Çevremize bakındığımızda, güzellikten çok çirkinlik görüyorsak, bazen dünyanın bütün ifsadıyla, fecaatiyle üzerimize çöreklendiğini, kaçacak yer kalmadığını, hatta ümitsizlikle bu konuda toprağın altınında üstününde bir olduğunu düşünüyorsak; güzellik algımız da değişmiştir.
“Münferit, binde bir” dediğimiz, tahayyül bile demeyeceğimiz, aklımızı kamaştıran, anlamakta uzman yardımı çağıracağımız vakaların yaygınlığı; seçenek haline gelişi, yolu belirleyen “özün”, menfî yazıklanası bir değişimin göstergesidir.
Dehşet verici tanıklıklar, şahadetler, feci hadiseler, gönlümüzdeki bir kilitlenmenin dışa vurumu ve delilidir.
“Düşüş” başlar önden. İçimizdeki güzelliği öldürmüşüzdür yavaşça. Allah’ı bilinmeyen bir yere sürmüşüzdür. Zirveler boş boş bize bakar; mal dağlarına tırmanırız.
Suçlu, günah yüklü mekânları isterik heyecanlarla izleyenler.. Kadınlık ve erkekliğini insaniyetini yaptıkları seçimler, izafî değerleriyle dönüştürenler, çağdaş dövüşler sonucu yüreğini ezdirenler…
Anti Kahramanlar, sürüngenler, tersinden yüceltmeler.. Alabildiğine çirkin izleklerin tutkulu seyircileri.
Şiddetin girift, hatta sanatkârane(!) bir çizgi izlemesi. Eğitimli katil devletlerin, eğitilmiş katilleri…
Hassasiyetlerimizi, kıymet hükümlerimizi bir inceleyelim bakalım. Hangi noktaya varmışızdır. Yoksa bizi dik ayakta tutan bütün kıymetleri, gençlik yellerine mi vermişizdir?
Hukuk sistemi ayaklar altındaysa, demek ki tersinde bir “güzellik” bulmuşuzdur.
Uyuşturucu kullanma yaşı ilköğretim seviyesine indiyse, alkolik şişeler tepemize bindiyse; “güzellik” eroinde, akşam sefası alkolde ve bir avuç küldeyse; “neredeyiz” diye düşünmek gerekir. Hararetle aranan kaçak ruhumuz neyin peşindedir?
Bir seri katil meselâ, masum çocuk kurbanlarını seçer ve hayat söndüren elini işletirken bakışlarını bilhassa onların gözlerinin içine diker; gençliğin saffetin ve canın çekilişini izler. Firavunlaşıp, Tanrılaştığını düşünür belki.
Akıldışı bir olaydır. “Uç bir misaldir” demeyelim; ya ona gönül verip, evlenme teklif eden normal(!)kadınlar, hangi güzelliğe kapılmışlardır. “Beyaz Atlı Prens’lere kim kıymıştır. Ne değişmiştir ki hayatımızda; zevklerimiz(!) seçimlerimiz ve ardındaki düşünce kalp seyirleri bu raddeye gelmiştir.
Evlerimizde, kalplerimizde başköşede yer alan köpekler kediler; hangi sevgi, dostluk ve yoldaşlığın ürünü sembolüdür; kimin sırasını kapmıştır?
Mekteplerde katliam yapanların “arka sayfa Güzeli”, ilham perisi kimdir? Beyinleri, kalpleri katledenler, fezadan mı inmiştir.
Tercihlerimizin, saplantı ve tutkularımızın bir incelemesi, denetimi yapılsa, sonuçlar hepimizi beyninden vururdu herhalde.
Anlamı, pusula ve güzergâhı yitirmişizdir. İdeallerimizi de kaybettiysek, “başıboş körü körüne yaşamak kadar hafifletici(!), serin ne vardır? İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar ama kof hayallerle de ölünür.
Kulak verdiklerimiz, içimizdeki gölgeli varlıkların sayısı, çokluğun baskısı, birinci sıradakiler, göğe kadar yükselttiklerimiz nelerdir?
Bir İtalyan kadın yazar, arkadaşı denizde klasik müzik dinlerken ona eşlik edip, müziğe göre oynaşan bir yunustan söz eder. Yelkenci arkadaşı deney için müziği kapattığında tekne bir kaç darbeyle sarsılmıştır. Müziği açtıktan sonra yunus tekrar hareketlenmiş ve tekneden ayrılmamıştır.
Hard ve tekno müzik aynı etkiyi yapmamakta, bilakis sözgelişi bitkilerde yaprak dökümüne, zayıflamaya sebebiyet vermektedir.
Müzik bir tarafa, dudak büktüğümüz akılsız(!) varlıkların seçiciliği, güzellik eğilimi hayrete şayandır.
Tamaro, “evrende bizim kurallarımızın ve tahminlerimizin gözden kaçırdığı bir güzellik algısı vardır ve bu algı kendiliğinden dansa, neşeye, berekete dönüşür” der.
Evvelce ruhunuz güzelliği bilirdi ve yüreğimizde bu cevher mündemiçti.
Güzel bakamadığımız için, güzel de göremeyiz. Çirkin(lik), karanlık bakış yerleşip, sabitleşir; inşa ve kurgularımıza fiiliyatımıza akseder.
Mevcut ve altında ezildiğimiz çirkinlik, bariz mutsuzluğumuz; güzellik algısının kaybından; Kâinattaki güzellikle ters düşüp, yakalayamamızdan doğmaktadır.
Hatırladığımız arındığımız ve İlâhi Güzele bağlanıp, baş kestiğimiz an, Yunus balıklarından öteye, ileriye geçebileceğiz, insanlaşabileceğizdir herhalde.
Ki dünya, Allah Güzelliğini perdeleyen ve sergileyen; “tuzak” olma özelliğini de gösteren bir “avdır”. Ram olmamıza ve galebe çalmamıza bağlı…
Güzellik ki, gizlisinde de aşikârında da “O” vardır.
Merak ettiğimiz; neden “özgürlük” adına çığlıklar koparırken, bunca donatılmışlığa rağmen kendimizi sınırlamamız, zevale, mahpusluk ve otomatlığa razı oluşumuz; dünyevî tecrübe ve birikimlerimizin bize hâlâ varlık neşesi sağlayamaması, bedbaht varlıklar olarak, aynı çirkin fotokopi hayatları ısrarla inatla sürdürmemizdir.
“Münferit, binde bir” dediğimiz, tahayyül bile demeyeceğimiz, aklımızı kamaştıran, anlamakta uzman yardımı çağıracağımız vakaların yaygınlığı; seçenek haline gelişi, yolu belirleyen “özün”, menfî yazıklanası bir değişimin göstergesidir.
Dehşet verici tanıklıklar, şahadetler, feci hadiseler, gönlümüzdeki bir kilitlenmenin dışa vurumu ve delilidir.
“Düşüş” başlar önden. İçimizdeki güzelliği öldürmüşüzdür yavaşça. Allah’ı bilinmeyen bir yere sürmüşüzdür. Zirveler boş boş bize bakar; mal dağlarına tırmanırız.
Suçlu, günah yüklü mekânları isterik heyecanlarla izleyenler.. Kadınlık ve erkekliğini insaniyetini yaptıkları seçimler, izafî değerleriyle dönüştürenler, çağdaş dövüşler sonucu yüreğini ezdirenler…
Anti Kahramanlar, sürüngenler, tersinden yüceltmeler.. Alabildiğine çirkin izleklerin tutkulu seyircileri.
Şiddetin girift, hatta sanatkârane(!) bir çizgi izlemesi. Eğitimli katil devletlerin, eğitilmiş katilleri…
Hassasiyetlerimizi, kıymet hükümlerimizi bir inceleyelim bakalım. Hangi noktaya varmışızdır. Yoksa bizi dik ayakta tutan bütün kıymetleri, gençlik yellerine mi vermişizdir?
Hukuk sistemi ayaklar altındaysa, demek ki tersinde bir “güzellik” bulmuşuzdur.
Uyuşturucu kullanma yaşı ilköğretim seviyesine indiyse, alkolik şişeler tepemize bindiyse; “güzellik” eroinde, akşam sefası alkolde ve bir avuç küldeyse; “neredeyiz” diye düşünmek gerekir. Hararetle aranan kaçak ruhumuz neyin peşindedir?
Bir seri katil meselâ, masum çocuk kurbanlarını seçer ve hayat söndüren elini işletirken bakışlarını bilhassa onların gözlerinin içine diker; gençliğin saffetin ve canın çekilişini izler. Firavunlaşıp, Tanrılaştığını düşünür belki.
Akıldışı bir olaydır. “Uç bir misaldir” demeyelim; ya ona gönül verip, evlenme teklif eden normal(!)kadınlar, hangi güzelliğe kapılmışlardır. “Beyaz Atlı Prens’lere kim kıymıştır. Ne değişmiştir ki hayatımızda; zevklerimiz(!) seçimlerimiz ve ardındaki düşünce kalp seyirleri bu raddeye gelmiştir.
Evlerimizde, kalplerimizde başköşede yer alan köpekler kediler; hangi sevgi, dostluk ve yoldaşlığın ürünü sembolüdür; kimin sırasını kapmıştır?
Mekteplerde katliam yapanların “arka sayfa Güzeli”, ilham perisi kimdir? Beyinleri, kalpleri katledenler, fezadan mı inmiştir.
Tercihlerimizin, saplantı ve tutkularımızın bir incelemesi, denetimi yapılsa, sonuçlar hepimizi beyninden vururdu herhalde.
Anlamı, pusula ve güzergâhı yitirmişizdir. İdeallerimizi de kaybettiysek, “başıboş körü körüne yaşamak kadar hafifletici(!), serin ne vardır? İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar ama kof hayallerle de ölünür.
Kulak verdiklerimiz, içimizdeki gölgeli varlıkların sayısı, çokluğun baskısı, birinci sıradakiler, göğe kadar yükselttiklerimiz nelerdir?
Bir İtalyan kadın yazar, arkadaşı denizde klasik müzik dinlerken ona eşlik edip, müziğe göre oynaşan bir yunustan söz eder. Yelkenci arkadaşı deney için müziği kapattığında tekne bir kaç darbeyle sarsılmıştır. Müziği açtıktan sonra yunus tekrar hareketlenmiş ve tekneden ayrılmamıştır.
Hard ve tekno müzik aynı etkiyi yapmamakta, bilakis sözgelişi bitkilerde yaprak dökümüne, zayıflamaya sebebiyet vermektedir.
Müzik bir tarafa, dudak büktüğümüz akılsız(!) varlıkların seçiciliği, güzellik eğilimi hayrete şayandır.
Tamaro, “evrende bizim kurallarımızın ve tahminlerimizin gözden kaçırdığı bir güzellik algısı vardır ve bu algı kendiliğinden dansa, neşeye, berekete dönüşür” der.
Evvelce ruhunuz güzelliği bilirdi ve yüreğimizde bu cevher mündemiçti.
Güzel bakamadığımız için, güzel de göremeyiz. Çirkin(lik), karanlık bakış yerleşip, sabitleşir; inşa ve kurgularımıza fiiliyatımıza akseder.
Mevcut ve altında ezildiğimiz çirkinlik, bariz mutsuzluğumuz; güzellik algısının kaybından; Kâinattaki güzellikle ters düşüp, yakalayamamızdan doğmaktadır.
Hatırladığımız arındığımız ve İlâhi Güzele bağlanıp, baş kestiğimiz an, Yunus balıklarından öteye, ileriye geçebileceğiz, insanlaşabileceğizdir herhalde.
Ki dünya, Allah Güzelliğini perdeleyen ve sergileyen; “tuzak” olma özelliğini de gösteren bir “avdır”. Ram olmamıza ve galebe çalmamıza bağlı…
Güzellik ki, gizlisinde de aşikârında da “O” vardır.
Merak ettiğimiz; neden “özgürlük” adına çığlıklar koparırken, bunca donatılmışlığa rağmen kendimizi sınırlamamız, zevale, mahpusluk ve otomatlığa razı oluşumuz; dünyevî tecrübe ve birikimlerimizin bize hâlâ varlık neşesi sağlayamaması, bedbaht varlıklar olarak, aynı çirkin fotokopi hayatları ısrarla inatla sürdürmemizdir.