RÖPORTAJ: MEHMET AKİF SÜTÇÜ
İNZİVAYA ÇEKİLME HAKKIMIZ YOK
Konya’dan çıktığı yolda tüm Türkiye’yi etkileyen ve dünyada önemli başarılar kazanan Türk Halk Edebiyatı ve Halk Bilimi duayenlerinden Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, Merhaba Gazetesi'ne konuştu. 75 yıllık hayatında 56 kitaba ulaşan Sakaoğlu, bir yazarın inzivaya çekilme hakkının olmadığı ömürünün sonuna kadar araştırma yaparak yazmaya devam edeceğini ifade etti.Kültürle beslenmeyen edebiyatın bir kanadının kırık olduğunu işaret eden Sakaoğlu, “Edebiyatsız bir milleti düşünmek bile istemiyorum” dedi.
YEDEK KONYALIYIM
Doğma büyüme bir Konyalı olduğunu söyleyen Sakaoğlu, “Konyalılığı kendisine bir iş düştüğü zaman hatırlanan bir yedek Konyalıyım” dedi. Konyalılığın yedek kulübesinde bile olsa kendisi için makbul olduğunu belirten Sakaoğlu, “Ben, Konya’ya göre gömleği bol, pantolonu dar (veya tersi) olan birisiyim. Ama adımız cümle âlemde goca gonyalı’ya çıktığı için bu şehrin hizmetinde olmak bana şeref vermektedir. Tabii o hizmet sırası bize gelir mi, gelirse mezar taşımıza mı tebliğ edilir, onu bilemem” dedi.
**Sayın Hocam, konuşmamıza başlamadan önce sizi okuyucularımıza kısaca tanıtmak isteriz. Bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
-75 yıllık bir ömrün kısaca tanıtılması nasıl olur, bilemiyorum. Galiba; doğmuşum, okudum, çalıştım, emekliyim, yazıyorum dersem yeterli olur mu? Olmaz tabii… Kısaca da olsa okuyucularımız bizden neler neler beklemezler ki… İşte sorunuzun cevabı: Eskilerin kafa kağıdı adını verdikleri o 28 sayfalık defter benzeri kimlik kitabımda doğum tarihim olarak 20 Mart 1939 yazıyorsa da asıl doğum tarihim 20 gün önceymiş: 28 Şubat 1939. Yaşlıların deyişiyle henüz ‘Alaman Harbi’ patlamamış, daha altı ay var. Öğretim görevlisi Yurdanur Hanım’la evliyim. Selcen ve Seren adlı iki kızımız, ikincisinden ise Güven adlı bir torunumuz var. Basılı kitaplarımın sayısı 56, yoldakilerle sayı bu yıl 60’a dayanacak… Yetiştirdiğim hayırlı ve hayırsız öğrenciler, bildiriler, ödüller, bilim yolculukları, askerlik, Amerika yolculuğu, ameliyatlarım, köşe yazarlığım, yaz yaz babam… Sonu gelmez ki… En iyi burada keselim. Arzu erdenler, henüz yenilenmemiş olsa bile www.saimsakaoglu.com adresine bakabilirler.
**Kendinizi geliştirmenizde esin kaynağınız olan kişi/kişiler var mı?
- Var, hem de birkaç tane… Bunların başında üniversitedeki hocalarım gelir: Ord. Prof. Dr. Reşid Rahmeti Arat, Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş… Üniversite dışından da bazı adlar var. Mesela Peyami Sefa… Onun hayatını okuyunuz, niçin andığımı anlayacaksınız. Orhan Şaik Gökyay hocamızı elbette unutmayacağım. Daha niceleri…
** Bir yazar inzivaya çekilebilir mi? Çekilmeli mi?
-Bir yazarın inzivaya çekilme hakkı yoktur, ancak yaşlılık, hastalık, vb. sebeplerle onun da inzivaya çekilme hakkı vardır. Aslında bana kalırsa önemli olan inzivaya çekilmesi gerekenlerin bu haklarını (!) kullanmamalarıdır. Taş yerinde ağır hesabı, yazar kendini ölçüp biçmeli, ondan sonra yazmaya devam etmeli veya dinlenmeye çekilmelidir. Sekseninde hâlâ eski canlılığıyla yazanların yanında ellisinde barutunu tüketenlerin varlığı da unutulmamalı. Ad vermeyeceğim, bir gün bu satırlarımızı okuyan veya bunlardan haberdar olanlar bana kırılabilir, aleyhimde olmadık rezilliklere baş vurabilirler. Bilim ve sanat dünyası bu tiplerle doludur.
**Hâlen üzerinde çalıştığınız eser var mı?
-Bu sorunuza bir hikâye ile başlayayım. Adamın biri zevkine göre bir meyve bahçesi oluşturmuş. Sevdiği ağaçlardan da bahçesini zenginleştirmiş. Derken birkaç yıl sonra bazı ağaçlar meyve vermeye başlamış. Yıllar ilerleyince meyve veren ağaçların sayısı artmış. Öyle bir yıl gelmiş ki neredeyse bütün ağaçlar meyvelenmiş.
Ben de yıllardan beri çeşitli eserler üzerinde çalışıyorum. Bitenleri günü gelince yayımladım. Sırada birikenler var. 2014’ün ilk altı ayında iki kitabım yayımlandı: Sâim-Nâme / Bir Adın Hikâyesi ve Eflâtun Cem Güney. Fahrünnisa Mahallesi-Çaybaşı Caddesi adlı kitabım basımevi yolcusu, Âşık Edebiyatı Araştırmaları ise Eylül başında raflardaki yerini alacak. İsterseniz öbürlerini saymayalım; ne olur ne olmaz…
KORSAN KAYNAKLAR SÜREYİ UZATIYOR
**Eserlerinizi nasıl kaleme alırsınız? Yazma eyleminizin bir hazırlık, geliştirme, son şeklini verme süreçleri var mıdır?
- Her eserimin bir ön çalışma süreci vardır ve olmalıdır da… Bu süreç eserimin konusuna göre değişebilir. Bizim malzeme adını verdiğimiz eserlerimize kaynak olacak bilgileri toplamak zaman alıcıdır. Yıllarca sürebilir. Hatta geçici olarak askıya alıp araya başka eserlerimizi sıkıştırdığımız da olmuştur. Hâlâ kendisinin tamamlanmasını bekleyen çalışmalarım var. İnşallah ben hayattayken onlara da basımevi yolu görünebilir. Üzerinde kesintisiz iki üç ayda çalışabildiğim takdirde tamamlanacak olan eser taslaklarım da var. Ama araya giren korsan yazılar, bildiriler, mülakatlar bu iki üç ayın yakasını bir araya getiremiyor.
** Bir Konyalı olarak Konya kültürüne ait ne gibi çalışmalar yaptınız?
- Ben, doğma büyüme bir Konyalıyım ama Konyalılığı kendisine bir iş düştüğü zaman hatırlanan bir yedek Konyalıyım. Olsun, Konyalılığımız yedek kulübesinde bile olsa benim için makbuldür. Tabii beni asıl kadroda gören dostlarıma söyleyecek iltifat cümlesi bulamıyorum. Ben, Konya’ya göre gömleği bol, pantolonu dar (veya tersi) olan birisiyim. Ama adımız cümle âlemde goca gonyalı’ya çıktığı için bu şehrin hizmetinde olmak bana şeref vermektedir. Tabii o hizmet sırası bize gelir mi, gelirse mezar taşımıza mı tebliğ edilir, onu bilemem.
İşte Konya için yazdıklarım:
1. Çaybaşı Yazıları (2000 ve 2002). Alanında ülkemizde benzeri olmayan bir cadde kitabı…
2. Konya Üzerine Şiirler (2002). Beş bölüm ve alt bölümlerden oluşan bir şiir güldestesi… Hâlâ ülkemizde bir benzeri hazırlanamadı.. 3. Konyalı Hattat Hafız Mehmet Sakaoğlu (2010). Tanınma imkânı bulamamış bir hattatın, babamın hikâyesi… Her evladın böyle bir kitap yazmasını bekleriz.
4. Konya Ağzı Üzerine Araştırmalar (2012). Gonyalıca deyip gubuzlandığımız ağzımızla ilgili ilk bilimsel çalışma.
5. Meram Yazıları (2012). Meram üzerine yazdığım yazıların harmanlandığı bir kitap…
6. Nasreddin Hoca üzerine yazdığım üç ayrı kitabı da hatırlatmak isterim.
Bir de kırk yıldan beri yazdığım Konya ile ilgili makale, bildiri, kitap tanıtması, vb. yazılarımdan oluşacak olan Konya Yazıları veya Konya Üzerine Yazılar… 1000 (bin) sayfayı birazcık geçebilir.
ÇAKTIRMADAN SEVDİRECEKSİNİZ
** Yeni nesillerin halk edebiyatı ve halk bilimine olan ilgisini nasıl görüyorsunuz?
-Bu bir merak, aşk ve sevgi işidir. ‘Gel evladım, seni halk bilimci yapalım’ türünden teklifler pek de ilgi göreceğe benzemez. Bu işler bir gönül işidir, zorlama ile olmaz. Hele hele şan ve şöhret ile para mara da getirmeyeceği için gönül verenini zor bulursunuz. Bir Cahit Öztelli hocamız Konya’ya gelmeseydi Seyit Küçükbezirci gazeteci ve kooperatifçi olarak kalırdı; benim gönlümdeki ateş de küller arasında kaybolur giderdi. Konya’nın has evladı İhsan Hınçer ve A. Sefa Odabaşı kim bilir hangi güzel teklifler veya merakların peşine takılıp gitmişlerdi de bizlere hazineler bırakma mutluluğuna erişmişlerdi. Ve daha nice güzel insanlar... İşimizi, biraz da argo katarak söyleyeyim, gençlere halk edebiyatını ve halk bilimini çaktırmadan sevdireceksiniz.
**Halk edebiyatı çalışmalarına ilginiz ne zaman doğdu? Bu alandaki çalışmalarınıza ne zaman başladınız?
-Halk edebiyatı ile ilgimin başlamasının iki ayrı tarihi var. Birincisi, rahmetli cici ninemin anlattığı masallar ile ilkokulda okuduğum kitaplar dönemidir. Ancak ben bu ilginin halk edebiyatı filan olduğunun farkında bile değilim. İkinci ve asıl dönem ise Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne, o günlerdeki adıyla asistan olarak göreve başlamamla ilgilidir. Belki ilkini bir şuuaraltı dönemi, ikincisini ise dışavurum dönemi olarak algılayabiliriz. Başlayış o başlayış, hâlâ ben onun peşinde mi koşuyorum, yoksa o mu benim yakamı bırakmıyor, bilemiyorum. Bakalım bu koşuşturmayı kim kazanacak…
** Türk edebiyatında en beğendiğiniz şair ve yazarlar kimlerdir?
- Benim şairlerim benim dünyamın şairleridir. Bir, Nâdim-i Hayat şairini çoğumuz bilmez ve bu şiirdeki, Bir gül koparıp koklamadan toprağa düşmek mısrasıyla tanışmamıştır bile. Hem de bir âlim olan şiirimizin dört Ahmet’in den biri ne diyordu: Dönmeyen gemiler olduk açıktan / Adımızı soran, arayan var mı? İki eski hemşerimizi de şöyle bir hatırlayıverelim. Torosların eteklerinden nasıl da sesleniyorlardı: Bir de senin için yanmayacaktım diyordu daha yaşlı olanı. Öbürü ise hakîmane bir söyleyişle onu tamamlıyordu. Gerçek hayali aştı, ufuklar uzak değil / En olmaz isteklere uzanmak yasak değil. Acaba, İçim güvercinleri okşamış gibi rahat diyen senfonik ses kim ola ki sizce? Haydi, bir de örnek vermeden ad verelim: Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu… Onun destanî eserlerini okuyup da ürpermemek mümkün mü?
TOZU DUMANA KATTILAR
Yazarlara gelince… Vallahi son çeyrek yüzyılda nev-zuhur pek çok yazarımız ortalığı toz dumana kattı. Kimi İngilizce yazıp birilerinin yardımıyla Türkçeye çevirdi, kimi ak’ıyla, kara’sıyla, kırmızı’sıyla bir ressam tavrını yakalamaya çalıştı, filan.
Ben yazar olarak Peyam Sefa’yı beğenirim. Sadece onu mu? Daha nice romancımız var da özellikle son çeyrek yüzyılda yazılan yüzlerce romana eğilemedim. Okuduğum birkaç romanla da karar vermeyi doğru bulmuyorum. Alanımla ilgili çıkan onca kitaptan roman okumaya pek az zamanım kalıyor. Ancak bol bol roman eleştirisi okuyor, onları değerlendirmeye çalışıyorum. Onun için benim romanlarım geçen yüzyılda okuduklarım diyebilirim. Haydi ad vermeyi sürdürelim. Tarık Bey, Emine Hanım…
**Edebiyatın millet oluşumu ve kültür gelişimindeki etkileri hakkında ne söylemek istersiniz?
-Edebiyatsız bir milleti düşünmek bile istemiyorum. Onun için dilleri olan topluluklar farkında olmadan da edebiyatlarını ortaya koyuyorlar, ama biraz ilkel, ama biraz acemice. Zaten böyle olmasa da zirveye de birden çıkılmaz ki. Dili ve edebiyatı olan toplum, aslında kültürünü ortaya koyan toplumdur. Kültürle beslenmeyen bir edebiyatın bir kanadı kırık gibidir. Onun için; dil-edebiyat-kültür üçlüsünü iyi korumak, gözetmek ve yüceltmek zorundayız. Yoksa Timur gibi anılmaya başlarız.
** Akademik hayatınızda aldığınız ödüller nelerdir?
- Vallahi hepsini saymak istemiyorum. Son beş yıl içinde layık bulunduğum ödüllerimi sayıvereyim yeter.
1. 2006’dan (Gaziantep) sonra 2011’de de (İzmir), Kültür Ve Turizm Bakanlığı tarafından yaptığım hizmetlerden ötürü, düzenlenen özel toplantılarda Bakanlıkça tebrik edildim.
2. Türk Dil Kurumu’nun kuruluşunun 80. Yılı münasebetiyle, ‘Türk Diline Emeği Geçen Bilim Adamı’ olarak şeref belgesine layık bulundum.
3. İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği)’ın 2012 yılı Şeref Ödülü’ne layık bulundum.
4. ESKADER (Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği / İstanbul)’in 2013 Türk Halk Edebiyatı Ödülü’ne layık bulundum.
5. 2010 yılında İstanbul’da düzenlenen, Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları 10’uncu Zirve Toplantısı’nda alınan kararlardan biri de, Türk Dünyası Kültür Başkenti uygulamasının başlatılması idi. İlk kültür başkenti uygulaması, Kazakistan’ın yeni başşehri olan Astana’da 2012 yılında gerçekleştirildi. Bu yoğun etkinliklerin ikincisi ise 2013 yılının 21 Mart günü Eskişehir’e devredilmiş ve 21 Mart 2014’e kadar devam etmiştir. 20 Mart 2014 tarihinde Eskişehir’de düzenlenen ve her ülkeden bir kişiye verilen Türk Dünyası Bilim Kültür ve Sanat Ödülü Türkiye’den bana verilmiştir.
**Edebiyatımızın dünü, bugünü yarını hakkında kişisel görüşlerinizi alabilir miyim?
- Dünü, bugünü ve yarını… Cevabı zor bir soru… Dünü ayrı, bugünü ayrı, ne olacağı belli olmayan yarını da ayrı… Edebiyatımız dünü güzelin de güzeli idi… Bunu kimse inkâr edemez. Bugün’ü deyince süreyi nerede başlatacağız? İyiler de var… Ancak bazı şeylerin ayağa düşmesi gibi edebiyatın da ayağa düşen dalları olmuştur. Gelin bu konuda benden fazla bir görüş beklemeyin. Bazı romanların adları bile bize fikir verebilecek birer güzellik (!) taşımıyor mu?
**Sizce Türkiye’deki eğitim sistemi okumaya teşvik edici mi?
- Evet ama bilgisayar ekranını okumaya teşvik edici olarak... İnternet kafelerde hazırlanan edebiyat ödevlerinden ne hayır bekleyebiliriz ki… Bizim gençliğimizde kitap okumak bir ayrıcalıktı, şimdi ise okumamak… Yüreklendirici öğretmenlerimizin çabalarını takdirle karşılıyorum ama onlar kaç kişi kaldılar ki.
** Edebiyat çalışmalarınıza paralel olarak yaptığınız farklı etkinlikler, bir sosyal aktivite veya spor var mı?
- Ne acıdır ki yok! Bu yaz yeniden günlük spor etkinliklerime başlayacağım, Söz. Bir zamanlar etkili bir dernekçi idim, şimdi ise etkisiz… Açık ve güzel havalarda dolaşmayı bu arada sayabilir miyiz? Artık yavaş yavaş dönüştürerek kaybettiğimiz Konya’mızın tarihî sokaklarında dolaşmayı da hatırlatmak isterim…Ne dersin, kabul mü?
** Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?
- İşte en zor soru bu… Eskilerin bir sözü vardı, hâlâ söylenir. Derlerdi ki: Bir dokun bin âh işit kâse-i fağfurdan! Yani, Çin işi kâseye şöyle bir dokunuverin, o da sallanıp yere düşüversin; bakın o zaman nasıl binlerce ses çıkacaktır. Sakın bana dokunmayın, çünkü ben değil bir, bin kâse-i fağfurdan daha duyarlıyım. Bu ‘son olarak’lar için ayrı bir konuşma yapmak gerekir, çünkü bunlar konuşmanın öksüz ve yetim çocukları gibi kalıyor.
Saim Sakaoğlu kimdir?
1939 yılında İstanbul'da doğdu. 1951 yılında Hakimiyet-i Milliye İlkokulu'nu, 1955 yılında Konya Lisesi'nin orta kısmını ve 1959 yılında ise lise kısmını bitirdi. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Ayrıca Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'nu da bitirdi. İlk görev yeri Tokat Gazi Osman Paşa Lisesi'dir. Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’ne öğretim üyesi olarak girdi. 1977 yılında asistan doktor, 1978 yılında doçent doktor unvanlarını aldı. 1988 yılında Konya Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne profesör olarak atandı. 1988-1994 yılları arasında iki dönem Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığı yaptı.