“24 Ağustos, 2011; Bugün hayatımda ilk defa, sağ ve sol elimi kullanarak dondurma yedim.” (Hande Dağ, Yaşama Savaşım)
Görmezden, bilmezden geliriz. Hayatımız engellilerle fazla kesişmez. Bir yan sokağa sapıveririz mesela. Hazcı yüreğimiz, hüznü sevmez.
Engellilerde, belki daha ziyade bir ast-üst ilişkisi yaşanır. Herkes sizin üzerinizde egemen gibidir. Anne-baba, çevre münasebeti, en sevdiğiniz kişilerin oynadığı rol bile, bazen tarafınızdan acımasızca baskı olarak algılanır.
Tepki veremez, sesinizi duyuramazsınız. Bazı, yok hükmünde sayılırsınız. Tavsiyeler, emirler, akıl fikir vermeler, yol göstermelerle, hürriyetiniz daha da daralır. Çaresizliğiniz katmerleşir.
Zihin, yol kesici, yürütücü bin parça görkemli hayalle çırpınır, bedense bir türlü kendini gösteremez. Kimi zaman coşar taşar, fakat bu heyecanı aktaramaz, mânialarla karşılaşır.
Bir sıkışma, kıstırılma hissi çoğalır. Duygularınız, idealleriniz hep bir çerçeveye sığışmak zorundadır.
Harekete, berekete, neşeye, eylem hürriyetine susarsınız. Seçme özgürlüğü ve sırasında “iş yapmama, çalışmama” keyfine. Tercih imkânınız asla olmaz.
Hiç evden dışarı çıkmayan kader arkadaşlarınız vardır. Hiç meyve toplamamışsınızdır söz gelimi. Tarlanızdan pek az mahsul çıkmıştır. Dünyanızı açamaz/aşamazsınız.
Başkalarından daha fazla taşınmak, yardım görmek, himaye edilmek durumundasınızdır. “Yürümek nasıldır?” diye sorarsınız habire. Minnet, şükran, sevgi hislerinizi bile yeterince ifade edemezsiniz.
“Engelli” diye tanımladığımız, bir kalıba sıkıştırdığımız insanların hasretleri, bekleyişleri çok daha kıyıcı, yakıcı olsa gerek. Fazla kıpırdayamaz; hayatlarında büyük köklü değişiklikler görülmez.
Fakat “spastik engelli” Hande Dağ, tüm bu olumsuzlukları aştı.
Bazıları için unutulmaz bir tarih olan 31 Mart 2012’de, 48. Kütüphane Haftası münasebetiyle TYB’ce düzenlenen “Yazarlar buluşması ve imza günü” etkinliğinde önemli bir ilk yaşandı. Hande Dağ’ın aramızdaydı ve o gün kendi kitabını imzaladı. İlk kitabı ve imza günü.
Gün; yürekli Hande’nin hayaliyle, okurun yazarıyla buluşmasına şahitlik ediyordu. O da (Konya’da) yaşıyordu, hem de burnumuzun dibinde.
Hayatta en fazla yürümeyi ve Yazarlığı arzu etmişti. Her kitaba, müellifine özlemle bakıyordu. Gezemediği cadde sokaklardan, yürüyemediği meydanlardan, ıssız kütüphanelerin keçi yollarından buram buram kitap kokusu geliyordu.
Hande ve engellilerin mücadelesi, 2012’de yayınladığı “Yaşama Savaşım/ Bazıları Dağ(larca)dır” kitabıyla daha anlamlı, görünür hâle gelmişti.
Hayatlarında kaç türlü savaş verirler, nefesleri kaç kere kesilir ve sonra nasıl yılmazca yürürler, bir nebze bilindi.
Sahi, Dağ’lar da yürürdü. DAĞ’ın ikinci atağı, öykülerinin toplandığı Dağ Yürüyüşleri’yle (2015) geldi.
…
Kitaplarının yayınlanmasında Sevgili Hande’ye bazı yardımlarda bulundum. Ki en güçlü, en sağlam insan bile, ömrü boyunca çevresinden çok çeşitli, gizli aşikâr yardımlar alır. Himaye ve himmet edilir, yol gösterilir, teşvik görürdü. Sadece engelliler değil.
Ancak fark ettim ki asıl öğretmenliği O bana yapmıştı. Direnmeyi, pes etmemeyi, kanaati, küçük sevinçleri ama düşünülür ve incelenirse azîm nimetleri, hayatın kıymetini, birbirine karışmış Sevgi kelimelerini…
Ruhuma sızdı; elim ayağım kalemim, nefesim, sanatım oldu.
Ben ki hep nefsimi, daima kendi edebî hayatımı gözetmiştim. İlk defa dayanışmanın paylaşmanın açılmanın zevkini, huzurunu tattım yaşadım.
Bu satırların yazıldığı anda, bir hastane odasında hayat memat mücadelesi veriyor. Sonuç ne olursa olsun Hande yine Muzaffer. Hep engelsiz seçkin bir öncü, güzel bir sayfa.
Yazdığım kitapların akıbetini, bilhassa Hakk katındaki değerini bilemem.
Fakat el ele tutuştuğumuz iki kitaptan; Hande’nin ve mübarek müstesna annesi Şükran Dağ’ın yüzü suyu hürmetine biraz ümidim var.