Biz farkında olsak da olmasak da hayatımızı ters yüz ettiler.
Bu gerçek hayatımıza; “Tekrarlanan yalanlar toplumlarda bir süre sonra gerçek algısına sahip olur” şeklinde girmiştir.
Şöyle çevremize geçmişimizi de içine alacak şekilde biraz geniş bir açıdan baktığımızda bugün artık yalan olduğuna kani olduğumuz pek çok şeyin önceki zamanlarda doğru olarak kabul edildiğini göreceğiz.
Meşhur tabirle milletin fabrika yaraları ile oynadıkları gerçeğini görmemize rağmen hala yalan olduğunu bildiğimiz şeyler gerçekmiş gibi davranmaktan vazgeçmiyoruz.
Bunun nedeni kendimizle yüzleşmekten kaçınmamızdır.
Yani yanıldığımızı kendimize bile itiraf edemiyoruz.
İkinci nedeni ise, geçen yıllar içinde inanç yönünden zaafa uğratılmış olmamızdır.
Daha açıkçası herkesin dilinde olan Ebû Saîd el Hudrî(ra)dan rivayet “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân 78.) şeklindeki hadisi yanlış anlayıp yanlış uygulamamızdır.
Nasıl yanlış anlıyoruz diyenler, ellerindeki kitaplara veya telefonlar ile internet sitelerine baktıklarında: Hadisi Şerifte geçen “KÖTÜLÜK” kelimesinin “YANLIŞLIK veya HATA” kelimeleri ile değiştirildiğini göreceklerdir.
Diğer taraftan iyiliği emir ve kötülükten nehiy görevi, her Müslüman mükellefi kapsayıcı nitelikte olduğu halde hadisin ifadesinden kendine göre görevler çıkararak “ kötülükleri el ile değiştirmenin yöneticilerin, dil ile değiştirmenin âlimlerin; kalp ile değiştirmenin de bunlara güç yetiremeyen zayıfların, avamın görevi olduğunu” ifade eden bir yanlışlık içinde sürükleniyoruz.
Müslümanlar için her türlü münker durumu ortadan kaldırmak görevleri olduğu için bu görevlerini hakkıyla yerine getirecek İslâmî hassasiyetlere sahip bir siyasi gücü kurmak ve doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırıp, öğretecek ve topluma da öğütleyecek bu kadronun oluşturacağı eğitim sistemini kurmak zorundadırlar.
Bu sistem kurulmadığı için kötülüğü eli ile değiştirecek olan yöneticileri ve dili ile ifade edecek olan âlimlerin görevlerini yapmadıkları zaman onları uyarma görevinden bile müstağni olduğumuzu zannetmemiz artık bu toplumun açık bir zillet içinde olduğunu ortaya koymaktadır.
2025 yılına hazırlanırken kendi memleketinde “Emri bil maruf ve nehyi anil münker” vazifesinden kaçınarak, siyonizmin en büyük destekçisi olan ABD de kimin başkan seçileceğini merak eden Müslümanlar, topyekûn bir çalışma ile kendilerinin beden ve ruh sağlıklarını sistemli bir şekilde değiştirerek kontrol edilir köleler haline getirmek isteyenleri görmek istemiyorlar.
Toplumda açık bir şekilde işlenen münkerata karşı bile yukarıdaki hadisi dayanak gösterip sessiz kalarak imanın en zayıf haline rıza gösteren Müslümanlara İmam Ahmed bin Hanbel’in(ra) Müsnedinin 4. Cildinin 191. Sayfasındaki hadisi hatırlatıyoruz.
“ Allah’a karşı işlenen isyana karşı gücü yetenler, engel olmazlarsa, günahları işleyenlerin yanında toplumun tamamı cezalandırılır.”
Umulur ki Hadisi şerif bizi kendimize getirmeye vesile olur.
FARKINDA MIYIZ?
Müslümanlar inançlarının hayatlarını düzenleyen kurallara fiilî müdahale hakkı olduğuna inanıyorlarsa, Münker karşısındaki durumlarını belirleyen hadisin, kendilerine bulundukları yerde, “Dâr ül İslâm” ı kurma yükümlüğünü yüklediğini de bilmelidirler.
Aksi durumda yani bu yükümlülük yerine getirilmediği takdirde, İslam’ın siyasette belirleyici olmadığı durumların zulüm ile eşdeğer olduğunu bilmelidirler.
Bu güne kadar Müslümanların kendi aralarında bu “Emri bil maruf ve nehyi anil münker” yapılanmasını kurmamalarını temin için kurdukları kontrol mekanizmaları ile bütün bir dünyayı ters yüz etmek istemektedirler.
Bu ters yüz etme çalışmalarında kullandıkları mefhumların dönüştürülmesi çalışmalarında kendilerine engel olarak gördükleri ve radikal olarak suçladıkları Müslümanları toplum nazarında kötüleyebilmek için gerekli olan en elverişli aparatlar da maalesef yine Müslümanlar arasından devşirilmektedir.