Gündüz Düşü

Ayşe Aslı Duruk

Hiç bir fikir, kaçmak fikrinden daha akıl çelici ve iç gıdıklayıcı gelmiyordu bana o günlerde...

Nicedir bu fikirle yaşıyordum. Gizlice. Bu fikirle yiyor, içiyor ve nefes alıyordum. Bir Allah şahit. Bu konuda kimseye bir şey dememiştim. Yani... Ucundan çıtlatmış olabilirim ama söz konusu muhatapların hiç birinde durumu tam olarak kavrayacak bir sağ duyu, kıvrak zeka ve incelik yoktu zaten. Bu yüzden, fikrimin gizliliğine hiç bir halel gelmediğini rahatlıkla söyleyebilirim: bir Allah şahitti bu fikrime, o kadar.

Nicedir eli kolu bağlı duruyor olmaktan sebep, artık fazlasıyla güç ve enerji toplamış, biriktirmiş durumdaydım, bir de. Aktive edilmedikçe artıp çoğalan bir potansiyel gibi düşünün bunu. Geciktikçe kıymetlenen bir ödül gibi ya da... Kaçacaktım işte! O günlerde, illa kaçacaktım!

Fakat bulunulan coğrafi konumun ya da haritadaki koordinatarın değişeceği, öyle bilindik, sıradan ve bedenle gerçekleştirilen fiziksel bir kaçıştan değil; çok daha radikal, sarsıcı ve devrimci bir kaçıştan söz ettiğimi bilmelisiniz, en başından. Eh... Bizler, ruhları olan bedenler değil; bedenleri olan ruhlar değil miydik, zaten? Unutmuş olsak da... Hem, kaçtın mı büyük kaçacaksın azizim, değil mi ama? Destansı, efsanevi ve hiper atlamalısından.

Ve biliyor musunuz... Sonucu köklü degişimlere gebe olabilecek olan hiç bir eylem için, 'hazır' olacağınız zamanı beklememelisiniz. Eğer öyle yaparsanız, durduğunuz yerde yalnızca takvim eskitmiş olursunuz, o kadar. Zira o hazır olma hissi, bünyeye hiç bir zaman kendiliğinden teşrif etmez. Bunun yerine irade gösterip elinizi taşın altına koymalı; sahneye çıkmalısınızdır. "Kader, gayrete aşıktır" diye, boşu boşuna söylenmiş değildir ya!

O günlerde... Uzun süredir birikmiş olan potansiyelin; nicedir içimde öylece bekletip durduğum enerjinin hayata geçmesine; varlık sahasına(?) adım atmasına, bir nefes almasına işte canım, şöyle bir arz-ı endam etmesine yani, izin verecektim. Aradan çekilip...

Nitekim, öyle de yaptım. Senelerdir içine hapsolup içinde yaşadığım vücudu, üzerimden sıyırıp portmantoya astım. Fakat o anın, tek bir cümleyle geçiştirilebilecek kadar alelade bir an olmadığını pekala tahmin edersiniz... Hürriyet diye isimlendirilen şeyin -özgürlük sözcüğünden daha etkilidir bu kelime- ne demek olduğunu, meğer onca yıl hapis hayatı yaşadığımı; etten ve kemikten yapılmış bir zindanin arkasından dışarıyı görmeye ve anlamaya çalışıyor ve bu konuda pek tabii boşa kürek çekiyor olduğumu anladığım, kavradığım, bildiğim ve idrak ettiğim o anın kıymeti, sonsuzluğun içinde bile anlamını yitirmeyecek kadar çoktu.

Arkamı dönüp geride bıraktığım bir kaç kişiye ve şeye baktığımda, bir midem ve ağzım olsaydı kesinlikle kusardım o an ama bunun yerine, bu deneyim bittiğinde askılıktan geri alip üzerime tekrar giyineceğim vücudumun içine geri döneceğim o vakit içerisinde, o mide bulandırıcı olduğunu söylediğim her şeyin ve herkesin haline karşı içten bir minnet ve merhamet duydum, hakikatte kendilerini benim iyiliğim için feda etmiş olmalarından ötürü. Vakti geldiğinde hiç kimse "hesaplar benden" diyecek kadar babayiğit olamayacağı günde ve tüm hesapların kuruşu kuruşuna ödeneceği zamanda, yüklü borçlar taşıyorlardı çünkü hepsi. Alacaklı olmak, o güne kadar zordu ama o günden sonrası tufandı ne de olsa.

...

Aa... Bir dakika! Daha neler anlatacaktım sizlere. Fakat benim için ayrılan yerin sonuma gelmişim bile. Girizgahtan yenice çıkmış ve gelişme kısmına henüz başlamışken, bir yazıyı nasıl olur da toparlayıp bitirebilirsiniz ki şimdi tam burada? Belki de aniden çok derine dalıp, hızlıca yüzeye çıkmaktan dolayı vurgun yemiş gibi, öyle bir gündüz düşünden aniden ayılıp uyanmak gibi bir şeydir tüm bunlar. O değil de, bir midem ve bir ağzım olsaydı, bu bir kaçış değil de, istifra nöbeti gibi, hastanelik olmak gibi bir şey olurdu herhalde.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.