Hayat felsefesi hizmetti

Konya Aydınlar Ocağı’nda konuşan Dr. Mehmet Hulisi Baybal’ın oğlu Dr. Mustafa Sami Baybal, “Babamın hayat felsefesi, tek kelimeyle ‘hizmet’ten ibaretti” dedi
“Doktor Ağabey” olarak bilinen Dr. Mehmet Hulisi Baybal, vefatının 14. yıldönümünde Konya Aydınlar Ocağı’nda düzenlenen bir toplantıda rahmetle yâd edildi.
Sille Kültür Evi’nde düzenlenen ve Doktor Ağabey’i sevenlerin katıldığı toplantıda konuşan Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dinler Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa Sami Baybal, “Babamın hayat felsefesi ‘hizmet’ten ibaretti. Babam, yapıp ettikleriyle Konya’ya gerçekten damgasını vurmuş bir insandı” dedi.
Konuşmasına “Bir insan öldükten sonra biraz abartılır. Rahmetli keşke ölmeseydi, bize lâzımdı, erken gitti. Tam topluma hizmet edecekken Cenab-ı Hak onu alıverdi. Hakikaten hepimizde böyle bir abartma kompleksi vardır. Ama ben şunu özellikle vurguluyorum. Babam, yapıp ettikleriyle Konya’ya gerçekten damgasını vurmuş bir insandı” şeklinde başlayan Dr. Hulisi Baybal’ın oğlu Yrd. Doç. Dr. Sami Baybal,  eksikleri, yanlışları ve hataları yok muydu? Elbette vardı. Olacakta zaten. Çünkü hatasız insan olmaz.  Önemli olan hatalarda tekrar etmemektir. Bir insanın artıları, eksilerinden fazlaysa biz, o adama iyi insandı demek zorundayız. Babamın artıları çok fazlaydı. Bunu özellikle vurguluyorum” diye konuştu.
Babasının 1928 yılında Konya’da dünyaya geldiğini, Hamidiye Mahallesi ile Adliye Bulvarı’nın kendi çocukluğunun da geçtiği yerler olduğunu ifade eden Sami Baybal, sülalesinin Kırım’dan göçüp geldiklerini belirterek konuşmasına şöyle devam etti: “Ben, ne zaman göçüp geldiklerini ve tarihini bilmiyorum. Babamın o kadar hızlı bir hayatı vardı ki. Öyle yoğun ve hızlı bir trafiği vardı ki, anlatamam. Evlendiği gece sohbete gitmiş. Gerdek gecesinde sohbete gidilir mi? Demek ki gidiliyormuş. Babam, yazıhanesine gelen misafirlere üzüm, havuç, kuyruk yağı ve etten yapılan Buhara Pilavı ikram eder ve devamlı sohbet ederdi.
Dedem “Arabacı Süleyman olarak anılırdı. Bu yüzden bizim lakabımız “Arabacılar” diye geçermiş. Arabacı Süleyman’ın mizacı çok sert bir insanmış. Neneme dermiş ki; “Bak kadın, eğer namazı geçirirsen şu silahla seni vururum!” demiş. Dedem, bir çiviyi yumruğuyla bir vuruşta dibine kadar çakabilecek güç ve kabiliyette bir adammış. Antalya arabası imalatı yapıyormuş.
Ben babamdan duydum. Bu söz kendisiyle Allah arasında da bir söz: “Oğlum ben bilerek bir vakit namazımı geçirdiğimi hatırlamıyorum.” Babamın dini hassasiyetleri oldukça küçük yaşlardan itibaren başlamış. Babamın Mahmut Sami Ramazanoğlu Hazretleri’ne intisabı 1984’e kadar devam etti. Sami Efendi Hazretleri, Konya’ya geldiğinde hep babamda kalırdı. Benim karyolamda yatardı. Sami Efendi Hazretleri’nin görevlendirmesiyle birlikte “halife” görevini Dişçi Mehmet Efendi’den sonra 19 Kasım 1996 yılına kadar babam deruhte etti.
19 Kasım’da bir ikindi vakti yazıhanesindeki koltuğunda otururken hayata gözlerini kapattı. Babam hayattayken kıymetini bilenler de vardı, bilmeyenler de. Cenazesi, Kapu Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazından sonra ikindi namazına az bir vakit kala Musalla Mezarlığı’na ancak defnedildi. Konya Valiliği, aşırı kalabalıktan dolayı ilk defa o güzergâhı trafiği kapattırmıştı. Doktor Baybal’ın yeri bir başkaydı. Yeri şimdi doldurulamıyor. Önemli olan yeni Baybal’lar yetiştirmektir.
Peygamber Efendimiz’in “Kavminin efendisi, kendi kavmine hizmet edendir” şeklinde buyurduğu gibi babamın hayat felsefesi; tek kelimeyle ‘hizmet’ten ibaretti.”
“GECİKMİŞ BİR VAKİT NAMAZ BORCU YOKTU”
Sohbetin ilerleyen saatlerinde eski mebus Ahmet Akçel, eski kütüphaneci Hasan Yörük, Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleş Eğitim Fakültesi Resim Bölümünde Öğretim Görevlisi Ziya Öztürk ve Makina Mühendisi İbrahim Çıtır, “Doktor Ağabey” ile ilgili hatıralarını anlattılar.
Konya İmam hatip lisesi mezunu Balıkesir eski Milletvekili Ahmet Akçel, “Doktor Ağabey, Konya Belediye Reisi Ahmet Hilmi Nalçacı’nın âlim olan babası Ali Rıza Nalçacı ile çok iyi anlaşırdı. Bir gün muayenehanesine Adana’dan hasta gelmiş. Konya’dan da hastalar varmış. İş paraya gelince; Adanalılar’dan 150, Konyalılar’dan 50 lira al demiş. Adana’dan gelen hasta öğrenci olunca; ameliyat olan öğrencinin babasından aldığı parayı tekrar verdikten sonra, siz öğrencisiniz diyerek üstüne birde 50 lira verdi. Ben buna şahit oldum” diye konuştu.
Dr. Hulusi Baybal ile 1979 yılının Ramazan ayında tanıştığını belirten Makina Mühendisi İbrahim Çıtır ise; “Mahmut Sami Ramazanoğlu, “Siz irşâdla vazifelisiniz. Size bağlı olanları Allah yolunda nefsi teskiye, kalbi taskiye etmekle mükellefsiniz” diyerek Dişçi Mehmet Efendi ile Karaman’da Osman Efendi’ye, Adana’da tasavvufî yolu başlatmalarına vesile oluyor.
Allah’ın salih kulları insanı cezbediyor, günümüz tabiriyle karizmatik oluyorlar.
1981’de Dişçi Mehmet Abimizden silsile olarak o görevi Doktor Baybal devraldı. Vefatına kadar da bu vazifesini devam ettirdi” dedi.
Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleş Eğitim Fakültesi Resim Bölümünde Öğretim Görevlisi Ziya Öztürk de, “Doktor ağabeyle 1990’dan 96’ya kadar yakınlığımız devam etti. Altı sene onunla birlikte hizmete gider ve sohbetlerde bulunurdum.
Doktor ağabey, devamlı “Ziya, benim hiç namaz borcum yok” derdi. Ayağı kesilecekti. Cuma günüydü. Bana “Ziya, Cuma namazını kılmadan ben ayağımı kestirmem” dedi. Cuma namazından sonra ayağı kesildi. Narkozu yemesine rağmen bayılmadı ve ayağı, gözü açık vaziyette kesildi. Bu haliyle bile bana, ayıldığı zaman “Ziya, bana namazımı geciktirme” derdi. Her ayılışında aynı şeyi tekrarlıyor ve sonra bayılıyordu.
İkindi vaktinin geçmesine 10 dakika kala teyemmüm etti ve karyolayı da kıbleye döndürtmek suretiyle namazını kıldı. Ondan sonra 4 saat uyudu.
Ayağı kesildikten sonra biz onun eli ayağı olmuştuk. Yazıhaneye gittik. Ben altı sene bilfiil hiç üniversiteye gitmedim. Kimse de halimi sormadı. Geçinip gittik işte. 19 Kasım’da benim üniversiteye bir dosya teslim etmem gerekiyordu. Kendisinden izin istedim. Bana, “Ziya, bir yere ayrılma bugün erken gideceğiz” dedi. Ben, işim var diye tekrarlıyor ve izni koparmaya çalışıyordum. O zaman üniversiteden erken gel, benim işim acele ha dedi. Ben gittikten sonra yazıhanedekilere hep Ziya geldi mi diye sormuş. Ben ikindi namazına yakın geldim. Bana, “ben sana sıkı sıkı tembih etmedim mi? Bir yere gideceğiz, erken gel” diye biraz kızdı.
Bana bir çay getir dedi. Çayı getirdim ve sağ eline verdim. İkindi namazına yakındı. İnsulin iğnesini yapmak üzerine şırıngayı hazırladık. O da masasında sağ eline yaslanmış vaziyette idi. İçeri girdiğimde sağ elini masaya bıraktım, hemen düştü. Tam yedi kere benim adımı sayıklamış; Ziya geldi mi diye. Öldüğünü o zaman anladık.”

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yaşam Haberleri