Geçen hafta ‘hikmet’ten söz ederken az bir şey ‘gaflet’te de değinmiştik. İstiyoruz ki bugün ‘gaflet’ üzerine yoğunlaşalım zirâ farkında değiliz ama bir türlü arzu edilen kıvamda Müslüman olamayışımızın altında bu kelime yatmakta. Cidden başka insanlar bir yana acaba biz gaflette miyiz?
Özümüze yerleşmiş olan güzel değerleri muhafaza etmekte doğrusu pek gevşek davranmaktayız. Neredeyse hergün bir kültürel kimliğimiz aşınmaya uğruyor. Biriken bu değer kayıplarıyla âdeta kof insanlar topluluğu oluşmuyor mu? Derken hep şikâyetlendiğimiz şahsiyet bozuklukları, karekter tutarsızlıkları, ahlâki zaafiyetler baş gösteriyor. Bunlarınların hepsinin temelinde, insanların büyük çoğunluğunun gaflette bulunması geliyor.
Gafleti doğru yorumlamak için yüce kitâbımız Kur’ân’a bakmak gerekiyor. Kur’ânı Kerim’de Araf Sûresi 179 da şöyle buyurulmakta: “Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık(hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvan gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gâfil olanlardır.” Nahl Sûresi âyet 108 de ise: “ Onlar, Allah’ın kalplerini ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Gâfil olanlar onların ta kendileridir.” Gafletin ne olduğunu açıkça beyân eden bu muhteşem âyetlerden anlaşılan odur ki; gaflet hâlinde olan kişi içinde bulunduğu yanlışları kavrayamadığından kendi yaptığı her yanlışı doğru görmektedir. Bu sebeple de kişi hatalı davranışlarını düzeltme gayreti içinde olmayıp kendine hoş gelen hevâ ve heveslerine fütursuzca tâbi olmakta. Hatta kişi içinde bulunduğu bu rahat ortamın doğruluğunu tasvip adına kendi nefsine temize çıkartıcı her veriye hızla yapışmakta. Yaptığı her bir hatalı davranışa uygun kılıflar bularak örtbas etmekte, kendisine yapılan uyarıların her birine farklı mâzeretler üretmektedir. Bununla ilgili yine yüce kitap şu gerçeği açıklıyor: “ Hatta mâzeretlerini ortaya koysa da, o gün insan kendi aleyhine şâhittir.’ Yâni başkasını kandırabilirsin ama gerçeklerin apaçık ortaya döküldüğü gün işte o gün, insanın kendi yaptığı her yanlış, aleyhine tanıklık edecektir.
Halbuki kişi, kendi yanlışını gizleyecek mâzeretler araması yerine davranışındaki bozukluğun farkına varıp onları düzeltmeye çalışması ve o hatalı hareketlerden kurtulmak için çâreler aramaya bakması daha akıllıca bir tutum değil midir? Ancak insanın bunu farketmesi gerektir ki düzeltme çabasında olsun. Bugün maalesef insanlar olarak yanlışların doğruların birbirine karıştığı ortamlarda yaşıyoruz. ‘Körle yatan şaşı kalkar’ misâli, gâfillerle berâber yaşaya yaşaya biz de ne yaptığımızın farkında olmadan daldık bir âleme öylesi gidiyoruz. Etrâfımızda ciddi bir mümin yaşantısının örneklerini şahsında sergileyen insanlar göremediğimiz için biz ölçülerimizi keybettik. Dolayısıyla yaşadığımız asrın insanlarının hatalı ve gâfil ölçüleriyle hareket eder olduk. Ne yazık ki bu hayâtı sogulamıyoruz da ve aldık, çabucak benimsedik, adapte olduk. Neticede elin yanlışlarını kabullendik, gaflete daldık. Bir türlü uyanamıyoruz. Sanki Kur’ânı Âzümüşşan’daki dalâllettekiler gibi önümüzdeki gerçekleri göremez hâle geldik. Basiretimiz bağlandı, kavrayış yeteneğimiz çöktü, ferâsetimiz köreldi. Gözlerimiz var ama âdeta göremiyoruz. Kulaklarımız var fakat birçok yanlışı bize doğru diye anlatmaya çalışıyorlar. Kalplerimize perde mi indi ne? Bazılarında ‘haramları nasıl helal görürüz’ gayreti bile gelişti. Anlaşılan odur ki bulunduğumuz ortamlar bizde büyük tahribatlaroluşturmuş. Güzel ortamlarda bulunanlar daha hayırlı davranışlar sergiliyorlar. Onun için bu devirde doğru ortamlarda doğru insanlarla berâber olmak şart.
Böylesi ortamlarda olmayanlar âlemin hakikatlarına karşı duyarsız davranırlar, olaylardaki hikmeti çözme kavrayışları kalmaz, âlemi sâdece seyrederler. Gözleri var ama gerçekleri görmezler ya da görmek istemezler. Kendilerine doğrular sunulur, anlatılır sanki işitmezler. Etraflarına gevşek ve duyarsız davranırlar. Fakat kendi menfaatlerine bir zarar dokundu mu ancak o zaman karşı savunmaya geçerler. Gâfiller içinde bulundukları ahvâle göre bazen ölgün, solgun, üzgün, bitkindirler. Yalnızca keyfleri yerinde oldu mu canlanırlar. Oysa mümin her çeşit ahvalde hep canlı, ümitvar ve sabırlı olandır.
Cenâbı Hakk’ın gerçeklerine kulak tıkayanlara, gaflete dalanlara, gafletlerinden vaz geçmeyenlere kutsal kitâbımız şöylece hitap ediyor: “ Gerçek olan va’d yaklaşmıştır, işte o zaman, inkar edenlerin gözleri yuvalarından fırlayacak: ‘Eyvahlar bize, biz bundan tam gaflet içindeydik, hayır bizler zâlim kimselerdik.’ Diyecekler.” (Enbiya Sûresi, 97) İş işten geçmeden, ömür takvimleri hitâm bulmadan yapmamız gerekeni yine Kur’an’dan öğrenelim:
“Sen de sabah akşam O’nun rızâsını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünyâ hayâtının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi ‘istek ve tutkularına(hevasına)’ uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.” (Kehf Sûresi, 28)
Gaflete dalmadan uyanık, diri, canlı bir hayat yaşamamız temennisiyle hoşça kalın efendim…
Özümüze yerleşmiş olan güzel değerleri muhafaza etmekte doğrusu pek gevşek davranmaktayız. Neredeyse hergün bir kültürel kimliğimiz aşınmaya uğruyor. Biriken bu değer kayıplarıyla âdeta kof insanlar topluluğu oluşmuyor mu? Derken hep şikâyetlendiğimiz şahsiyet bozuklukları, karekter tutarsızlıkları, ahlâki zaafiyetler baş gösteriyor. Bunlarınların hepsinin temelinde, insanların büyük çoğunluğunun gaflette bulunması geliyor.
Gafleti doğru yorumlamak için yüce kitâbımız Kur’ân’a bakmak gerekiyor. Kur’ânı Kerim’de Araf Sûresi 179 da şöyle buyurulmakta: “Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık(hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvan gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gâfil olanlardır.” Nahl Sûresi âyet 108 de ise: “ Onlar, Allah’ın kalplerini ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Gâfil olanlar onların ta kendileridir.” Gafletin ne olduğunu açıkça beyân eden bu muhteşem âyetlerden anlaşılan odur ki; gaflet hâlinde olan kişi içinde bulunduğu yanlışları kavrayamadığından kendi yaptığı her yanlışı doğru görmektedir. Bu sebeple de kişi hatalı davranışlarını düzeltme gayreti içinde olmayıp kendine hoş gelen hevâ ve heveslerine fütursuzca tâbi olmakta. Hatta kişi içinde bulunduğu bu rahat ortamın doğruluğunu tasvip adına kendi nefsine temize çıkartıcı her veriye hızla yapışmakta. Yaptığı her bir hatalı davranışa uygun kılıflar bularak örtbas etmekte, kendisine yapılan uyarıların her birine farklı mâzeretler üretmektedir. Bununla ilgili yine yüce kitap şu gerçeği açıklıyor: “ Hatta mâzeretlerini ortaya koysa da, o gün insan kendi aleyhine şâhittir.’ Yâni başkasını kandırabilirsin ama gerçeklerin apaçık ortaya döküldüğü gün işte o gün, insanın kendi yaptığı her yanlış, aleyhine tanıklık edecektir.
Halbuki kişi, kendi yanlışını gizleyecek mâzeretler araması yerine davranışındaki bozukluğun farkına varıp onları düzeltmeye çalışması ve o hatalı hareketlerden kurtulmak için çâreler aramaya bakması daha akıllıca bir tutum değil midir? Ancak insanın bunu farketmesi gerektir ki düzeltme çabasında olsun. Bugün maalesef insanlar olarak yanlışların doğruların birbirine karıştığı ortamlarda yaşıyoruz. ‘Körle yatan şaşı kalkar’ misâli, gâfillerle berâber yaşaya yaşaya biz de ne yaptığımızın farkında olmadan daldık bir âleme öylesi gidiyoruz. Etrâfımızda ciddi bir mümin yaşantısının örneklerini şahsında sergileyen insanlar göremediğimiz için biz ölçülerimizi keybettik. Dolayısıyla yaşadığımız asrın insanlarının hatalı ve gâfil ölçüleriyle hareket eder olduk. Ne yazık ki bu hayâtı sogulamıyoruz da ve aldık, çabucak benimsedik, adapte olduk. Neticede elin yanlışlarını kabullendik, gaflete daldık. Bir türlü uyanamıyoruz. Sanki Kur’ânı Âzümüşşan’daki dalâllettekiler gibi önümüzdeki gerçekleri göremez hâle geldik. Basiretimiz bağlandı, kavrayış yeteneğimiz çöktü, ferâsetimiz köreldi. Gözlerimiz var ama âdeta göremiyoruz. Kulaklarımız var fakat birçok yanlışı bize doğru diye anlatmaya çalışıyorlar. Kalplerimize perde mi indi ne? Bazılarında ‘haramları nasıl helal görürüz’ gayreti bile gelişti. Anlaşılan odur ki bulunduğumuz ortamlar bizde büyük tahribatlaroluşturmuş. Güzel ortamlarda bulunanlar daha hayırlı davranışlar sergiliyorlar. Onun için bu devirde doğru ortamlarda doğru insanlarla berâber olmak şart.
Böylesi ortamlarda olmayanlar âlemin hakikatlarına karşı duyarsız davranırlar, olaylardaki hikmeti çözme kavrayışları kalmaz, âlemi sâdece seyrederler. Gözleri var ama gerçekleri görmezler ya da görmek istemezler. Kendilerine doğrular sunulur, anlatılır sanki işitmezler. Etraflarına gevşek ve duyarsız davranırlar. Fakat kendi menfaatlerine bir zarar dokundu mu ancak o zaman karşı savunmaya geçerler. Gâfiller içinde bulundukları ahvâle göre bazen ölgün, solgun, üzgün, bitkindirler. Yalnızca keyfleri yerinde oldu mu canlanırlar. Oysa mümin her çeşit ahvalde hep canlı, ümitvar ve sabırlı olandır.
Cenâbı Hakk’ın gerçeklerine kulak tıkayanlara, gaflete dalanlara, gafletlerinden vaz geçmeyenlere kutsal kitâbımız şöylece hitap ediyor: “ Gerçek olan va’d yaklaşmıştır, işte o zaman, inkar edenlerin gözleri yuvalarından fırlayacak: ‘Eyvahlar bize, biz bundan tam gaflet içindeydik, hayır bizler zâlim kimselerdik.’ Diyecekler.” (Enbiya Sûresi, 97) İş işten geçmeden, ömür takvimleri hitâm bulmadan yapmamız gerekeni yine Kur’an’dan öğrenelim:
“Sen de sabah akşam O’nun rızâsını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünyâ hayâtının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi ‘istek ve tutkularına(hevasına)’ uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.” (Kehf Sûresi, 28)
Gaflete dalmadan uyanık, diri, canlı bir hayat yaşamamız temennisiyle hoşça kalın efendim…