Hamlıktan Kemale Yürümek

Nurten Selma Çevikoğlu

Yazımıza yine, ‘Selam duâsı’yla başlamak isteriz;

Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’

Efendim, her şeyin bir başı varsa, sonu geliyor elbet. İşte bugün 18. beyitteyiz. Devam edebilecek miyiz derken, istişâre ettiğim kişiler, devam etmemi tavsiye ettiler. Bu sebeple, ilk 18 beyitten sonra, yine Mesneviyi yazma yollarına çıkacağız nasipse, bakalım, hayırlı olur inşallah efendim. Bu arada siz okuyucularımdan dua bekliyorum. Başlayalım 18. beyte;

Çiğ, ham, acemi olanlar; pişmiş, tecrübe görmüş olanların hâlinden anlayamaz. O halde sözün kısa olması gerekir, vesselam.” (18. Beyit)

Kişiyi en iyi ancak kendi gibi olanlar anlayabilir, başkası değil. Câhil câhille, ârif ârif ile anlaşır. Zanaatkar-zanaatkârla, esnaf-esnaf ile hallaşır. Bu bilinen bir vâkıadır. Farklı kulvarda olanlar birbiriyle anlaşamazlar ve dahi birbirlerini anlayamazlar. Madde erbâbı olanlar mânâ erbabını bilmezler, anlamazlar, durumlarına da akıl-sır erdiremezler.

İnsanların anlama ve anlayış kapasiteleri farklı farklıdır, onların anlayışlarına göre konuşmalı. Peygamberimiz aleyhisselam öyle yapardı. Ama bâzı ham insanlar vardır ki, bunlar olgunlaşmamıştır, hayat okulu onları pişirememiştir. Böylelerinin davranışlarında hayır yoktur, kırarlar, incitirler, bozarlar, yıkarlar bu sebeple, etrafları tarafından huzursuzluğa vesile olurlar. Kalplerindeki problemli duyguları dillerine ve davranışlarına yansır. Yaşları ilerlese de, yerleşen menfi alışkanlıklar, o kişileri bir türlü olgunlaştırmaz, çiğ davranışları hep devam eder. Dolayısıyla bunlarla sözü uzatmaya gerek yoktur. Kısa kesmek en güzelidir.

Bu insanlarla muaşeret, tıpkı çiğ nohut yemeye benzer. Çiğ nohutu yemeye çalışanın nasıl dişi kırılırsa, ham insanlar da karşısındakilerin kalplerini kırarlar. Bunların tavırları, zaman içinde hayatta başına gelenler, onları olgunlaştırmaya yetmediyse, daha ne olacaktır ki? Mâkul ve tecrübeli insanlar, dünya hayâtında, imtihan gereği olan olmazsa olmazları, yâni dert-belâ ve sıkıntılar, mânâ ehli tarafından, ahreti kazanma basamakları olarak değerlendirirler. Bunlar, insanı olgunlaştırma süreçleridir. İnsan dünyâya keyif etmeye, rahat bir hayat yaşamaya gelmemiştir. Mânâ erleri hamlıktan kemâle giden yolda yolcu olarak ilerlerken, elbette yolda bâzı engebelerle karşılaşacaktır. Hayat yolu pek tabii dümdüz değildir. Bâzıları bu yolda kendilerini olmuş görürler, bâzıları ham olduğunu bilirler, pişmek için ateş ararlar, bâzıları da, lezzetli olabilmenin derdine düşerler.

İşte böylesi bir hayat yolculuğunda, kişinin hamlıktan kurtulup, Yüce ve Aziz olan Rabb’e kul olabilmek bilincine kendini eriştirebildiyse, ne mutlu ona! Tabi bunun için bir kâmili mürşide bende olmak ve onun terbiyesinden geçmek gerektir. İçinde yaşadığımız şu hayat, ebedi saadeti kazanma mecrâıdır ve dahi bu hayat târife sığmayan bir gerçektir. Cenâbı Hakk, yarattığı her varlığa bu dünyâda kalabilmek ve varlığını devam ettirebilmek için ‘Hayy’ ismi ile tecelli ederek ona güç vermiştir. İşte her varlık bu güçle, hayâtiyetini sürdürür. İnsan Allah Teâlâ’nın ‘Hayy’ esmâsıyla mânâ hayâtını inkişaf ettirerek geliştirirse, o zaman o, nefsiyle bütünleşir, Rabb’iyle arasındaki engeller kalkar ve insan meleklerden daha üst seviyeye gelir. Dolaysıyla kul, bu halde hamlıktan kurtulur, kemâle erişir. Bu insan için ne güzel bir hal olur! Pek tabi bu hâli ham insan anlayamaz.

İnsan dünyâda çıktığı hayat yolculuğunda, başına gelenlere aldırmadan kemâlat merdivenlerini çıkmak adına, celal ve cemal tecellilerini yaşayarak ilerlemesi kişi için güzel bir kazanımdır. Dikey basamakları dosdoğru geçebilmek, kendisine dünyâda bahşedilenleri ahrette kıymetlenmek üzere şeref vesikaları olarak görmekle mümkündür. Yanı sıra dua ederek, Hakk’a vuslata erişebilmek adına gayret ederken, bu arada gelişme evrelerini tamamlar. Âşığa aşk ateşinin nihâyetinde, muhabbetin nûru tecelli eder. Artık onda nar ve nur bir arada bulunmaz. İşte bu tür insanlar yanarak pişmiş, nar değil nur ehli insanlardır. Onlar için en büyük kuvvet kaynağı Hakk’ın rızâsıdr.

İnsanın özüyle buluşması, yanmak, ağlamak, inlemek neticesinde oluşur. Bilinsin ki, insan, meşakkatler üzere bir hayat yaşar. Bu sebeple çile ve dertler değerlidir. İnsana bilhassa pişmek üzere; ‘Yoksa derdin, git kendine dert ara’, demişlerdir. Ama ‘bugün kim derdi, sıkıntıyı ister? Desek, herkes dertten sıkılır biran önce kurtulmak ister. Hz. Mevlana’ya göre ham ve çiğ insan arasındaki fark beyaz ile siyah arasındaki kadardır. İkisinin de dıştan görünüşü insandır. Biri hamdır diğeri ise olgun. Bu tıpkı suya benzer, iki bardakta, ayrı ayrı su bulunsa, bunlardan biri tatlı biri acı olsa, sonuçta ikisi de görünürde sudur, fakat biri acı iken diğeri tatlıdır. Bunu ancak işten anlayan bilir. İşte durum bundan ibârettir, vesselam.

Efendim hayırlı cumâlar.




Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.