Allâhü Teâlâ’nın izniyle Perşembe akşamı erişeceğimiz Miraç Kandili münâsebetiyle bu yazıyı kaleme alıyoruz. Şimdiden o özel güne hazırlanalım, kalplerimizi ve gönüllerimizi kâinâtın öğüncü yüce Peygambere açalım ve O’nun Hak katında ne büyük lütuflara mazhar olduğunu daha iyi idrak edelim diye istiyoruz.
O sallallâhu aleyhisselam efendimiz öyle mütevazı ve alçak gönüllü idi ki kendisi âlemlerin Rabbi ile hiç aracısız görüşmesine rağmen en ufak bir öğünmeye girişmeden oradaki cereyân eden Rabbi ile kendisi arasındaki özel durumlardan bahsetmeden bizlere sâdece Hak’tan gelen emir ve müjdeleri bildirmiş başkaca diğer ayrıntılara girmemiştir. Sitretül Müntehâya kadar Cebrâil(AS) yanındaydı fakat oradan öte vahiy meleği bile geçemedi. Rabbisiyle sidreten öte nûru bizzat müşâhade eden Peygamber efendimiz bize nûru ilâhiyle ilgili en ufak bilgi vermemiştir. Bu O’ndaki büyük tevâzuun bir göstergesidir. Ayrıca mânevi âlemlerdeki gizemleri kalbinin derinliklerinde bırakması bizlere ayrı mesajlar sunmaktadır. Aslında büyük ve muhteşem bir rûhâniyet âbidesi olan sevgili Peygamberimiz aleyhisselam âdeta ser verip sır vermeyen mânâ eri iken yeri geldiğinde ‘Ben kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.’ Diyebilen engin gönüllü bir kul peygamberdi.
İsra Sûresinden hareketle ilerleyelim istiyoruz yazımızda, Süleyman ATEŞ’in meâlinde İsra, ‘Gece yürütmek’ tir diye bahsediyor. Hz.Muhammed aleyhissalâtü vesselâm’ın Mi’rac etmek üzere geceleyin Mekke’den Kudüs’e götürülüşünün anlatıldığı ilk âyette Kur’ân Kerim’de şöyle buyuruluyor: “ Eksiklikten uzaktır O ( ALLAH) ki geceleyin kulunu Mescidi Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescidi Aksâ’ya yürüttü. O’na âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye(böyle yaptık.) Gerçekten O, işiten, görendir.” Âyetin ön açıklamasında; ‘Hz. Muhammed aleyhisselam, bir gece Kâbe çevresinde veya Ümmühâni’nin evinde uyku ile uyanıklık arasında bir durumda iken Cebrâil (AS) gelip onu bir burâka yâni mânevi bir bineğe bindirip önce Mescidi Aksâ’ya götürmüş, oradan da Mi’rac denilen mânevi bir merdivenle göklere çıkarmıştır. Hz. Peygamber gök katlarını dolaşmış, her katta çeşitli peygamberlerin ruhlarıyla görüşmüş ve en nihâyet yaratıkların bilgisinin ulaştığı son nokta olan Sidretu’l-Müntehâ’ya varmış, orayı da geçerek Allâh’ın huzuruna çıkıp doğrudan O’nun kelâmını işitmek şerefine erişmiştir. Beş vakit namazın farziyyeti ve Bakara Sûresi’nin son üç âyeti burada gelmiştir. Daha sonra Allâh’ın Rasûlü geri dönmüştür. Bu arada kendisine cennet ve cehennem gezdirilmiştir. Belki yılları alacak bu seyâhat bir anda oluvermiş, Resûli Ekrem aleyhissalâtu vesselam, döndüğünde yatağını sıcacık bulmuştur.
Tasavvufta zikrullah ile insan cisminin nur hâline geleceğine inanılır, nur hâline gelen bir insan, bir anda her tarafı dolaşabilir.(ışık hızıyla)
Mi’racın, mutlaka şu veya bu kânuna göre olduğunu kesin bir dille söyleyemeyiz. O bir mûcizedir. Mûcize, tabiat kanunlarının dışında cereyan eden olaydır.’
Buhâri’nin hadisine göre Peygamberimiz aleyhisselam, cennetin katmanlarını gezerken orada sırasıyla Âdem, Yahya ve İsa, Yusuf, İdris, Hârun, Musa ve İbrâhim aleyhisselamlarla görüşmüş, sidretül Müntehânın kökünden akan dört nehri görmüştü. Bunlardan ikisi zâhir idi onlar dünyâdaki Nil ve Fırat nehirleri idi. Bâtındaki ikisi ise cennette idi. Yine o âlemlerden kendisine üç bardak ikram edildi. Onlardan birinde bal, birinde şarap diğerinde ise süt vardı. Efendimiz aleyhisselam süt dolu bardağı alınca Cebrâil: ‘İçtiğin süt senin ve ümmetinin fıtratı, yâni hilkatı İslâmiyyesidir. Sütü alıp içmekle isâbet ettiniz. Eğer şarabı alsaydınız ümmetin dalâlette kalacaktı.’ Buyurmuşlardır.
Mi’racta efendimiz aleyhisselâm’a âdeta üç hediye takdim edilmiştir. Birincisi O’nun ‘Gözümüm nûrû’ dediği ‘Namaz’ ki önce elli vakit olarak farz kılındığı halde Musa(AS) ile görüşmelerinin sonucu beş vakte inmiştir. İkincisi; ‘ Peygamberlerden hiçbiri senden evvel cennete giremeyecek, ümmetlerden hiçbiri de, senin ümmetinden önce cennete giremeyecektir.’ Müjdesidir. Sonuncusu ise; içinde birçok ilâhi müjdeyi barındıran Bakara Sûresinin son âyetleri yâni bizim bildiğimiz ‘Âmenerrasûlu’ aşrı şerifidir.
Seyit Kutub’un tefsirinde de; (Fizilal Kur’an, c.9, s.283) Peygamber aleyhisselâm’ın Mescidi Haram’dan Mescidi Aksâ’ya yaptığı bu yolculuğun Lâtif ve Habîr olan Allâhü Teâlâ’nın irâdesiyle yapılmış olan bir yolculuk olduğundan bahsetmesinin yanı sıra ‘Hz.İbrâhim ve İsmâil (AS) arasındaki büyük tevhit akîdelerini birbirine bağlamaktır’ derken devamla; ‘Bu yolculuk bütün tevhit dinlerinin müşterek yerleri olan mukaddes toprakları birbirine bağlamaktadır. Bu muhteşem yolculukta, son peygambere, kendisisinden önceki peygamberlerden mukaddes şeylerin intikâli görülüyor. Peygamberliğinin bütün mukaddes şeylerle irtibatli olduğu ve her türlü mukaddesâtı içine aldığı anlaşılıyor. Bu, zaman ve mekan bakımından en uzak mesâfeyi kat eden, en geniş ve en uzun zamânı içine alan bir yolculuktur. Ve bu yolculuk, ilk bakışta vâkıf olunan mânâların ötesinde çok daha büyük mânâlar taşıyan bir yolculuktur.’ Diyerek bizlere farklı ufuklar açıyor.
Gerçekten de İsra hâdisesi yüce Allâhü Teâlâ’nın bir âyeti ve delilidir. Merhum şehit Seyit Kutup; ‘ Bu hâdise, kalbi kâinâtın hayret verici ufuklarına doğru açan, Allâh’ın beşer denen varlıkta gizlediği kudret ve mânevi kâbiliyetleri ortaya koyan bir hâdisedir. Hak Teâlâ bu kudretin feyzini, insanlar arasından seçip lütfuna mazhar kıldığı şahıslarda gerçekleştirip onlara ilâhi sırlarını açar.
O; ‘Semi’ ve ‘Basîr’ olan kulakların duyamadığı, gözlerin göremediği her türlü esrar ve letâifi en hassas noktalarına kadar duyar ve görür.’ Diyerek ayette toplanan bütün bu ifâdelendirmelerin ortaya konmak istenen tüm mânâ derinliklerini açıklar mâhiyettedir.
Böylesi ilâhî sırların ve mânevî inceliklerin bulunduğu geceyi yâni Mi’rac gecenizi şimdiden mübârek eder lâyıkı veçhile değerlendirmemizi Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinden niyaz ederiz efendim.
O sallallâhu aleyhisselam efendimiz öyle mütevazı ve alçak gönüllü idi ki kendisi âlemlerin Rabbi ile hiç aracısız görüşmesine rağmen en ufak bir öğünmeye girişmeden oradaki cereyân eden Rabbi ile kendisi arasındaki özel durumlardan bahsetmeden bizlere sâdece Hak’tan gelen emir ve müjdeleri bildirmiş başkaca diğer ayrıntılara girmemiştir. Sitretül Müntehâya kadar Cebrâil(AS) yanındaydı fakat oradan öte vahiy meleği bile geçemedi. Rabbisiyle sidreten öte nûru bizzat müşâhade eden Peygamber efendimiz bize nûru ilâhiyle ilgili en ufak bilgi vermemiştir. Bu O’ndaki büyük tevâzuun bir göstergesidir. Ayrıca mânevi âlemlerdeki gizemleri kalbinin derinliklerinde bırakması bizlere ayrı mesajlar sunmaktadır. Aslında büyük ve muhteşem bir rûhâniyet âbidesi olan sevgili Peygamberimiz aleyhisselam âdeta ser verip sır vermeyen mânâ eri iken yeri geldiğinde ‘Ben kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.’ Diyebilen engin gönüllü bir kul peygamberdi.
İsra Sûresinden hareketle ilerleyelim istiyoruz yazımızda, Süleyman ATEŞ’in meâlinde İsra, ‘Gece yürütmek’ tir diye bahsediyor. Hz.Muhammed aleyhissalâtü vesselâm’ın Mi’rac etmek üzere geceleyin Mekke’den Kudüs’e götürülüşünün anlatıldığı ilk âyette Kur’ân Kerim’de şöyle buyuruluyor: “ Eksiklikten uzaktır O ( ALLAH) ki geceleyin kulunu Mescidi Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescidi Aksâ’ya yürüttü. O’na âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye(böyle yaptık.) Gerçekten O, işiten, görendir.” Âyetin ön açıklamasında; ‘Hz. Muhammed aleyhisselam, bir gece Kâbe çevresinde veya Ümmühâni’nin evinde uyku ile uyanıklık arasında bir durumda iken Cebrâil (AS) gelip onu bir burâka yâni mânevi bir bineğe bindirip önce Mescidi Aksâ’ya götürmüş, oradan da Mi’rac denilen mânevi bir merdivenle göklere çıkarmıştır. Hz. Peygamber gök katlarını dolaşmış, her katta çeşitli peygamberlerin ruhlarıyla görüşmüş ve en nihâyet yaratıkların bilgisinin ulaştığı son nokta olan Sidretu’l-Müntehâ’ya varmış, orayı da geçerek Allâh’ın huzuruna çıkıp doğrudan O’nun kelâmını işitmek şerefine erişmiştir. Beş vakit namazın farziyyeti ve Bakara Sûresi’nin son üç âyeti burada gelmiştir. Daha sonra Allâh’ın Rasûlü geri dönmüştür. Bu arada kendisine cennet ve cehennem gezdirilmiştir. Belki yılları alacak bu seyâhat bir anda oluvermiş, Resûli Ekrem aleyhissalâtu vesselam, döndüğünde yatağını sıcacık bulmuştur.
Tasavvufta zikrullah ile insan cisminin nur hâline geleceğine inanılır, nur hâline gelen bir insan, bir anda her tarafı dolaşabilir.(ışık hızıyla)
Mi’racın, mutlaka şu veya bu kânuna göre olduğunu kesin bir dille söyleyemeyiz. O bir mûcizedir. Mûcize, tabiat kanunlarının dışında cereyan eden olaydır.’
Buhâri’nin hadisine göre Peygamberimiz aleyhisselam, cennetin katmanlarını gezerken orada sırasıyla Âdem, Yahya ve İsa, Yusuf, İdris, Hârun, Musa ve İbrâhim aleyhisselamlarla görüşmüş, sidretül Müntehânın kökünden akan dört nehri görmüştü. Bunlardan ikisi zâhir idi onlar dünyâdaki Nil ve Fırat nehirleri idi. Bâtındaki ikisi ise cennette idi. Yine o âlemlerden kendisine üç bardak ikram edildi. Onlardan birinde bal, birinde şarap diğerinde ise süt vardı. Efendimiz aleyhisselam süt dolu bardağı alınca Cebrâil: ‘İçtiğin süt senin ve ümmetinin fıtratı, yâni hilkatı İslâmiyyesidir. Sütü alıp içmekle isâbet ettiniz. Eğer şarabı alsaydınız ümmetin dalâlette kalacaktı.’ Buyurmuşlardır.
Mi’racta efendimiz aleyhisselâm’a âdeta üç hediye takdim edilmiştir. Birincisi O’nun ‘Gözümüm nûrû’ dediği ‘Namaz’ ki önce elli vakit olarak farz kılındığı halde Musa(AS) ile görüşmelerinin sonucu beş vakte inmiştir. İkincisi; ‘ Peygamberlerden hiçbiri senden evvel cennete giremeyecek, ümmetlerden hiçbiri de, senin ümmetinden önce cennete giremeyecektir.’ Müjdesidir. Sonuncusu ise; içinde birçok ilâhi müjdeyi barındıran Bakara Sûresinin son âyetleri yâni bizim bildiğimiz ‘Âmenerrasûlu’ aşrı şerifidir.
Seyit Kutub’un tefsirinde de; (Fizilal Kur’an, c.9, s.283) Peygamber aleyhisselâm’ın Mescidi Haram’dan Mescidi Aksâ’ya yaptığı bu yolculuğun Lâtif ve Habîr olan Allâhü Teâlâ’nın irâdesiyle yapılmış olan bir yolculuk olduğundan bahsetmesinin yanı sıra ‘Hz.İbrâhim ve İsmâil (AS) arasındaki büyük tevhit akîdelerini birbirine bağlamaktır’ derken devamla; ‘Bu yolculuk bütün tevhit dinlerinin müşterek yerleri olan mukaddes toprakları birbirine bağlamaktadır. Bu muhteşem yolculukta, son peygambere, kendisisinden önceki peygamberlerden mukaddes şeylerin intikâli görülüyor. Peygamberliğinin bütün mukaddes şeylerle irtibatli olduğu ve her türlü mukaddesâtı içine aldığı anlaşılıyor. Bu, zaman ve mekan bakımından en uzak mesâfeyi kat eden, en geniş ve en uzun zamânı içine alan bir yolculuktur. Ve bu yolculuk, ilk bakışta vâkıf olunan mânâların ötesinde çok daha büyük mânâlar taşıyan bir yolculuktur.’ Diyerek bizlere farklı ufuklar açıyor.
Gerçekten de İsra hâdisesi yüce Allâhü Teâlâ’nın bir âyeti ve delilidir. Merhum şehit Seyit Kutup; ‘ Bu hâdise, kalbi kâinâtın hayret verici ufuklarına doğru açan, Allâh’ın beşer denen varlıkta gizlediği kudret ve mânevi kâbiliyetleri ortaya koyan bir hâdisedir. Hak Teâlâ bu kudretin feyzini, insanlar arasından seçip lütfuna mazhar kıldığı şahıslarda gerçekleştirip onlara ilâhi sırlarını açar.
O; ‘Semi’ ve ‘Basîr’ olan kulakların duyamadığı, gözlerin göremediği her türlü esrar ve letâifi en hassas noktalarına kadar duyar ve görür.’ Diyerek ayette toplanan bütün bu ifâdelendirmelerin ortaya konmak istenen tüm mânâ derinliklerini açıklar mâhiyettedir.
Böylesi ilâhî sırların ve mânevî inceliklerin bulunduğu geceyi yâni Mi’rac gecenizi şimdiden mübârek eder lâyıkı veçhile değerlendirmemizi Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinden niyaz ederiz efendim.