Değerli şair, gönül adamı Ali Ulvi Kurucu, tanıdığı mümtaz şahsiyetleri anlattığı “Hatıralar” kitabının ikinci cildinde; “Filistin İstiklâl Savaşı’nın ilk başkanı” ve “Filistin’in Millî Kahramanı” diye tanımlanan, 1921’de Kudüs Müftüsü seçilen Müftü Emin el-Hüseyni’den de söz eder.
Özellikle, İkinci Dünya Savaşı sonrası onunla ilgili anlattıkları, oldukça alâka çekicidir. Savaşın şartları ve atmosferi farklı bağlantılara, hareketlere yol açacaktır. Dönemi de elbette, o koşulları dikkate alarak değerlendirmek gerekecektir:
“Merhum Müftü Efendi, İkinci Cihan Harbi başlayınca, başka yerlerde barınamadığı için ve İngilizlerin Yahudi siyasetine karşı yardımcı olurlar ümidi ile Almanlara destek vererek, savaş yıllarını Berlin’de geçirmiştir.
Medine-i Münevvere’deki ziyaretlerimiz sırasında, kendisinin Berlin’de yaşadığı sırada, Almanya Başkanı Hitler’le, onun davet etmesi üzerine, üç kere görüştüğünü de söylemiş ve bu görüşmeleri bize şöyle anlatmıştı:
Hitler, ilk iki görüşmemizde, bana, İslâm âlemi hakkında sualler sordu: “Arapların İngiliz idaresinden ne gibi şikâyetleri vardır? İstekleri nedir? Araplar, İngiliz sultasından kurtuldukları gün ne yapmak isterler? Alman hükümetinin onlara ne gibi yardımları olabilir?
Hitler, bu gibi şeyler soruyor; ben de cevap veriyordum.
Konuşmanın bir yerinde:
“Osmanlıların idaresi ile İngilizlerin farkı nedir?” diye sormuştu.
Ben buna cevabım sırasında, Osmanlılardan bahsederken gözüm yaşarmış. Hitler derhal, “Müftü Efendi, ecdadınız Türk müydü?” diye sordu.
Hitler bunu sorunca şunları söyledim:
“Hayır efendim, Ecdadım Türk değildir. Fakat ben bu milleti, kendi ecdadımdan fazla severim. Eğer Osmanlı olmasaydı, İngilizler ve diğerleri, beş yüz sene evvel âlem-i İslâm’a hâkim olurdu. Osmanlı olmasaydı, Endülüs’ün başına gelen hazin âkıbet, bütün Arap ülkelerinin de başına gelirdi.”
“Bu cihetten, dinimin, imanımın, namusumun, şerefimin hâmisi oldukları için Osmanlıları severim.
“Fakat biz ne yazık ki, o nimetin kadrini bilemedik,nankörlük ettik. O yüzden de, Filistin, korkarım ki İngilizlerin eline geçecek…”
Bunun üzerine Hitler şu cevabı vermişti:
“Müftü Efendi, endişe etmeyiniz. Benim aslanlarım İngiliz’i kovacak. Yahudi’nin de kökünü kazacağız. Bayramı birlikte yapacağız.”
Hitler, Berlin’de bulunduğum yıllar içinde, beni üçüncü bir defa daha yanına çağırmıştı. Acaba ne söyleyecek diye merak ederek yanına gittim.
Meğer “teaddüd-i zevcat”ı soracakmış:
“Müftü Efendi, harp devam ediyor. Çok gencimiz öldü, daha da ölecek… Korkuyorum ki, harpten sonra pek çok kızımız, kadınımız kocasız kalacak. Nüfusumuzun da artması lâzım. Her ikisini temin etmek için, bir erkeğin, birden fazla kadınla evlenebilmesi lâzım gelecek. Bunun için kiliseye birkaç kere müracaat ettim. Kiliseye lâf anlatmak zor. Kiliseye rağmen, bir kanunla çok evliliği serbest bırakmak da mümkün olamıyor.
“Lütfen, İslâm dininde, birden fazla kadınla evlenmenin şartları nedir, hangi hâller, zaruret sayılıyor. Nasıl tatbik ediliyor? Bunları bana geniş bir şekilde yazıp anlatmanızı rica ediyorum.”
Hitler’in isteği üzerine, bu bahiste geniş ve teferruatlı bir rapor hazırladım. Fakat o günlerde Amerikalılarla İngiliz ve Fransızlar ikinci cepheyi açtılar; vaziyet kötüleşti; Berlin’i terk etmem icap etti. Mısır’a gittim. O raporu Hitler’e takdim etmeme imkân kalmadı.” (Ali Ulvi Kurucu, Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar-2, hazırlayan: M. Ertuğrul Düzdağ, Kaynak Yayınları, 2007, sh. 245-247)
Müftünün Türk sevgisi bir tarafa; bir takım sıfatların uçuştuğu, muhtelif damgaların çok kolay üzere yapıştığı bir devirde; şimdi Müftü Emin el-Hüseyni Efendi’yi “faşist”, Hitler’i de “İslâmcı yahut şeriatçı” mı ilân edip, yaftalayacağız?