aynı kaynakları ve aynı metotları kullandığımız halde niçin zamanımızda asr-ı saadet Müslüman’ı gibi insanlar yetişmiyor?” diye sormuş ve örnekler vermiştim.
Sorunun muhataplarını da belirtmiş, Müslüman aydınlar, ilahiyatçı profesörler, Diyanet işleri Başkanlığı ile bünyesinde ki binlerce hoca efendi, Âlimler ve Şeyh efendileri bu soruya cevap bulmaya çağırmış, ayrıca bulunan cevabın halk katmanlarında uygulanabilir olması gerektiğine de işaret etmiştim.
Elbette ki örnek insanların bulunduğu Asr-ı saadeti, zamanımıza taşımak mümkün olmayabilir. Ama onlara benzeyen “davasının delisi” insanların yetiştirilmesi mesuliyeti (sorumluluğu) her halde âlimlerin ve Şeyh efendilerin boyunlarına borçtur, demiştim.
Yoksa çağımızda yetiştirmek için büyük çabalar harcadığınız ve “faiz haramdır” diye belki bin kere konuştuğunuz bir Müslüman’ın faiz müessesine koşmasını, durduramazsınız.
Camide ki vaaz esnasında ağlayan, inleyen birisinin camiden çıkınca cebine fuhşu teşvik eden gazetelerinden birini koymasını, önleyemezsiniz.
Sohbetleri can kulağı ile dinlediği halde hemen arkasından bir vatandaşın hakkını çiğnemeye giden insanı bundan caydıramazsınız.
Bütün bu ve benzeri müspet çalışmalar, yetiştirmeye çalışılan insanlar üzerinde yeterince iz bırakamıyor ve onu kötülüklerden alıkoyamıyorsa, bu paradoks (terslik) acaba neden kaynaklanmaktadır?
Bunu kafamızı çatlatırcasına düşünmeye ve mutlaka çözüm bulmaya mecburuz.
Bu yazımda sorumluluk makamında olanlara bir kopya vermek istiyorum. Umulur ki bu kopya topyekûn çalışmalarına yön vererek onlara destek olurum.
NEYİ NEREDE YETİŞİRECEĞİZ
Yetiştireceğiniz bir bitkinin toprağını, gübresini, sulamasının nasıl olacağını baştan düşünürsünüz. Ayrıca bu bitki ekvator bitkisi midir yoksa kutuplar bitkisi midir? Çünkü her bir yerin bitkisi farklı özellikler gösterir. Siz ekvator bitkisini kutuplarda yetiştireceğiz derseniz bunda muvaffak olamazsınız. Tabii kutuplar bitkisini de ekvatorda yetiştiremezsiniz.
Evet, seralarda bir takım bitkiler suni ortamlarda yetiştiriliyorsa da bunların tabii ortamlarda yetişenler gibi ne görüntüleri ne de tatlarının (zamane Müslümanları gibi) aynı olmadıkları malumlarınızdır.
Elbette yetiştirmek istenen bir Müslüman için de böyle bir ortam aramak gerekir.
Bitkiler için durum böyledir de hayvanlar için farklımıdır? Mesela balığın yaşadığı ve yetiştiği ortam, tamamen su ortamıdır. Bu balık su içinde canlılığını korur ve yaşar. Balığı sudan çıkartırsanız balık bir iki çırpınır ve sonra da ölür, yaşatamazsınız.
Aynı deneyi, karada yaşayan hayvanlar içinde yapabilirsiniz. Karada yaşayan bir hayvanı suya sokarsanız, hayvan bir iki çırpınacak ve sonra da ölecektir.
Suda yaşayan hayvanların canlı kalabilmeleri ve hayatlarını devam ettirebilmeleri için suya, karada yaşayan hayvanların ise canlı kalabilmeleri ve hayatlarını devam ettirebilmeleri için havaya ihtiyaçları vardır.
En zor eğitilen ve eğitim hayatı çok uzun süren insanın, İslamı öğrenebilmesi, canlı kalabilmesi ve yaşayabilmesi için elbette uygun bir ortama ihtiyacı bulacağı açıktır.
PEYGAMBERİMİZ NASIL YETİŞTİRDİ
Asr-ı Saadet Müslüman’ını yetiştirmek isteyen Peygamberimiz, her sahada bizlere olduğu gibi Müslüman’ın nasıl yetiştirilmesinde de yine bizlere örnektir.
Peygamberimizin bir Mekke hayatı devresi vardır ve bu devrede Müslümanlar büyük eziyetler görmüşlerdir. Ama sadece eziyet görmekle kalmamışlar, Müslümanların yetiştirilmesinde de gerekli olan ortam bulunamamıştır.
Dar-ul Erkam’da (Erkam’ın evinde) Müslümanları toplayan Peygamber efendimiz, onlara yeni inzal olan ayetleri okuyor, açıklıyor, yapılması gerekenleri öğütlüyordu.
Ancak Peygamberimiz yine biliyordu ki Dar-ul Erkam’dan çıkan bir Müslüman’ın Mekke sokaklarında nefsine hoş gelecek şeylerle karşılaşması mümkündü.
Ayağındaki hal hal’ı ile ayaklarını yere sert sert vurarak yürüyen Mekkeli kızlarla karşılaşacaklarını ve belki de kalplerinin onlara meyledebileceklerini.
Henüz haram olmayan (daha sonra haram kılındı) ama Müslümanların kullanmaktan kaçındığı çeşit çeşit içkilerle karşılaşacaklarını, kendini frenleyenlerin olabileceği gibi nefsine uyanların da olabileceğini,
Ekonomik sıkıntılara düşen Müslümanların bu sıkıntıdan kurtulabilmek ümidiyle bankerlerden ve tefecilerden faizle para alabileceklerini ve faize bulaşacaklarını,
Mekke’nin en ulularının bile oynadıkları çeşit çetin kumarın zayıf Müslümanları da içine çekebileceğini, onlarında zaman zaman bunu yapabileceklerini,
Falcılık ve fal okları gibi tamamen yalan üzerine dayanan ve istikbalden (gelecekten) haber alabilmek için yapılan batıl işlere dalabileceklerini,
Eğlence hayatının her türlüsünün her an yürütüldüğü, dansöz ve çengilerin çıplak olarak oynatıldığı bu tür işret hayatına Müslümanlarında katılabileceğini,
“Yeni doğan kız çocuklarından ar edilerek onları diri diri gömme” geleneğine, ailenin ve çevrenin baskısıyla Müslümanların da bulaşabilme ihtimalinin bulunduğunu,
O devirde de çok yaygın olan “ırkıyla övünme” ve “kan davalarına” istemeyerek de olsa Müslümanların da karışabileceklerini,
Benzer birçok yanlış ve hatalı davranışların Müslümanların inancını zayıflatacağını, işin şekline göre belki de onları mürted (dinden dönme) yapabileceğini düşünüyor ve bir an önce Müslümanları içinde bulunduklarım bu ortamdan kurtarmaya çalışıyordu.
Müslümanların bütün bu sıkıntılı durumdan kurtulmaları, ancak onların Mekke’den Medine’ye hicret etmeleri ile sona ermiştir.
Müslümanlar, Medine de “inandıkları gibi yaşayabilecekleri” bir ortamı kurmuşlar ve bu ortamda canlı kalabilmeyi ve kıyamete kadar örnek bir medeniyet kurmayı başarmışlardır.
Bundan önceki “Zamane Müslümanlığı” başlıklı yazımda, bir soru sorarak; “Aynı kaynakları ve aynı metotları kullandığımız halde niçin zamanımızda asr-ı saadet Müslüman’ı gibi insanlar yetişmiyor?” diye sormuş ve örnekler vermiştim.
Sorunun muhataplarını da belirtmiş, Müslüman aydınlar, ilahiyatçı profesörler, Diyanet işleri Başkanlığı ile bünyesinde ki binlerce hoca efendi, Âlimler ve Şeyh efendileri bu soruya cevap bulmaya çağırmış, ayrıca bulunan cevabın halk katmanlarında uygulanabilir olması gerektiğine de işaret etmiştim.
Elbette ki örnek insanların bulunduğu Asr-ı saadeti, zamanımıza taşımak mümkün olmayabilir. Ama onlara benzeyen “davasının delisi” insanların yetiştirilmesi mesuliyeti (sorumluluğu) her halde âlimlerin ve Şeyh efendilerin boyunlarına borçtur, demiştim.
Yoksa çağımızda yetiştirmek için büyük çabalar harcadığınız ve “faiz haramdır” diye belki bin kere konuştuğunuz bir Müslüman’ın faiz müessesine koşmasını, durduramazsınız.
Camide ki vaaz esnasında ağlayan, inleyen birisinin camiden çıkınca cebine fuhşu teşvik eden gazetelerinden birini koymasını, önleyemezsiniz.
Sohbetleri can kulağı ile dinlediği halde hemen arkasından bir vatandaşın hakkını çiğnemeye giden insanı bundan caydıramazsınız.
Bütün bu ve benzeri müspet çalışmalar, yetiştirmeye çalışılan insanlar üzerinde yeterince iz bırakamıyor ve onu kötülüklerden alıkoyamıyorsa, bu paradoks (terslik) acaba neden kaynaklanmaktadır?
Bunu kafamızı çatlatırcasına düşünmeye ve mutlaka çözüm bulmaya mecburuz.
Bu yazımda sorumluluk makamında olanlara bir kopya vermek istiyorum. Umulur ki bu kopya topyekûn çalışmalarına yön vererek onlara destek olurum.
NEYİ NEREDE YETİŞİRECEĞİZ
Yetiştireceğiniz bir bitkinin toprağını, gübresini, sulamasının nasıl olacağını baştan düşünürsünüz. Ayrıca bu bitki ekvator bitkisi midir yoksa kutuplar bitkisi midir? Çünkü her bir yerin bitkisi farklı özellikler gösterir. Siz ekvator bitkisini kutuplarda yetiştireceğiz derseniz bunda muvaffak olamazsınız. Tabii kutuplar bitkisini de ekvatorda yetiştiremezsiniz.
Evet, seralarda bir takım bitkiler suni ortamlarda yetiştiriliyorsa da bunların tabii ortamlarda yetişenler gibi ne görüntüleri ne de tatlarının (zamane Müslümanları gibi) aynı olmadıkları malumlarınızdır.
Elbette yetiştirmek istenen bir Müslüman için de böyle bir ortam aramak gerekir.
Bitkiler için durum böyledir de hayvanlar için farklımıdır? Mesela balığın yaşadığı ve yetiştiği ortam, tamamen su ortamıdır. Bu balık su içinde canlılığını korur ve yaşar. Balığı sudan çıkartırsanız balık bir iki çırpınır ve sonra da ölür, yaşatamazsınız.
Aynı deneyi, karada yaşayan hayvanlar içinde yapabilirsiniz. Karada yaşayan bir hayvanı suya sokarsanız, hayvan bir iki çırpınacak ve sonra da ölecektir.
Suda yaşayan hayvanların canlı kalabilmeleri ve hayatlarını devam ettirebilmeleri için suya, karada yaşayan hayvanların ise canlı kalabilmeleri ve hayatlarını devam ettirebilmeleri için havaya ihtiyaçları vardır.
En zor eğitilen ve eğitim hayatı çok uzun süren insanın, İslamı öğrenebilmesi, canlı kalabilmesi ve yaşayabilmesi için elbette uygun bir ortama ihtiyacı bulacağı açıktır.
PEYGAMBERİMİZ NASIL YETİŞTİRDİ
Asr-ı Saadet Müslüman’ını yetiştirmek isteyen Peygamberimiz, her sahada bizlere olduğu gibi Müslüman’ın nasıl yetiştirilmesinde de yine bizlere örnektir.
Peygamberimizin bir Mekke hayatı devresi vardır ve bu devrede Müslümanlar büyük eziyetler görmüşlerdir. Ama sadece eziyet görmekle kalmamışlar, Müslümanların yetiştirilmesinde de gerekli olan ortam bulunamamıştır.
Dar-ul Erkam’da (Erkam’ın evinde) Müslümanları toplayan Peygamber efendimiz, onlara yeni inzal olan ayetleri okuyor, açıklıyor, yapılması gerekenleri öğütlüyordu.
Ancak Peygamberimiz yine biliyordu ki Dar-ul Erkam’dan çıkan bir Müslüman’ın Mekke sokaklarında nefsine hoş gelecek şeylerle karşılaşması mümkündü.
Ayağındaki hal hal’ı ile ayaklarını yere sert sert vurarak yürüyen Mekkeli kızlarla karşılaşacaklarını ve belki de kalplerinin onlara meyledebileceklerini.
Henüz haram olmayan (daha sonra haram kılındı) ama Müslümanların kullanmaktan kaçındığı çeşit çeşit içkilerle karşılaşacaklarını, kendini frenleyenlerin olabileceği gibi nefsine uyanların da olabileceğini,
Ekonomik sıkıntılara düşen Müslümanların bu sıkıntıdan kurtulabilmek ümidiyle bankerlerden ve tefecilerden faizle para alabileceklerini ve faize bulaşacaklarını,
Mekke’nin en ulularının bile oynadıkları çeşit çetin kumarın zayıf Müslümanları da içine çekebileceğini, onlarında zaman zaman bunu yapabileceklerini,
Falcılık ve fal okları gibi tamamen yalan üzerine dayanan ve istikbalden (gelecekten) haber alabilmek için yapılan batıl işlere dalabileceklerini,
Eğlence hayatının her türlüsünün her an yürütüldüğü, dansöz ve çengilerin çıplak olarak oynatıldığı bu tür işret hayatına Müslümanlarında katılabileceğini,
“Yeni doğan kız çocuklarından ar edilerek onları diri diri gömme” geleneğine, ailenin ve çevrenin baskısıyla Müslümanların da bulaşabilme ihtimalinin bulunduğunu,
O devirde de çok yaygın olan “ırkıyla övünme” ve “kan davalarına” istemeyerek de olsa Müslümanların da karışabileceklerini,
Benzer birçok yanlış ve hatalı davranışların Müslümanların inancını zayıflatacağını, işin şekline göre belki de onları mürted (dinden dönme) yapabileceğini düşünüyor ve bir an önce Müslümanları içinde bulunduklarım bu ortamdan kurtarmaya çalışıyordu.
Müslümanların bütün bu sıkıntılı durumdan kurtulmaları, ancak onların Mekke’den Medine’ye hicret etmeleri ile sona ermiştir.
Müslümanlar, Medine de “inandıkları gibi yaşayabilecekleri” bir ortamı kurmuşlar ve bu ortamda canlı kalabilmeyi ve kıyamete kadar örnek bir medeniyet kurmayı başarmışlardır.