Ölüm hayat üzerinden daha anlamlı yorumlanabilir. Çağdaş düşüncenin en büyük handikaplarından birisidir ölüm. Ölüm herkesin mutlak sonudur ancak kişilerin kendileri için kabullenmesi ve yakıştırması zor bir kavramdır. Başkalarının ölümleri konuşulur, üzülünür, acılar paylaşılır fakat kişinin kendisi için olabilecek ölüm olgusunun yanına yaklaşılmaz. Hakikaten ölüm soğuk bir kavram ona yaklaşmak ve konuşmak sâdece inanç boyutuyla kolaylaşabilir.
Modern düşüncenin ölümü en sıkıntılı bir mesele olarak görmesi, hayat ile ölüm arasında bağ kurmaktan çok karşıtlık üzerinden değerlendirmesinden kaynaklanır. Modern hayatta; yaşadığın sürece dünyanın nimetlerinden her şekilde faydalanmalı, hevesler tatmin edilmeli mümkün olan en iyi şeylerden istifâde etmeli fikri hâkimdir. Çünkü insan en sonunda ölüm ile yok olacaktır. Ölüm yokluk demek olduğuna göre maden yaşıyorsun o halde hayatı ölümü düşünerek zorlaştırma. Böyleleri dünyanın hakkını vermek adına ölüm karşıtlığı üzerinden kendilerine geniş bir varlık alanı açmaya çalışırlar. Hayat ile ölüm arasındaki bu farklılık zaman içinde aşırı uçlara kayarak, hayat ile varlık ve ölüm ile yokluk arasında anlam birlikteliği sağlanmaya çalışılmıştır. Halbuki ölüm ile yokluk kavramlarının birlikte telaffuzu anlamsız bir kofluktur. Kişiyi ruhsal boyutlu hiçliğe sürükler. Oysa insan her türlü güzelliğiyle, faydalı artılarıyla, faziletli davranışlarıyla hem hayatı anlamlı hâle getirebilir hem de ölümü rûhunda öldürebilir. Ölümün yok oluş iddiası insanın düşünce dünyasına bir şey kazandırmaz aksine hayâtı hiçe saydırır.
Bir de meseleye şu açıdan bakalım ölenler, ölmekle yok olmazlar. ‘Ölenle ölünmez’ sözü de yanlış anlaşılmıştır. Ölenler arkalarında acı-üzüntü-gözyaşı bırakırlar ama hatırlanırlar, yâd edilirler, bâzıları bıraktıkları ölümsüz eserleriyle aramızda hâlâ yaşamaya devam ederler. Yâni kişiler ölseler dâhi dünyâda bize kendilerini unutturmazlar. O halde ölümle insan dünyâsını değiştirir asla yok olmaz. Kişi ölse bile dünyâda bıraktıklarıyla varlıklığını dünyâda devam ettirirken nasıl toprağa girince yok olur bu sebeple ölüm yokluk düşüncesiyle bağdaşmaz. Ayrıca insan aklının hakikat sınırları yokluk düşüncesini idrak etmekten âcizdir. Her insan varlık hayâtını ve ölüm gerçeğini aslına uygun bir şekilde kafasına ve gönlüne indirmeli ve sindirmelidir.
Kadim düşüncede ölüm insanın varoluş hallerinden birisi olarak görülürdü ki bu bakış hayat ile ölümü birleştiren bir görüştür. İnsanlar ölüm hakikatiyle içi içe yaşarlar hatta kabristanlar dahi eskiden şehirlerin tam tamına içinde idi şimdiki gibi kabristanlar şehrin dışında ya da en kıyısında değildi. Bunun sebebi, insanlar gelip geçerken ölüm gerçeğinden uzaklaşmasınlar istenirdi. Bugün insanlar her ne kadar ölüm gerçeğinden uzak dursalar da bir gün kendisinin de öleceğini biliyor. Madem bu sondan kaçış yok o zaman çağdaş insan, ölüm bilgisi ile mutlak bir ilişki kurmalı ve bu bilgiyi aklının değil gönlünün önemli bir yerine koymalıdır kanaatini taşıyoruz. Ama bugünün insanı bilmek ile inanmak arasında birbirini besleyen ve destekleyen düşünce ufkundan çok bu bağlantıyı yok edecek tezlerle kendini boşa yoruyor. Ne yazık ki bu keskinlik insanı bugün yokluk ve hiçlik uçurumuna yuvarlıyor
Sanki bilgiyi öğrenmek, onu yok etmek için kullanılıyor. Çağdaş yaşam ölümü bildiğini zannediyor ve ölüm gerçeğini ve ölüm bilgisini kendinden hep uzak tutuyor bunun neticesinde inançsızlık düşüncesi gelişiyor. Oysaki inanmak hayat sürekliliğinin en olumlu ve pozitif yanını teşkil eder. İnançsızlık her türlü yanlışı, kötülüğü, hukuksuzluğu hatta cinneti de berâberinde getirir. Daha yeni Doğu’da öyle bir vaka vardı. Bir sosyolog cinnet getirerek çalışma arkadaşlarından 6 kişiyi tabancayla öldürdü polisin kendisini yakalamak için operasyon düzenlediğini anlayınca arkasından da kendini öldürdü. Buna benzer nice vaka sayılabilir.
İnançsızlık insanın rûhi melekelerini köreltiyor, duygudan çok yaşanan hayat önceleniyor ve hayat istenen düzeyde gitmiyorsa kişi kendini helak ediyor. Sabır, tahammül, dayanma, râzı olma, tevekkül, kanaat erdemleri inançla birlikte kişiyi hayâtın sıkıntılarını aşacak faziletli erdemler olarak ölümü unutmadan yaşamı sağlar ve hayâta bağlar.
Yaşanmış her doğru hayat, yapılmış her güzel davranış, hesâbı verilebilir her gün ölümü kolaylaştıran pek değerli olgulardır. Ölümle gün gelip karşılaşmadan önce ölümü hayat ve bilgi gündemimize biran önce almalıyız düşüncesindeyiz. Böyle devam edilirse başkalarının üzerinden ölümü konuşmaya devam etmekle kalacağız. Halbuki insan her an ölümle karşılaşabilir. O halde bugün ölümü ölümsüzleştirecek faziletli erdemleri hayâta koyma zamânı...