Her zaman melankoli değil ya...
Bir sabah da Güneş doğabiliyor üzerinize!
Ve yeryüzüne her sabah doğan bir yıldızdan, cisimden falan bahsetmiyorum, 'Güneş' derken. Onun manasından, batınından, kuytuları ve karanlıkları aydınlatıp neşeyle parlatan tarafından söz ediyorum. Ansiklopedik karşılığından ya da sözlük tanımından değil, çok daha gizemli ve ulvi bir ifadesinden...
Öyle sebepsizce, beklenmedik, ani ve şaşırtan bir şekilde hem de! Bir sabah Güneş gerçekten doğabiliyor üzerinize velhasıl, azizim...
Sürprizi sürpriz yapan şey de o değil midir zaten? İşin beklenmedik, ani ve şaşırtan tarafı?
Fakat sebepsizlik... Bunun mantıklı, rasyonel bir yanı yokken, hatta o sürprizin gerçekleşmiş olması değil de gerçekleşmemiş olması için elinizde birçok mantıklı sebep, avucunuzda bir dolu rasyonel gerekçe varken. "Demek ki..." diyorsunuz. "Demek ki kendi aklım yeterince hünerli değilmiş. Yani en azından, sandığım kadar..." Çünkü bir sabah Güneş gerçekten de doğabiliyor üzerinize!
Bana bu satırları yazdıran, bir günün ilk saatlerinde bakışlarımı alan ve tenimi ılıkça okşayan güneş ışığının, gözlerimdeki tüm yaşları müşfik bir şekilde silip, bir de üzerine, yanağıma tatlı bir öpücük kondurması oldu. "Bayram değil seyran değil, Güneş beni niye öptü?" diyecekken, onun lafı ağzımdan alıp, günün içine gizlediği bayram sevincini ve çoktan çiçeklerle donatıp seyran yerine çevirdiği, hemen her gün gözümün önünde olup da hala görmediğim cennet bahçelerinden bir buket derleyip kolumun altına ve göz bebeklerimi kucakladığım yere sıkıştırması oldu.
Bir buket... Rengini tanımlayabilmek için yalnızca bir 'koyu pembe' desem, haksızlık olur. 'Sıklamen' deniliyor sanırım. Ama öyle doygun, tok ve olgun bir tonda! O buketi kim dermiş, ne zaman oraya koymuş, neden hiç fark etmedim bilmiyorum. Yalnızca bana görünen; kendini yalnızca bana gösteren, o, toprak ananın cömertçe sunduğu armağanın hem yeryüzünün ve ilkbaharın bilindik bir parçası, hem de dünya dışı bir hediye olduğuna şeksiz şüphesiz bir şekilde katılıyorum ve fakat.
"Nankör ve cahil bir beşerden, ya da, beşerlerden yana kalbine yüklenen sıkıntı ve eziyet yüzünden, söyle, incir çekirdeğini doldurmayacak bir kaç fasa fiso yüzünden mi şu mucizelerle dolu hayata küseceksin?" dedi o buket, güneş ışıklarının artık bir doğru parçası ve doğrusal bir ışın olmaktan çıkıp da eğilip bükülerek dans ettiği yerde. Günün en taze halindeyken o sabah. İnanamadım. Doğa, nasıl da dile gelip bir çiçek buketi aracılığıyla benimle konuşuyor ve bana bunları söylüyordu!?
Bir sabah vakti, üzerime doğan güneş, dile gelen çiçekler... Hele çiçeklerin o doygun ve tok rengi, sıklameni... Belki de mucizeyi mucize yapan şeylerden birisi, onun hem yeryüzüne aitmiş gibi görünmesi, hem de göklerden uzatılan bir teveccüh olup, teselli ne kelime, lütuf lütuf, evet, lütufta bulunuyor olması. Tıpkı sürprizi sürpriz yapan şeydeki bu anilik, beklenmediklik ve şoke edici taraf gibi. Fakat, sebepsiz işte... Aklımın alamayacağı kadar, nedenini bulamayacağım kadar sebepsizce. Belki de hak etmişimdir ve lütuf dolu bir hak ediştir bu, eni konu.
Fakat şunu hiç unutmayın: bir sabah Güneş doğabiliyor üzerinize. Doğabiliyormuş!