Ülkemizde ben bildim bileli bir kavram kargaşası yaşanır. Hatta okuduğumuz kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla son iki yüzyıldır var olan bir sorundur bu. Bunlardan bir tanesi de Hak- Bâtıl kavramlarıdır. Ayrı-ayrı da birleşik olarak ta bir yanlışlık yapılabiliyor.
***
Hak-batıl kavramını direkt olarak kâfir-mümin boyutunda ele alıyoruz. Halbuki Hak kavramını; HAKlı olmak, doğru olmak, hakka sahip olmak...Vb. ele alırken; batıl kavramını da yanlış yolda olmak, (Müslüman olduğu halde) haksız, zalim olana da “batıl üzerindesin” gibi daha geniş anlamlarda anlamak ve kullanmak durumundayız. Muaviye döneminde veya mezheplerin çıktığı dönemde “Sen bâtılsın”; ya da “biz hakız ”gibi kavramlar kullanılırken: “ Sen kâfirsin, sadece biz Müslümanız” şeklinde kullanılmayıp tuttuğu yolun, fikrin yanlış olduğunu belirtmek için böyle kullanmışlardır.
***
Şimdi bizim ülkemizde hak-batıl mücadelesini kafir-mümin boyutunda ele alırsak böyle bir durum söz konusu değildir. Bunun kullanımı ikinci anlamı yüklediğimiz şeklindedir. Gerçi bana kalırsa hak batıl kavramı yerine: Zulüm, zalim, yalancı, zulüm düzeni...gibi kavramları kullanmak yerinde olur. Şimdi durup dururken ülkede kafir aramanın veya bazı kişileri kafir yapmanın bir gereği yoktur. Adam Müslüman olsa da (olmaması gerekirken) yanlış(batıl) işlerin peşinde olabilir.
***
O zaman bize düşen ya da bizim yapmamız gereken davranış ise; her türlü yanlışın, zulmün, haksızlığın, yalancılığın kısaca İslam’ın, şeriatın yasak saydığı şeyleri, günahları işleyenin karşısında olmaktır. Nehyi anil münkeri yaparken hak-batıl çizgisini, kafir-mümin boyutunda ele alırsak Nehyi anil münker yapamayız. Yani ülkemizde kafir yok herkes iman ehlidir. “Sen kafir ararsın ama bulamazsın, arada bul.” Ancak milyonlarca zalim, yalancı (kezzap) beynamaz, oruç yiyen, çıplak gezen, hırsızlık yapan, haksızlık yapan, her şeyi talan eden, yetim hakkı yiyen, içeride-dışarıda ülkeyi peşkeş çeken, adam öldüren... (saymakla bitmez) günah işleyen insan var.
***
Ben kısaca derim ki: Bırakın bu tip yaklaşımları (selef) eski alimlerimizin gittiği yoldan gidiniz, sıkıntıya düşmezsiniz. Size iki tane daha fikri yanlışlığı anlatacağım:
***
1-Öğrenilmesi gereken, inanılması gereken bir tek şeyi ya da birinci meseleyi öğrenmek gerekir ki; o da Allah Resulünün, Allah'ın Resulü olduğuna inanmak. Gerisini hep ona havale etmeliyiz. (O, Allah’ın Resulüdür bir bildiği vardır...) Bundan sonra müçtehid bir mezhep imamına bağlanmak, onun ilmine, imanına, ameline ve ihlasına güvenmeliyiz. Bugün ise imanına, ihlasına güvendiğimiz bir gruba teslim olmalıyız. (Bu grubu araştırıp, sorgulayıp ondan sonra teslim olmalıyız.) “Sen durmadan soru soruyorsun”: “Biz bunu niye yapıyoruz, biz şimdi ne yapıyoruz? Sanki anlatsam anlayacaksın!..
2-Hiçbir şey bilmeden her şeyi sorgulamak.. Yahudi karakteridir. Hiçbir şey bilmeden öğrenmeden her şeyi anlamaya çalışmak Kur’an’ı Kerim’in oluşturmak istediği üç ana inanç yani: Tevhit, Risâlet (nübüvvet) ve ahret inançlarını anlamamaktan kaynaklanır. Risalet (nübüvvet) kavramını uzun-uzun okumalı ve anlatmalıyız. Çünkü o olmadan Müslümanlık olmaz. O tam olmadan Müslümanlığımız tam olmaz. Bunu da en iyi Hz. Ebubekir’den öğreniriz. Ya da modern dünyada bireycilik, ben merkezli olmak, budur sorun. İyi de sen daha A’yı, B’yi bilmiyorsun ama sorduğun sorular taaa V,Y,Z sondaki maddelerdir. O zaman senin yapman gereken en az baştan on maddeyi kendin okuyup anlamalısın. Yani daha bir fırın ekmek yemelisin. Kuran’ı Arapça kendi orijinal okunuşundan bile okuyamıyorsun. Örneğin Dar’ül Harbi tartışıyorsun anlamazsın, anlamayacaksın da...
Evet önümüzde iki yol var: Ya durmadan okuyup, araştırıp, alim seviyesinde ilim sahibi olup ülkemizin ekonomik, siyasal, sosyal bütün sorunlarına vakıf olmalı, bununla da kalmayıp dünyayı, dünyadaki Müslüman ve gayri Müslim yapıların hepsini tanımak gerekir. Bundan sonra da karar merciinde olmak gerekir. Ya da böyle bir şeye ne gücümüz, ne bilgimiz ne de imkanımız yoksa böyle bir gruba teslim olup uymalıyız.
Allah bizleri doğrularla beraber etsin