Siyasi literatürümüze aslı İngilizce olan bir kelime girerek bir müddetten beri kullanıla gelmektedir. Bu kelimeyi daha çok siyasilerimiz ve medya mensupları kullanmakta oradan da halkımızın diline dolanmaktadır. Bu kelime “kriz (sıkıntı, bunalım)” kelimesidir.
Kelime çokça kullanılmaya başladı ya ben de bu yazımda bu kelime ile ülkemizin ve insanımızın karşılaştığı zorlukları, sıkıntıları veya buhranları anlatmaya çalışacağım.
Zannederim bu kelimeye ilk önce “Kardak krizi” ile yakından tanışmıştık. Eğe denizimizde burnumuzun dibindeki 12 adayı Lozan anlaşmasında Yunanlılara bırakmışız ya “yüzünü bulan astarını da ister” kabilinden, üzerinde ot bitmez, insan yaşamaz küçük bir adacığımıza da göz koymuş Yunanlılar ve adacığımıza çıkarma yaparak orayı işgal etmişlerdi. Ordumuzun müdahalesiyle bu kriz aşılmıştı.
Bir başka krizimiz, uçaklarımızın Eğe denizi üzerinde Uluslar arası hava sahasında uçarlarken yine Yunan uçaklarının onlara musallat olması ve bir “it dalaşının yaşanması” olayıydı. Yine ordumuzun kararlı tutumuyla bu kriz de aşılmıştı.
EKONOMİK KRİZLER
2008 yılı sonu itibariyle ekonomik alanda bir büyük kriz daha yaşamaya başladık. Bu krize “Küresel Ekonomik kriz” dendi. Her ne kadar Sayın Başbakan Erdoğan, “Kriz bizi teğet geçecek” diyerek kalplerimize su serpmeye çalışmışsa da bu kriz bir türlü geçmek bilmedi ve adeta içimize oturdu ve hala da oturmaya devam etmektedir.
Çünkü piyasada alış-verişin durması, para darlığı, ekonominin bozulması, üretimin ve imalatın durması, işsizlik ve işyerlerinin birer ikişer kapanması, açlık ve yokluk bütün bu ekonomik sıkıntılar aynı hızla sürmeye devam etmektedir.
“Ekonomik krizin suçluları” başlıklı yazımda bu krize sebep olanları liste halinde açıklamış ve “eğer bu kriz küresel yani bütün dünyada olmasaydı bile biz de yine olurdu” demiştim. Buna delil olarak da özel bankaların yüksek faizli kredileri artık yatırımlara değil şahıslara vermeye (araba ve konut kredisi olarak) başladığını duyurmuştum. Tabii bankalar, “kredi kartları açık gözlülüğünü” de buna ilave etmiş, “vatandaş cebindeki parasına göre değil, kredi kartı limitine göre harcama yapmaya” alıştırılmıştı. Sonra sabit geliriyle bu fazladan harcadığını ödeyemeyince, hooop gelsin faizler ve hem de “temerrüt faizleri yani faizin de faizi” demiştim.
Banka personelinin kendi aralarında yaptıkları bir konuşmada; “Bizim için kârlı müşteri, bankaya borcunu zamanında ödemeyen müşteridir” dediklerini bildirmiştim.
Hükümetimizin bankaların bu “açık gözlülüklerine dur demesi” gerekirken (kızlarsın başlarının örtülü öğrenim görmelerini sağlamasında nasıl bedel ödeyememişlerse) bu konuda da “bedel ödeyememesi” şimdi vatandaşlarımızın bu bedeli acı acı ödemelerini gerektirmektedir.
AHLAKİ KRİZLER
Uzun zamandan beri devam eden Batıcılık cereyanına 28.Şubat.1997 örtülü askeri darbesi de eklenince çocuklarımıza din, iman, ahlak, edep, terbiye gibi manevi değerlerimizi maalesef veremedik. Örtülü darbenin ardından 12 yıl geçti. O günden bu güne “bizim hükümetimiz” diyerek seçtiğimiz insanlardan bu önemli derdimize maalesef çare bulamadık.
Sonuçta yetişen evlatlarımız belki yüksek yüksek okullar bitirdiler ve diplomalar aldılar, ama “yemeğin yağı ve tuzu” mesabesindeki din ve ahlaktan mahrum kaldıklarından neler yaptıklarını öğrenmek isteyenler (gerçi her kes biliyor ama) açın gazetelerin sayfalarını manşetlerine bakın, açın televizyonların kanallarını seyredin ve yeni nesil çocuklarının marifetlerini görün.
Bir taraftan din ve ahlaki değerlerden mahrum yetişen gençlik diğer taraftan caydırıcı özelliği bulunan ama AB’ne (Avrupa Birliği) uyum yasaları çerçevesinde kaldırdığımız “İdam cezası.” Ama insanımız haksız idamlara maruzmuş ne önemi var!
Anasını kesen kız evladını mı ararsınız, babasını öldüren erkek evladı mı… Devleti hortumlayan yüksek makam ve mevkii sahibi genel müdürleri mi, malzemeden çalarken tespit edilen müteahhitleri mi… Ameliyat gerektirmediği halde ondan daha fazla para koparmak için hastasını ameliyat eden, normal doğumu sezaryenle yaparak ülkemizde sezaryenle doğum oranını yüzde 60’lara çıkaran (Sayın Sağlık Bakanının itirafıdır) doktorları mı… Kızları kaçırıp tecavüz eden sapıkları mı, çocukları organ nakli için çalan hırsızları mı… Say sayabildiğin kadar…
Adli krizleri, Siyasal krizleri, İlmi krizleri, Tarım politikalarında yaşanan (Tescilli tohum kullanma kanunları) krizleri, Yeni Vakıflar kanunu ile kuruluşuna izin verilen (Ortodoks ekü menliği veya İstanbul’da yeni bir Vatikan) krizi, Dış politikada yaşanan krizleri bir sonra ki yazımda incelemek üzere geri bırakırken, bütün okurlarımı ve aziz halkımızı biraz olsun düşünmeye davet etmek istiyorum.
Ne olacak bizim halimiz? Haydi, bizim yaşımız epeyce ilerledi diyelim. Peki. Gelecek nesillerimiz ne olacaklar? Evlatlarımız, torunlarımız? Bizim onlara daha kötü ortamlar bırakmaya hakkımız var mıdır?
NE İSTİYORUZ
Bütün bunlar tamam da, kendilerini “muhafazakâr, maneviyatçı diyerek” seçtiğimiz TBMM’sin de büyük çoğunluk verdiğimiz AKP hükümetinin bütün bu olayları düzeltmek için çalışmalar yapacağına, Sayın Baykal’la söz düellosu yapması her halde bütün bunların üzerine “tüy dikmek…” olmakta, değil midir?
Bizim bir şeye ihtiyacımız vardır. O da; “milli değerlerimize bağlı, o değerleri ne pahasına olursa olsun (gereken bedeli de verebilecek) ülkemizde yaşanır hale getirecek iktidardır” Kaldı ki tutum ve davranışları ciddi ve kesin olan bir iktidarın, milletimizin istediği her şeyi yapabileceğine ait örnekler geçtiğimiz dönemlerde çokça görülmüştür.
Sadece sözde ben de milli değerlere bağlıyım diyecek ama icraatlarında batı ile işbirliği içine girecek iktidarlar değil… Elbette Batı ile olsun Doğu ile olsun “karşılıklı mükellefiyet ve çıkarlar dengesi” kurulduktan sonra her türlü anlaşmalar yapılabilir ama ülkemizde sadece onların sözlerinin geçmesini istemiyoruz artık.