nsan bu dünyâya boşu boşuna gelmedi. Bir hedef bir gâye bir amaç için geldi. Üstad Necip Fâzıl’ın şiirinde ifâde ettiği üzere; ‘Âlemi benim, beni kendin için yarattın.’ Hikmeti adına ulvi bir hedefle dünyâda bulunan insanoğlu fıtratına konan bu kutsî nüve doğrultusunda hareket ettiğinde kendisi kazanır. Fıtrat boşluk kabul etmez. Fıtrat ona yakışanlarla doldurulduğunda mümin insanın gönül âlemine ulvi gâyeler taht kurar.
Mümin kişinin ahrete dâir kutsî gâyesi, ‘cennet’ ve ‘cemâlullah’ olmalı. Hedef bu olunca artık hayat gâileleri bizim için o ulvi hedefe ulaşmak adına birer basamak olur. Her sıkıntı, acı, problem bu hedefle kolayca aşılır, yeise düşülmez, buhran yaşanmaz, depresyona girilmez. Mevlâ’nın kendisi için özenerek yarattığı en şerefli mahlûkuna eziyet murad etmesi düşünülemez. O zaman demek ki başımıza gelenler bir imtihan tecellisidir. İşte bu hedef mümini yıldırmaz, yaşamaktan bıktırmaz bilakis yaşarken daha moralli daha dinç tutar hatta hakiki mümin hayâtı aşkla yaşar.
Müslüman ayni ulvi gâye ile ibâdetlerine dört elle sarılır. Yine bu hususta da en ufak yılgınlık, ihmalkarlık göstermez aksine Mevlâ’nın istediği bir kul yâni ‘kâmil bir mümin’ olabilmek için daha bir vecd ile hayâtını yaşar. Bu şekilde bir gâye, yaşanan hayatın ahlâkî kalitesi yüksektir. Bu kişi ayni zamanda toplumun istediği, beklediği, özlediği kişidir.
İnsanın her zaman önüne hedefler koyması karlı bir yatırımdır. Hedefli insan geleceğe umutla yürür, geçmişten ders alır. Sevgili Peygamberimiz aleyhisselam daha İslâm’ın ilk yayıldığı yıllarda sahabesinin önüne Şam’ın, Medâin’in, San’a’nın alınacağı müjdeli ulvi hedefleri koyması bu gâyeyi yansıtır. Daha o zamandan İstanbul’un fethedileceği müjdesi de bundandır. Mümin insan için Rasûllullah aleyhissalâtu vesselam efendimizin sünnetlerini yaşayarak O’nu kendimize rehber bilmemiz de bir kutsî hedeftir.
Peygamberimiz aleyhisselâm’ın irtihâlinden sonra emirel mümininler kısa zamanda ‘İlâyı Kelimetullah’ ulvi gâyesiyle kısa zamanda İslam topraklarını genişletmişlerdir. Onların ardından gelen şanlı ecdad da ayni gâye ile neredeyse cihânı fethedecek konuma gelmişlerdir. Bu kutsî hedef için şanlı târihimizin devlet büyükleri savaş meydanlarında, ilim meclislerinde, irfan ocaklarında sabahlamışlardır. Merhum Mehmet Akif bize şöyle seslenir; ‘Sanma ki ecdâdın asırlarca uyudu, yoksa nereden bulurdun bu yurdu.’ İşte Müslümanlık asırlarca bu ulvi gâye ile büyüdü.
Hedefsiz insan kendisine hayat rotası çizemez. Yoksa boşlukta sürüklenir gider. Her esen rüzgara doğru boyun bükülemez. İnsanın şaşmaması, üç kuruş etmez şeylere meyl etmemesi için kendine kısa ve uzun vâdeli hedefler koymalıdır. Hem de o koyulan hedeflerin kutsi bir mâhiyeti olmalı ki netice pozitif olsun. Ancak kişinin sâdece kendine hedef koyması da yeterli değildir. Bu hedefi gerçekleştirmek için yılmadan, usanmadan, gevşemeden, tembelliğe düşmeden yürümeli hatta koşmalıdır. Önderimiz, rehberimiz Peygamber aleyhisselâm’ın hayâtında tembelliğe hiç yer yoktu. O dâimâ insanları Hakk’a ve hayra çağırma faaliyeti, ibâdetü taat, cihad ve insanlara hizmet ile ömrünü geçirdi. Bu hususta hiç ihmalkarlık göstermedi, yılmadı hep çalıştı hep çalıştı. O zaman bizlerin hayâtında tembelliğin yeri olmaması gerekir.
Hâsılı insanlar hayattan bekleneni elde etmek istiyorlarsa, iki dünya mutluluğunu diliyorlarsa, dünyâyı hep moralli olarak yaşamak arzuluyorlarsa kendilerine güzel hedefler, ulvî gâyeler koymalı ve oraya ulaşmaya çalışmalılar. Küçükler, büyükler, yaşlılar gençler, anneler babalar, eğitmenler öğretmenler mutlaka önlerine doğru hedefler koymalılar. Meselâ; ebeveynler, ‘iyi bir evlat yetiştirmek’, eğitmenler; ‘iyi bir nesil yetiştirmek’, devlet büyükleri; ‘arkadan gelecek milletimize şanlı bir târih ve aydınlık bir gelecek bırakmak’ gibi hedefleri olmalı. Böyle olursa yaşam anlamlı olur, hayat insana zor gelmez