“Ya! Rabbim! Bizleri yeryüzüne gönderip, yine Sana dönmemizi, es-Sebur isminin icabı olarak sabırla beklemektesin. Bize de es-Sebur isminle tecelli etmeni bekliyoruz. Sabır, bize yakışan ve kapında beklemek için çok gerekli olan ahlâkımız olsun. Bize Yakîn imanını nasip et de, bu iman ile sabrımız, Sence makbul olan sabırlardan olsun. Eziyetler nedir ki, Sana yaklaşmanın yanında… belâlar da öyle… Biz Sen bildirmeden, bilemeyiz. Biz Seni birleyemediğimiz için sabrediyoruz. Çünkü Sen tevhide getirmezsen, gelemeyiz. Biz Seni anlayamadığımız için sabrediyoruz. Çünkü Sen yüzündeki perdeleri kaldırmazsan, anlayamayız. Biz Seni tanıyamadığımız için sabrediyoruz. Çünkü Sen zanlarımızı kaldırmazsan, tanıyamayız.
Çaresiz, şaşkın, nefsimizle dert içinde, gücümüz yetersiz, tutunacak yerimiz yok. Sen çaresizlere ümit, şaşkınlara doğruyu bildiren, nefsimizle mücadele yollarını öğreten, güçsüzlere güç veren, tutunmak isteyenlere ipini uzatansın.
Kitabında övdüğün “sabirin”e komşu et. Yarın geç olur, şu anda duamızı kabul et. Sabrımız, imanımızın kuvvetlenmesine sebeb olsun. Senin için hiçbir şey yapamamanın mahcubiyeti içindeyim. Merhametinin büyüklüğüne inanıyorum. Bu merhametle Sana itaatte, ömrümün sonuna kadar sabretmeyi ve hatta razı olmayı nasip et. Merhametlilerin en merhametlisi olan, Yüce Rabbim!” diye yalvarıyordu Adımlar kitabında, Sevgili Ayşegül Erdoğ.
Onlar basında, televizyonda kolay yer almazdı. Şaşalı, şöhret içinde bir hayat yaşamazlardı. Sağlıkları uygun olmamasına rağmen “mevcut ilmi aktarmaya” “çalışırlardı. “Ezelî Aşkları” onlara yeterdi. Hikmetle dolu, edeb içinde, yanık, dumanı tüten yüreklerle koşturur dururlardı. Mekânın dili olsa, kim bilir ne sevdalar, gökyüzüne yönelik yangınları haykırırdı.
Ekim ayının sonlarıydı. Dünya durağının, bekleyişinin sıkıntılarından kurtuldu Dr. Ayşegül Erdoğ. Muhabbet ehliydi. Allah dostuydu. Nadide, müstesna bir çiçekti.
“Muhabbet yerleştiği kalbin sahibini insan ederken, etrafa sıçrayan kıvılcımlar ile de çevresine ihsan eder. Muhabbet hangi kula hediye edildi ise, o kulun çevresindekiler, ona meyl ve muhabbet eder.” diye yazıyordu.
Gerçekten öyleydi. Geniş, gittikçe büyüyen bir öğrenci halkası vardı. Mesnevi sohbetlerinin bazılarında bulunma şansını yakalamıştım.
Konya İl Kültür ve Turizm Müdürümüz Sayın Mustafa Çıpan, onun için “Konya semalarından bir yıldız daha kaydı, gönüllerimizde bir kandil daha dinlendi. Bir kâmil mürşide, çocuk mütehassısı bir tabib olmanın yanında “Tabîbü’l-Kulûb” (kalplerin tabibi) olan Peygamber Efendimiz’e varis gönül tabibi Ayşegül Erdoğ Hanımefendi Cenâb-ı Hakk’a yürüdü. “Âşıkâne Bakış”la “Visâl-i Mahbûb”a erdi ve “Şeb-i Arûs”a ulaştı.” Diye acısını dillendiriyordu.
Vefatından geç haberim oldu. Konya dışındaydım. Değerli talebelerinden Melek Tekin hanımefendinin hüzünle ağırlaşmış sesinde, bir kararlığı, inancı okumak mümkündü yine de. Ayşegül hanımefendinin verdiği dersler, haftalık sohbetleri kitaplaştırılacak, hizmet sürdürülecek, gün ışığına çıkan eserleriyle daha ziyade istifade etmemiz mümkün olacaktı. Bu yolda başarılar, kolaylıklar diliyorum.
Mekânın Cennet olsun, nur içinde yat Gül Hanımefendi. Sizi özleyeceğiz ve unutmayacağız.
…
GÜNDÜZ HAYALİMDE, GECE DÜŞÜMDE
Hakikî bir Konya sevdalısı, usta bir yazar. Konyalılık gururunu, mensubiyetini, övüncünü duyacağımız, şıra tadında bir eser; Gündüz Hayalimde Gece Düşümde.
Seyit Küçükbezirci Beyefendi’nin, 90 yazıdan teşekkül eden yeni kitabı. Konya üstüne çeşitlemeler, düşünceler, teklifler, tarihten yapraklar.
Bilmemiz, anlamamız, aktarmamız ve yaşanması, korunması gereken değerler üzerine bir işaret fişeği. Zarif, akıcı bir dille Konya Rüyası. Kulak verilesi bir ses.
“ (…) O yıllar, hiçbir Konyalı ‘Baykuş’ demez; baykuşun adı bu iklimde ‘Hayırlı Kuş’tur. ‘Alacakaranlık’ basarken, biz oyundan başımızı alıp eve dönmeyi unuturken, bir ‘çelen’de kocaman gözlerini bize dikmiş bir ‘hayırlı kuş’ mutlaka bizi gözetliyordur… ‘Değirmi’ kocaman gözler size bakarken, sakın ağzınızı açmayın… Hayırlı kuş dişlerinizi sayar; sonrasına karışmayız.
Leylekler, ibibikler, kırlangıçlar, hayırlı kuşlar… Sonra; çaylaklar, yani, ‘cüllülükler’… Kumrular, şen bolluk yıllarında tan ağarırken insan sesi ağlayışlarında öten ‘puhu’ kuşları… Aklı evvel büyüklerimiz bu ‘Sevda Şehri’ni betonlaştırırken hepsi sürü sürü gittiler. Bekledik; ama dönmediler. Kuşları gücendirmiştik. Sonucuna da katlanacaktık…
İlk yıllar; 1960’larda, 70’lerde neler kaybettiğimizi pek anlamamıştık.. Çünkü yara sıcaktı. Hanya’yı Konya’yı 2000’li yıllarda anlayacaktık; ruhumuz hastalanınca…
Kırk yıl sonra; gerilim, stres, depresyon; nedenini kimsenin anlamadığı huzursuzluklar… Çünkü binbir çeşit kuş küsüp gitmişti… Ve evet, evet; biz onların yerini dolduracak bir şey bulamamıştık.. Yerlerine koyamamıştık.”
Gündüz Hayalimde Gece Düşümde, Memleket Şehir Kitapları Dizisinden yayınlanmış.