Merhaba Gazetesi vasıtasıyla Türk Dünyası ve Türkistan’ı kaleme aldığımız köşemizden yeniden merhaba sevgili okurlar!
Geçtiğimiz hafta deprem nedeniyle haberlerde adını sıkça duyduğumuz soydaş coğrafyamızın gündeminde deprem afetine hazırlıklı olma çalışmaları yer alıyor. Bu vesileyle bu haftaki yazımda biraz bu konuya değinmek istiyorum. Ayrıca tarihimizin en acı kayıplarından birini yaşadığımız büyük Kahramanmaraş depreminin de ilk yılını doldurmaya yaklaştığımız şu günlerde bu konu oldukça anlamlı olacaktır diye düşünüyorum.
Üzerinden tam bir yıl geçmiş olan acı tecrübeler yaşadığımız ve ne yazık ki şuan gündemimizde olmayan asrın felaketi, ne bizim için ne de başka toplumlar için hala bir ders niteliği taşımıyor diye düşünüyorum. Deprem hazırlıkları deprem olmadan yapılmalı ki felaket olmasın. Ülkemizde gündem o kadar hızlı değişiyor ki, neredeyse geceleri uykusuz kalarak takip ettiğimiz deprem bölgesini bugün hiçbirimiz konuşmaz olduk. Gelinen bu noktada bu durumun, siyaset, bürokrasi ve medya dünyasının içinde yer alan insanların üzerinde derince düşünmesi gereken bir konu olduğu kanaatindeyim. Neden ve nasıl bu kadar çabuk unutabiliyoruz? Önlemleri nasıl bu kadar çabuk ihmal edebiliyoruz? Yapılması gerekenleri neden takip edemiyoruz? Toplumumuz nasıl bu kadar duyarsızlaştırılabildi? Duyarlı ve aktif olmak için ne yapmak gerekiyor? Ve benzeri sorular...
Gelelim geçtiğimiz hafta gündemimize gelen depreme. Günümüzde Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içerisinde yer alan Doğu Türkistan bölgesi merkezli gerçekleşen deprem Almatı, Bişkek gibi büyük şehirlerde ciddi anlamda hissedildi. Edinilen bilgilere göre can ve mal kaybı yaşanmadı. Tabii Kazakistan ve Kırgızistan’da basın olduğu ve oradaki soydaşlarımızla iletişim kurabildiğimiz için bu bölgelerde yaşananlar hakkında bilgiler alabildik. Fakat Çin sınırları içerisinde yer alan ve depremin merkezi konumundaki Sincan Eyaleti ve içerisinde yer alan tarihi kadim kentlerimizden Kaşgar, Urumçi gibi şehirler ve orada yaşayan soydaşlarımızın durumları hakkında sağlıklı bilgiler edinemedik. Ülkemizde yaşayan ve Doğu Türkistanlı Uygur kardeşlerimizin bu konudaki endişeleri ve kamuoyu oluşturma çabaları ne yazık ki yeterli olmadı. Muhtemelen bu olaydan etkilenen akrabaları hakkında hala bilgi alabilmiş değiller. Herkesin derdiyle dertlenen ve ilgilenen necip milletimizin taşıdığı hassasiyetler hala diri ve sıcak olsa da yeterli aksiyonları gösterme kabiliyetlerimizi kaybettiğimiz kanaatindeyim. Aylardır Gazze’de yaşanan soykırımın ülkemiz gündeminde oluşturduğu etkiler ve yaşanan çarpıklıklar göz önüne alındığında ne demek istediğim anlaşılacaktır diye düşünüyorum.
Tüm bunlarla birlikte Türkistan coğrafyasının hafızasında deprem felaketi yok değil. Bilinen tarihi kayıtlar içerisinde en başta 1966 yılında yaşanan büyük Taşkent depremi hala unutulmuş değil. Özbekistan’a gidenler ne demek istediğimi anlayacaklardır. Taşkent gezilerinde mutlaka bazı alanların, binaların depremle olan ilişkilerinden bahsedilir. Aradan geçen uzun yıllar içerisinde böylesi bir afet tekrar yaşanmamış olsa da Taşkent halkının bilinçaltında deprem gerçeği hala yatmaktadır.
Özbekistan’ın başkenti olan Taşkent’te 26 Nisan 1966 tarihinde yaşanan 8 şiddetindeki depremde 36 binden fazla binanın yıkıldığı 300 binden fazla insanın evsiz kaldığı kayıtlara geçmiştir. O günlerde 1.5 milyon insanın yaşadığı şehirde böylesine bir felakette haber kaynaklarının aktardığı rakamlara göre 8-15 kişi hayatını kaybetmiş yaklaşık 200-300 kişi yaralanmıştır. Sovyet politikaları gereği hakikatin gizlenme çabalarını göz önünde bulundursak bile can kaybı oldukça düşük görünmektedir. Yaşanan bu afetten sonra Taşkent başta olmak üzere tüm coğrafyada böylesi bir felaketin tekrar yaşanması durumunda kaybı en aza indirmek için tüm alt ve üst yapıları buna uygun inşa edilmiş olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yapımı neredeyse 9 yıl süren Taşkent metrosu bunlara güzel bir örnek olarak hala faaliyetini sürdürmekte. Günümüzde eski Sovyet şehirlerini dolaştığımızda mutlaka karşımıza çıkan ve pek çok yerde ‘’Kruşanka’’ olarak adlandırılan dönemin SSCB Başkanı Nikolay Kruşçev döneminde yapımına başlanan tabi yerindeyse Sovyet TOKİ’leri diyebileceğimiz binalar aradan geçen uzun yıllara rağmen hala ayakta. Son depremden sonra da aynı binaların hasar almamış olması bazı vatandaşlar tarafından Sovyet binalarına bir övgü haline dönüşmüş durumda. İnşaat mühendisi ya da yer bilimci değilim ancak adına övgüler dizilen bu binalarda yaşamış birisi olarak diyebilirim ki bırakın depremi şiddetli bir fırtına estiğinde bile yıkılması muhtemel binalar bunlar. Ayrıca beşeriyete ve mahremiyete de uygun olmadıklarını düşünüyorum. Çoğunun deprem hattından uzak olması hala sağlam olarak ömrünü sürdürmesini sağlıyor.
Bu vesileyle umuyorum ki, hükumetlerin gündemine oturan afetlere hazırlıklı olmak adına kadim Türkistan şehirlerinde imar edilen yeni yapılar soydaşlarımıza mezar olmaz. Pek çok yeni yapılan binada estetik ve kullanım anlamında kalitesiz malzemeler kullanıldığına şahit olsam da yönetmeliklerin depreme dayanıklı ve sağlam binalar inşa edilmesini mecbur kıldığını biliyorum. Tabi bunlar apartman olarak adlandırabileceğimiz çok katlı yapılar için geçerli. Kadim Türkistan coğrafyasında yaşayan soydaşlarımız ne mutlu ki hala yatay mimariyi muhafaza etmeye devam ediyor.
Sokaklarında huzurun, dayanışmanın ve kardeşliğin hakim olduğu yatay mimarilerden müteşekkil mahallelere sahip olduğumuz müreffeh kentleri yeniden imar edebilmek ümidiyle, hoş ve esen kalınız...