Sevgili çocuklar,
Anadolu’muz da çok kullanılan bir söz var. Bu söze; “Halil İbrahim bereketi” derler.
Özellikle birisi diğerine yemek yedirdiğinde veya ziyafet verdiğinde kullanılan bir söz bu, “Halil İbrahim bereketi…”
Bereket demek, bir varlığın veya malın kullanıldığı halde eksilmemesi demektir. Eğer Allah dilerse mal veya paraya bu bereketini verir de, o mal veya para sizin ihtiyaçlarınıza yeter de artar bile.
Koyunları bilirsiniz, değil mi çocuklar,
Her sene tek yavru yaparlar. Ve her sene insanların et ihtiyacı için milyonlarcası kesilir, soframıza gelir. Ama nereye baksanız koyun bir sürüsü görürsünüz.
Köpekler bir kunnama da (doğurmada) 8 – 10 yavru birden doğururlar. Kimse de onları kesip et olarak kullanmaz. Siz, koyun sürüleri kadar köpek sürüsü gördünüz mü, hiç?
İşte hayvanlar arasında ki bu fark, koyunun bereketli bir hayvan olmasındandır.
Şimdi gelelim Halil İbrahim bereketinin hikâyesine…
HALİL VE İBRAHİM KARDEŞLER
Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış.
Büyüğünün adı Halil, küçüğünün adı ise İbrahim imiş.
Halil, evli ve çocukları da olan bir evin babası, İbrahim ise henüz bekârmış...
Bunların birlikte ekip diktikleri babadan kalma bir de ortak bir tarlaları varmış... Her yıl ne mahsul çıkarsa, ikiye pay eder, iki kardeş paylaşırlarmış. Bununla da geçinip giderlermiş...
Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı. İkiye ayırmışlar. İş kalmış buğdayı taşımaya. Ağabey Halil, bir teklif yapmış;
“İbrahim…” demiş. “Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle…”
“Peki, abi demiş İbrahim...” Ve Halil gitmiş çuvalları getirmeye... O gidince, düşünmüş İbrahim.
“Ağabeyim evli, eşi var, çocukları var… Onun evine daha çok para lazım. Onun buğdayı benden fazla olmalı…”
Böyle demiş ve kendi payından bir miktar buğdayı atmış ağabeyinin buğday yığınına...
Az sonra Halil gelmiş kardeşine;
“Haydi, İbrahim…” demiş, “Önce sen doldur da taşı buğdayı ambarına”
“Peki, abi” demiş İbrahim, yine…
İbrahim, kendi yığınından bir çuval buğday doldurup ambarına gitmek için yola çıkınca bu sefer Halil düşünmüş kendi kendine;
“Çok şükür, ben evliyim. Evim barkım var, kurulu bir düzenim var. Ama kardeşim henüz bekâr. O daha çok çalışıp, para biriktirmesi gerek. Ev kurup evlenecek, birçok masraf yapacak. Ona benden daha çok buğday lazım olacak…”
KARDEŞLİK FEDAKÂRLIKTIR
Böyle düşünerek, kendiden bir miktar buğdayı atmış kardeşinin buğdayı içine.
Velhasıl, biri gittiğinde öbürü, öbürü gittiğinde diğeri, kendi paylarından buğdayları atmışlar, diğerinin yığını içerisine.
Birbirlerinden habersizlermiş böyle sürüp gitmiş ve akşam olmuş, karanlık basmış.
Ama görmüşler ki taşı taşı bitmiyormuş buğdayları… Hatta azalmıyormuş bile.
Hak teala (Allah) onların bu halini çok beğenmiş ve onların buğdaylarına bir bereket vermiş, bir bereket vermiş ki sormayın gitsin...
Günlerce taşımış iki kardeş, ama bir türlü buğdayları bitirememişler. Şaşırmış kalmışlar bu işe... Aksine durmadan çoğalıyormuş buğdayları. Her iki kardeşin ambarları buğdayla dolmuş, taşmış.
Bugün “Bereket” denilince aklımıza, hemen bu kardeşler ve onların hikâyeleri gelir.
Ve her Anadolu insanı bir iyilik gördü mü karşısındakinden, o insanı kardeşi kabul eder ve bu duayı yapar...
“Allah sana Halil İbrahim bereketi versin” der…