İşbaşına gelen iktidarların hemen hepsi aldıkları oy oranlarından bağımsız olarak kendilerini halkın seçtiğini ve yaptıkları icraatlar ile de kendilerinin halkın iktidarı olduklarını iddia ederler.
Hatta 27 Mayısta, 12 Eylül de ve 28 Şubatta milletin oyuyla işbaşına gelen iktidarları askeri güçle alaşağı edenler bile aynı iddia da bulunurlar.
Hangi devlette veya hangi millette olursa olsun bu beyan istisnasız bir durumdur.
Ama gerçek öyle midir acaba?
Muhalefeti boş verin. Onlar her zaman zaten iktidarları aleyhinedir ya.
Peki, iş başında olan iktidarlara oy verdikten bir müddet sonra yapılıp edilenlerden oluşan hoşnutsuzluklar nedeniyle iktidarlardan şikâyet edenlerin dediklerini de mi boş vermek gerekir?
Yani muhalefetin söylediklerine gerçek dışı şeyler demek kolaydır da iktidarı destekleyerek iş başına getirenlerin gördükleri zulümler neticesinde söyledikleri de mi yalan ve dolandan ibarettir.
Elim kırılsaydı da oy vermeyeydim diyenleri de boş verin.
Ama “Allah’ım(cc) nasıl bir zamana denk geldik ya rabbim” diyenlerin şikâyetlerini de mi boş verip “SABIR HACI” diyeceğiz?
“Nasıl bir ülke de yaşıyoruz, bu nasıl bir yönetim altında yaşıyoruz?” diyerek daha iyi bir hayat yaşamak isteyenlerin taleplerini yerine getirmek yerine biraz daha fazla “LA HAVLE” çekmeyi mi tavsiye edeceğiz hep?
Nasıl bir zaman diliminde yaşıyoruz ki böyle şeyler hep bizde oluyor diyerek kendince hayıflanan insanlara şu son bir senede yaşadığımız şeyler daha iyi günlerimizdir, ileriki zamanlarda daha beterine hazırlanmalıyız şeklinde ikazda mı bulunacağız?
Yoksa insanların çoğunluğunun içinde bulunduğu derin bir hipnoz durumunda olmaları yukarıdaki gibi şikâyet ve itirazlarda bulunup kendilerini helak etmelerinden daha iyidir diyerek kendimizin ve diğer insanların kafa konforlarını bozmamayı mı tercih edeceğiz?
Şöyle bir iddiada bulunmak yanlış olmayacaktır:
İnsanlar dünya tarihinde bu dönemde olduğu gibi hiçbir dönemde bu kadar karanlık ve gelecekten umutsuz bir şekilde yaşamamışlardır.
İnsanlar hiçbir dönemde geleceklerini bu dönemde olduğu kadar meçhul bir zaman dilimi olarak görmemişlerdir.
İnsanlar hiçbir dönemde bu dönemde olduğu kadar çevrelerinde olan bitene bigâne kalmamışlardır.
Ve insanlar tarihin bu döneminde olduğu kadar çevrelerinde olan biteni anlamayı boş vermiş bir halde yaşamamışlardır.
Çünkü insanların belli bir yaş üstü olanları evlerinin en başköşesine koydukları televizyon denilen alet vasıtasıyla her biri diğerinden daha beter olan filmler ve dizilerle uyutulmuşlardır.
Gençler ise hiç birisi diğerinden daha geri kalmayan ateizm ve şehvet üzerine programlanmış organizasyonlarca yayımlanan ve aslında agresif ifadelerden başkaca bir şey de olmayan müzik ve filmlerle bencillik ve şiddetten başka bir şey bilmeyen bireysel saldırgan fertler hale dönüştürülmüşlerdir.
Kendisini dünyanın jandarması olarak gören Amerika’dan, son 1,5 yıldır insanlığın başına gelen en büyük musibetlerden biri olan virüsün kaynağı olarak gösterilen Çin’e kadar uzanan coğrafyada bu durumu yaşıyoruz.
İnsanların ruhi, bunalımlarını ortadan kaldıracak faaliyetler yerine sürekli olarak bilinçaltını hoyratça etkileyen bir saldırgan hayat tarzını dayatmanın sonucunda bu günkü geldiğimiz zaman dilimi maalesef insanlar kısa sürede normalin dışındaki isteklerinin bile derhal karşılanmasını isteyen inancı ve ilkesi olmayan canlı hayvansal organizmaya dönüştürmüştür.
Dinini ve tarihini kurgulanmış sinema filmleri ve televizyon dizilerinden öğrenen insanlara ailelerinin ana babalarının yaşadıkları elbette anlamsız gelecektir.
Senenin belli dönemlerinde başlayan ve biten futbol mücadeleleriyle yatıp kalkan bir insanın desteklediği takımın başarısına sevinip başarısızlığına üzülerek sürdürdüğü birer haftalık yaşam periyotlarında soykırımcı zalim çin devletinin zulmü altında inleyen Müslüman Uygur Türklerinin feryadı elbette yer bulamayacaktır.
Siyonist israilin Müslümanların ilk kıblesi olan mukaddes Kudüs şehrini doğu ve batı diyerek önce ikiye bölüp başkent ilan etmesi ile başlayan Filistinli Müslümanların kan ve gözyaşı dökerek sürdürdükleri bölünmez Kudüs mücadeleleri 3 hak(!) dinin temsilcileri yönetsin teklifleri ile üç kuruşa satılan Mavi Marmara şehitleri davası gibi akamete uğratılacaktır.
Ya da bunları hiç dert etmeyin ve yukarıda ifade etiğimiz gibi kafa konforunuzu hiç bozmayın.
Üretimden ziyade tüketime, millete ve devlete faydadan ziyade imaja, Ekonomik bağımsızlık için ülke insanın ürettiği maldan ziyade malı kimin ürettiğini hatta nereden geldiğini bile önemsemeyen ve emekten ziyade hizmeti önemseyenlere katılıp gelenekten modernliğe, modernlikten de post modernliğe terfi etmenin keyfini yaşayın.
Nasılsa dünya milletleri kendileri tarafından seçilmiş olmalarına rağmen gittikçe hukuk devletinden kanun devletine, hatta polis devletine evirilen halkın iktidarları tarafından yönetiliyor.