Hemşireler...
Başka bir deyişle de “Beyaz Melekler”
12 Mayıs onların günü...
Geçtiğimiz hafta Cuma günü “Hemşireler Günü”nü, Pazar günü de “Anneler Günü”nü kutladık...
“Hemşireler Günü” her ne kadar araya kaynasa da, duyarlı insanlar, “Beyaz Melekler”i unutmadı...
Çeşitli etkinliklerle kutlanır...
1964 yılından itibaren ülkemizde her 12 Mayıs günü “Hemşireler Günü” olarak kutlanır...
Ve de sessiz sedasız kutlanır...
“Hemşireler Günü”nde paneller yapılır, mesleğin sorunları ortaya konur ve çözümler üretilmeye çalışılır...
Sorunlar çözülür mü, lafta mı kalır?
Bilemem...
İnşallah çözülüyordur...
Bilirsiniz hemşirelik; insan sevgisiyle dolu, şefkatle, sabırla yapılan kutsal ve onurlu bir meslek dalıdır...
Hemşire “anne” demektir...
Hemşire “abla” demektir...
Hemşire “kardeş” demektir...
Hemşire “yara saran” demektir...
Hemşire “moral” demektir...
Hemşire “tatlı dil” demektir...
Bir insanın, yani bir hastanın yanıbaşında olan, onun ilacını veren, iğnesini yapan, hastayla dertleşen, hastanın halini hatırını soran “altın kalpli beyaz melekler”dir hemşireler...
Uzun yıllar öncesiydi...
Halamın oğlu bir iş kazası geçirmiş ve tedavi görüyordu...
Başında bir hemşire vardı, kendi evladı gibi bakıyordu hastasına...
Hem de bütün şefkati ile...
Hastayı, yani halamın oğlunu kaybettiğimizde bizimle birlikte göz yaşı dökmüştü...
Onların emekleri hasta sahiplerinden daha fazladır...
Artı, bu kutsal görev sadece para ile yapılamayacak kadar yüce ve gönüle dayalı bir meslek dalıdır...
Allah tüm hemşirelerden razı gelsin.
xxx
Ve Anneler...
“Anneler Günü” ile ilgili sadece facebook hesabımda “ANNESİZ İŞTE, DAHA KÖTÜ NE OLABİLİR Kİ?” diye bir yazı paylaştım, hepsi o kadar...
Annesiz ilk “Anneler Günü”ydü benim ve kardeşlerim için...
Annem çok farklı kadındı...
Pek hoşlanmazdı böyle şeylerden...
Bir resmini paylaşmıştım facebook hesabımda da, bana çok kızmıştı...
“Niye benim resmimi televizyona koydun” diye...
Televizyon ile bilgisayar ekranını ayıramayacak kadar farklı bir alemin insanıydı annem...
Anneler...
Hilesiz hurdasız, çıkarsız, karşılık beklemeden sevdiler bizi...
Onları anlamak ve anmayı bir günle sınırlandırmak bana tuhaf geliyor...
O halde sadece o gün değil, yaşıyorsa anneniz her gün gidin öpün ayaklarının altını...
O ayaklarının altındaki cennetin kokusunu içinize çekin...
Varsa bir anne ayağı, ertelemeyin öpmeyi ve koklamayı.
xxx
Aykut Kocaman...
1 Mayıs, yani 19 gün önce “Kupa, Fatih Terim, Osmanlı ve Aykut Kocaman” başlıklı yazımın son bölümünde “Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe'ye gitmesi için, sarı-lacivertli taraftarların tribüne dönmesi, taraftarların tribüne dönmesi için de, Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe'den gitmesi ve kulüple ilişiğini kesmesi şart...” demiş, “Aziz Yıldırım'ın da kulüpten gitmeyeceğine ve seyircinin de tribüne dönmeyeceğine göre, Aykut Kocaman'ın ismi kısa zamanda Fenerbahçe'nin gündeminden çıkacaktır...” diye devam etmiş, ve “Çünkü, Fenerbahçe gibi bir takımın 7-8 bin seyirciye oynaması, Aykut Kocaman'ı geri vites yaptıran ya da yaptıracak olan nedenlerin en büyüğü...” diyerek yazımı noktalamıştım...
İstanbul'un “lay lay lom”ları her ne kadar Aykut Kocaman ile Fenerbahçe kulübünü yanyana getirmeye çalışsalar da, işin aslının öyle olmadığını düşünüyorum...
Çünkü, Fenerbahçe seyircisi hala tribünde değil...
Çünkü, Aziz Yıldırım hala kulübün başında...
Ve...
Aykut Kocaman Konya'da mutlu...
Sonucu size bırakıyorum.