Güncel yazılar serisi
Kürt sorunu çözümü noktasında, Türkiye’de bu konuyu en iyi bilen ve en duyarlı arkadaşımız Ömer Vehbi Hatipoğlu tarafından kaleme alınan bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Kaleme aldığı “Kürt Sorunu’nda Ezber Bozmak” adlı kitap gerçekten bir başucu eseri niteliğindedir.
Bu kitap, 1969 yılından beri Türkiye’nin temel ekonomik ve sosyal meselelerine çözüm üretme gayreti içinde bulunan ESAM (Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi) tarafından basılmıştır. Başta hükümet olmak üzere güvenlik güçlerine, valiliklere, sivil toplum kuruluşlarına ve köşe yazarlarına gönderilmiş ve ülke meselelerine çözüm aramak için çaba gösteren, beyni zonklayan insanlarımızın istifadesine sunulmuştur.
Bu çalışmayı en iyi okuyup değerlendirmesi gereken de AKP iktidarı olmalıdır. Zira terörle mücadele konusunda ilk yetkili bunlardır. Bu terör vahşetinin arkasındaki gücü, dürüstçe teşhis ve ifşa etmeden terörle mücadele yapılamaz.
AB’ye girme çabaları sürdükçe ve ABD’ye stratejik ortak olma uğruna milli çıkarlarımızı bir kenara bırakıldıkça, terörle mücadelede başarıya ulaşılamaz.
Çünkü PKK sözde stratejik müttefiklerimizin kucağında büyüyen ve onlara hizmet eden Doğu ve Güney doğuyu İslam’dan uzaklaştırmak isteyen ateist ve taşeron bir örgüttür.
Terörü odaklarına her türlü desteği verenlerle teröre karşı işbirliği yapılamaz. Bu nedenle Türkiye derhal dost ve stratejik diye tanımladığı ülkeleri gözden geçirmeli İsrail, Amerikan ve AB politikalarına teslim olmak yerine, kendi milli duruşunu ortaya koymalıdır.
EKONOMİDE 2012 YILI
2012 yılı maalesef ekonomik açıdan da durum pek farklı değildir. Mevcut hükümet iktidarda bulunduğu 10 senedir, “Borç yiğidin kamçısıdır” diyerek, Cumhuriyet tarihinin en yüksek borçlanmasını gerçekleştirmiştir. AKP iktidarında Türkiye’nin iç ve dış borç toplamı 500 milyar doları geçti. Bu Cumhuriyet tarihindeki bütün hükümetlerin toplam borçlanmasından daha fazladır.
Zaman zaman Başbakanın; “IMF’ye olan borcumuzu 10 milyar dolar veya 5 milyar dolardır” dediğini duymaktayız. Söz doğru olabilir ama eksiktir. Şöyle ki Türkiye’nin dış borcu sadece Hükümetin borcundan ibaret değildir. Ülkemizde Belediyeler, KİT’ler (Kamu iktisadi teşekkülleri) ve daha da önemlisi Özel sektörün kullandığı borçlar, da bu borca ilave edilmelidir. Çünkü bütün bu kuruluşlar bir dış kredi alacaklarsa bunu ancak “Devlet garantisinde” alabilmekte, başka türlü temini etmeleri mümkün olamamaktadır.
Nitekim bizden alacaklı ülkeler Türkiye’nin borcu olarak sadece hükümet borcunu değil, tüm alacaklarını kastederek konuşmaktadırlar. Aslı da budur. Çünkü hükümetin garantör olamadığı hiçbir borç, talep eden kuruluşlara verilmemektedir.
Bu konuda iktidarın beceriksizlik ve kötü yönetimini şu olay çok açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye 70 milyar dolarlık döviz rezervini (birikimini) yüzde 4–5 faizle Batı ülkelerinin hazine bonolarına bağlarken, dışarıdan aldığı dış borçlara yüzde 17 faiz ödemektedir.
MEMURA VE İŞCİYE NE KADAR
Her hafta faizciye 1 milyar dolar, milletvekili maaşlarına büyük zamlar verecek olan İktidar, işçiye, memura, emekliye gelince yüzde 3 veya 4’lük maaş artışını bile bir lütuf olarak görmekte ve “Aman Yunanistan’a döneriz” demektedir.
Son haftalarda yapılan zamlar, çok büyük geçim sıkıntısında olan vatandaşlarımızı daha da yoksullaştırdı ve kendilerine kaşıkla verilen ücret zamları kepçeyle geri alındı.
Elektriğe, doğal gaza, benzine, fakir kebabı simide, LPG tüplerine, tütün ürünlerine zamlar yaptılar. Harçları, taşıt vergisini arttırdılar.
Siz kölelik kalktı diye düşünürsünüz ama asgari ücretli bu ülkede bir köle gibidir. 2 veya 3 çocuğu olan bir aile reisi eğer evi de kira ise yanmıştır. Fakirlik alt sınırı ve açlık alt sınırı olarak yayınlanan rakamlar ile asgari ücreti karşılaştırırsanız göreceksiniz ki bu insanlar ancak ölmeyecek kadar yiyebilmekte ama milli gelire katkıda bulunabilmek için köle gibi çalışmaktadır.
Şu anda “asgari ücret tespit komisyonu, Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in başkanlığında toplandı. Ve daha işin başında yaptığı açıklamada “Asgari ücretin ülke imkânları nispetinde artırılacağını” söyledi. Sizi temin ederim ki miktar yüzde 3 veya 4 olacak, bu miktar da asrımızın kölelerini kurtarmaya yetmeyecektir.
Kamu ve özel iş yerlerinde karşımıza çıkan bir büyük haksızlık da, orada iki ayrı statüde işçinin çalıştırılmasıdır. Bunlardan ilki kurumun kendi işçileridir ki bunlar sendikalıdırlar, toplu sözleşme haklarından yararlanmakta ve ücretleri yüksek seviyelerde seyretmektedir.
Diğer bir işçi çeşidi ise müteahhidin veya taşeronun adına o iş yerinde çalışanlardır. İş yerinin bütün ağır işlerini bu adamlar yaparlarken aldıkları ücret sadece asgari ücrettir.
Düşünebiliyor musunuz, bir iş yerinde iki ayrı statüde işçinin ne büyük sıkıntılara sebep olmakta, asgari ücretli işçi, hem iş yerine, hem hükümet ve devlet yöneticilerine ve hem de milletimize gönül koymaktadır. Ve bunda da haklı görünmektedir.
Hükümet, millet ve memleketin bütünlüğünü sağlamak istiyorsa bu iki uygulamayı teke düşürmeli ve asgari ücretten vergi almayarak, vergi gelirini işçiye bırakmalıdır.