Bilgisiz ibâdet, anlamsızdır. Duygusuz ibâdet ise, kupkurudur, kişinin dünyâsına bir haz katmaz. Yaşanmayan doğruların, bir değeri olmaz. Hakikat bilgisine sâhip olmadan, gerçek mutluluk ölçüleri kavranamaz. O zaman hayat, hep maddeyle izah edilir. Bugün maddi her şeye sâhip oldukları halde, bir türlü mutlu olamayan insanlar vardır. İçlerindeki mânâ boşluğunu dolduracak bir şey bulamayanlar, hakiki saadete asla erişemezler. Bu vahim durum, gerçek bilgiyle buluşamayanların hâlidir ve cehâletin göstergesidir. Oysa, cehâlete alternatif olarak gelen bir dîne mensup olan insanlar, câhil olmazlar. İlimden yoksun, ya da bilgide zayıf olanlar perişan olurlar ve böyleleri hayâtı, doğru yorumlayamazlar, hatta bâzen bunun bedelini de, dîne ödetirler. Bu ise, büyük bir vebaldir.
‘Kendisinden önceki dönemi’n adını ‘câhiliyye dönemi’ olarak açıklayan İslâm inancı, câhilliği temelinden reddetmiş, kendi çizgisinde yürüyen insanları bilgilendirmiş, bununla yetinmeyip insanlara, öncelikle ilim tahsilini emretmiştir.
İlim rehberdir; hedeflere onunla varılır. İlim ışıktır; karanlıklar onunla aydınlanır. İlim şifâdır; bütün hastalıklar onunla tedâvi edilir. Yeterli ilimden yoksun olan inançlar, hurâfelere boğulur. Sağlıklı ilimle beslenmeyen tutum ve tavırlar bir sarsıntıda yıkılıp giderler. Atasözlerindendir: ‘Câhilin sofusu, şeytanın maskarasıdır.’ ‘Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder.”[1] Sözleri ne kadar da doğrudur.
Kişinin yaşadığı hâdiseleri doğru okumada noksan bilginin, tamam bilginin etkisi büyüktür. İnanan insanlar kendilerine lâzım olan bilgileri, yaşadığı şartlar içinde doğru algılayıp, kendisine mâl etmesi adına, önce onları özümsemesi gerekir. Ancak öze sinmiş bilgiden, doğru hareketler ortaya çıkar. Nasıl arı çiçeklerden aldığı özü, hazmederek kendisine mâl eder ve neticesinde o nefis eseri olan balı, ortaya çıkarırsa, insan da, fıtratına gâyet uygun olan ilmi, doğru kaynaklardan alarak, kendi özüne, yâni rûhuna yerleştirdiğinde, ondan doğru davranışlar ortaya çıkar. Bu şekilde, ilim ve bilgiyle, amelin, doğrudan ilişkisi vardır.
Bugün kuru, ölü bilgilerin, hayâtı doğru yönlendirmede bir ehemmiyeti yoktur. Öze sindirilmiş, pratiğe yansıyan, duygu yönü ihmal edilmemiş yâni içi dolu davranışlar insanı âbâd eder. Amele dökülmeyen zayıf, cılız bilgi kırıntılarının, kişiye bir faydası olmaz. Zayıf bilgi, kuru bir inanış, sığ bir anlayışla dünyâda bir imtihanda olan insan başarılı olamaz. Ancak rûha inmiş, pratik hayâta konmuş, özümsenmiş bilginin kıymeti vardır.
Yüce Yaratıcıyı içine alan ilimler, gerçek ilimdir. Kâinat kitâbını nakış nakış içine alan Kur’an, bunun dışındaki bilgiye itibar etmiyor ve değer de, vermiyor böylelerini câhiller olarak görüyor. İslam dîni, fıtrata ve yaratılışa en uygun bir din olduğundan, tüm Müslümanlara ilmi farz kılmıştır. Her mükellefin yüce Yaratıcıya karşı kulluk görevini ifâ edecek, dünyevi işlerini kapsayacak, doğru ve yanlışı, helal ve haramı ayırt edecek bilgiye sâhip olması farzdır. Kişinin dînî vecibelerini yerine getirmede, amellerini ihlasla yapmada, insanlara sosyal münâsebetlerinde muhtaç olduğu bilgileri öğrenmesi onun için zarûrettir. [2]
Her şeyin içinin boşaltıldığı günümüzdeki ortamdan, maalesef ilim de nasibini almıştır. Her işin teknolojiye ve görünen zâhiri ilme atfedildiği devrimizde, insanlara sunulan şeyler ne yazık ki onu, mutlu ve huzurlu kılmaya yetmiyor. Bugüne kadar insanları Rab’lerinden uzaklaştırmak için, elden ne gelirse yapıldı. Fakat insanın hayâtına doğru istikâmet vermedeki ölçülerine dönme isteği, şükür ki kırılamadı. İlim, bilgi insan için, bir ilerleyiş olmalı. İnsan aklı ve rûhu dosdoğru çizgiye (=sırâtı mustakim) doğru mesafe kat etmelidir. İnsan ilimle, bilgiyle, dünya ve ahret âfetlerine değil, dünya ve ahret mutluluğuna doğru yürümelidir. Bunun için temel çaba, bu yolda bilginin eksiklikten kurtarılıp, mümkün olduğunca noksanların giderilmesi ve tam olarak öğrenilmesi ve dahi Hak bilgisinin insan hayâtına doğru aktarılmasıdır. İnsan, bilgisinin davranışlarına yansıyan boyutuyla, dünyâyı kendisine cennet hâline de, getirebilir zindan da, edebilir. Kişi faydalı ve gerekli bilgiyle donanıp, o birikimlerini, hayâta aksiyon olarak dönüştürdüğü sürece mükellefliğin gereğini de yerine getirmiş olacaktır.
Hak bilgisini en kâmil şekilde hayâtımıza rehber kılmamız dileğiyle, sizlere hayırlı Cumâlar diliyorum efendim.