Kazalarda kaybedilen canların, sakat kalan yakınların ve hasar gören malların acısını ancak çekenler bilir. Bu acıyı kelimelerle tarif etmek veya örnek göstererek bir başkasına anlatmak imkânsızdır.
Siz hiç sevdiğiniz bir yakınınızın bir anda bir daha gelmemek üzere aranızdan ayrıldığına şahit oldunuz mu?
Veya gözünüz gibi sevdiğiniz evladınızın daha gencecik bir yaşta koltuk değneklerine dayanarak yürümece veya tekerlekli sandalyeye bağlı hayatını sürdürmeye mecbur kalacağına içiniz yandı mı hiç?
Milyarlarca lira vererek aldığınız “canın yongası malınızın” arabanızın, daha üzerinden birkaç ay bile geçmeden belki de taksitlerin bile tamamını ödemeden hurda yığını haline gelmiş olduğunu görseniz ne olurdu haliniz?
Hastanede ve evinizde yatan bir hasta yakınınızın ruhunu teslim etmesi size daha kolay gelir ve belki de “kurtuldu zavallı” diye kendinizi teskin edersiniz. Ama trafik kazası öyle mi ya! Gelecek diye umut ettiğiniz sevgili bir yakınızdan “Artık gelemeyecek. Zira trafik kazası yaptı ve onu kaybettiniz. Başınız sağ olsun” sözlerinin anlattığı gerçeği bir anda kabul edebilir misiniz?
Bunları düşünmek bile istemiyorsunuz değil mi? Ama bunların aynıyla gerçek olduğunu ve kendinizi o kadar çimdiklediğiniz halde rüyada olmadığınızı anladığınızda ne olur du durumunuz?
İşte trafik kazalarında kaybettiğimiz değerleri böyle değerlendirmeliyiz.
Ama bu bir değil, beş değil, on değil, yüz değil belki her yıl binlerle karşımıza gelmekte ve sadece kazayı yapanlar değil onların aileleri de perişan olmaktadır.
2002 yılı ile 2008 yılına (bu yıllar AKP iktidarının yıllarıdır) ait kazaları bir kere daha gözden geçirecek olursak; Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik kazaları istatistiklerine göre 2002 yılında toplam 440 bin, 2008 yılında 930 bin kaza meydana gelmiş. Bu kazalarda ilkinde 4.170 kişi, ikincisinde ise 4.230 kişi ölmüş. İlk yılda 116.000 kişi son yılda ise 184.000 kişi yaralanmış.
Bunlar sadece o yıllara ait rakamlardır. İstatistiklerin verildiği 10 yılı temel alırsanız bu 10 yılda kaybettiklerimiz bizim nasıl bir felaket içerisinde olduğumuzu açık bir şekilde gösterecektir. Buyurun bakalım büyük faciayı…
On yılda 5.950.000 (beş milyon dokuz yüz elli bin) kaza yaşanmış. Bu zaman içerisinde 47.000 (kırk yedi bin) sevgili yakınımız ölmüş ve 1.500.000 (bir buçuk milyon) insanımız yaralanmış.
Bir savaş olsaydı acaba o savaşta kaç evladımızı kaybederdik? Ne dersiniz?
KADERE GASBENLİK
Olayların yaşanmasından önce gerekli tedbirler (önlemler) alınması bizim irademizdedir. “Deveni bağla, sonra ibadetini yap” esası, inancımızın esaslarından biridir. Aksi takdirde sen ibadet ederken deven kaçar giderse bunun sorumlusu sen olursun. Nitekim Batı ülkelerinde bu kadar kaza olayı yaşanmamaktadır. Ama olay yaşandıktan sonra artık bu neticeler kaderimiz olmaktadır.
Her zaman anlatılan bir misal (örnek) vardır.
“Efendim, benim kaderim şu uçurumda ölmek midir? Bunu anlamak için kendimi uçurumdan aşağıya atayım. Bakalım ölecek miyim yoksa ölmeyecek miyim? Eğer ölürsem, demek ki kaderimde böyle ölmek varmış” diyemeyiz. Buna Anadolu’da “Kadere gasbenlik” denmektedir.
Hayır. “Yaratıcımız bizleri imtihan edebilir ama biz Allah’ı imtihan edemeyiz” demeliyiz ve her işimizde hem sebeplere sarılmalı ve hem de gereken önlemleri almalıyız.
Bizim de ülke olarak bu önemli ve acil meselemize (sorunumuza) mutlaka gerekli önlemler alınmadır. Bu önlemler öncelikle ülke idarecilerinin alacağı önlemlerdir ve bunların bir takım caydırırcı cezalarla takviye edilmeleri de gerekir.
TRAFİK KAZALARINDA Kİ ÜÇLÜ
Trafik kazalarında bu kazalara sebep olan üç faktör (üç ayrı neden) bulunmaktadır. Bunlar; Aracın yani otomobilin teknik donanımı (yapısı), ikincisi sürücünün maddi ve manevi (ruhsal ve fiziki) durumu ve üçüncüsü yol durumu.
Bir evvelki yazımda bu üç boyutlu denklemin ilk boyutu olan aracın (otomobilin) durumunu incelemeye çalışmıştım. Ancak bu konu da söyleyeceklerim henüz tamamlanmadığı için bu ve daha sonra ki yazılarımda konu üzerinde biraz daha durmaya çalışacağım.
Şunu hemen ifade etmek istiyorum ki; “Otomobil kullanan insanlarımız çoğunlukla bindikleri aracın teknik durumunu bilmemektedirler.”
Gaz pedalına basınca aracın hızı artmakta, bu hız zamanla sürücüye normal gelmekte, hızı biraz daha, biraz daha, biraz daha yükselteyim, diye düşünmekte ve gaza biraz daha basmalıyım diye şuur altında düşünmekte ve onu uygulamaktadır.
“Arkadaş. Bu kullandığın meret, insan yapısıdır. İnsanın her yaptığı da ne yaparsa yapsın, ne kadar mükemmel oldu diye düşünürse düşünülsün, kendisi gibi hep eksik ve noksan olacaktır.” Bu temel esası bilmeden direksiyon başına oturan bilhassa genç kardeşlerim sonunda kaçınılmaz akıbete doğru yol aldığının farkına bile varmamaktadır.
Bir de duyuyoruz ki “trafik kazası olmuş. Şu kadar kişi ölmüş, şu kadar kişi yaralanmış” Ne olacak şimdi? Artık ölenlerin ruhuna “fatiha” mı okumalıyız?
Her kaza yapan insana, kaza yapmadan birkaç dakika önce, “kardeşim bak kaza yapacaksın, dikkat et” deseydik, acaba o insan bu ikazımızı anlayacak ve gerekli önlemi alacak mıydı?
Ben diyorum ki hayır. Belki söylediklerimizle ve bizimle alay edecekti. Ancak kaza başa gelince de artık “iş işten geçmiş” olmaktadır.
Veya gözünüz gibi sevdiğiniz evladınızın daha gencecik bir yaşta koltuk değneklerine dayanarak yürümece veya tekerlekli sandalyeye bağlı hayatını sürdürmeye mecbur kalacağına içiniz yandı mı hiç?
Milyarlarca lira vererek aldığınız “canın yongası malınızın” arabanızın, daha üzerinden birkaç ay bile geçmeden belki de taksitlerin bile tamamını ödemeden hurda yığını haline gelmiş olduğunu görseniz ne olurdu haliniz?
Hastanede ve evinizde yatan bir hasta yakınınızın ruhunu teslim etmesi size daha kolay gelir ve belki de “kurtuldu zavallı” diye kendinizi teskin edersiniz. Ama trafik kazası öyle mi ya! Gelecek diye umut ettiğiniz sevgili bir yakınızdan “Artık gelemeyecek. Zira trafik kazası yaptı ve onu kaybettiniz. Başınız sağ olsun” sözlerinin anlattığı gerçeği bir anda kabul edebilir misiniz?
Bunları düşünmek bile istemiyorsunuz değil mi? Ama bunların aynıyla gerçek olduğunu ve kendinizi o kadar çimdiklediğiniz halde rüyada olmadığınızı anladığınızda ne olur du durumunuz?
İşte trafik kazalarında kaybettiğimiz değerleri böyle değerlendirmeliyiz.
Ama bu bir değil, beş değil, on değil, yüz değil belki her yıl binlerle karşımıza gelmekte ve sadece kazayı yapanlar değil onların aileleri de perişan olmaktadır.
2002 yılı ile 2008 yılına (bu yıllar AKP iktidarının yıllarıdır) ait kazaları bir kere daha gözden geçirecek olursak; Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik kazaları istatistiklerine göre 2002 yılında toplam 440 bin, 2008 yılında 930 bin kaza meydana gelmiş. Bu kazalarda ilkinde 4.170 kişi, ikincisinde ise 4.230 kişi ölmüş. İlk yılda 116.000 kişi son yılda ise 184.000 kişi yaralanmış.
Bunlar sadece o yıllara ait rakamlardır. İstatistiklerin verildiği 10 yılı temel alırsanız bu 10 yılda kaybettiklerimiz bizim nasıl bir felaket içerisinde olduğumuzu açık bir şekilde gösterecektir. Buyurun bakalım büyük faciayı…
On yılda 5.950.000 (beş milyon dokuz yüz elli bin) kaza yaşanmış. Bu zaman içerisinde 47.000 (kırk yedi bin) sevgili yakınımız ölmüş ve 1.500.000 (bir buçuk milyon) insanımız yaralanmış.
Bir savaş olsaydı acaba o savaşta kaç evladımızı kaybederdik? Ne dersiniz?
KADERE GASBENLİK
Olayların yaşanmasından önce gerekli tedbirler (önlemler) alınması bizim irademizdedir. “Deveni bağla, sonra ibadetini yap” esası, inancımızın esaslarından biridir. Aksi takdirde sen ibadet ederken deven kaçar giderse bunun sorumlusu sen olursun. Nitekim Batı ülkelerinde bu kadar kaza olayı yaşanmamaktadır. Ama olay yaşandıktan sonra artık bu neticeler kaderimiz olmaktadır.
Her zaman anlatılan bir misal (örnek) vardır.
“Efendim, benim kaderim şu uçurumda ölmek midir? Bunu anlamak için kendimi uçurumdan aşağıya atayım. Bakalım ölecek miyim yoksa ölmeyecek miyim? Eğer ölürsem, demek ki kaderimde böyle ölmek varmış” diyemeyiz. Buna Anadolu’da “Kadere gasbenlik” denmektedir.
Hayır. “Yaratıcımız bizleri imtihan edebilir ama biz Allah’ı imtihan edemeyiz” demeliyiz ve her işimizde hem sebeplere sarılmalı ve hem de gereken önlemleri almalıyız.
Bizim de ülke olarak bu önemli ve acil meselemize (sorunumuza) mutlaka gerekli önlemler alınmadır. Bu önlemler öncelikle ülke idarecilerinin alacağı önlemlerdir ve bunların bir takım caydırırcı cezalarla takviye edilmeleri de gerekir.
TRAFİK KAZALARINDA Kİ ÜÇLÜ
Trafik kazalarında bu kazalara sebep olan üç faktör (üç ayrı neden) bulunmaktadır. Bunlar; Aracın yani otomobilin teknik donanımı (yapısı), ikincisi sürücünün maddi ve manevi (ruhsal ve fiziki) durumu ve üçüncüsü yol durumu.
Bir evvelki yazımda bu üç boyutlu denklemin ilk boyutu olan aracın (otomobilin) durumunu incelemeye çalışmıştım. Ancak bu konu da söyleyeceklerim henüz tamamlanmadığı için bu ve daha sonra ki yazılarımda konu üzerinde biraz daha durmaya çalışacağım.
Şunu hemen ifade etmek istiyorum ki; “Otomobil kullanan insanlarımız çoğunlukla bindikleri aracın teknik durumunu bilmemektedirler.”
Gaz pedalına basınca aracın hızı artmakta, bu hız zamanla sürücüye normal gelmekte, hızı biraz daha, biraz daha, biraz daha yükselteyim, diye düşünmekte ve gaza biraz daha basmalıyım diye şuur altında düşünmekte ve onu uygulamaktadır.
“Arkadaş. Bu kullandığın meret, insan yapısıdır. İnsanın her yaptığı da ne yaparsa yapsın, ne kadar mükemmel oldu diye düşünürse düşünülsün, kendisi gibi hep eksik ve noksan olacaktır.” Bu temel esası bilmeden direksiyon başına oturan bilhassa genç kardeşlerim sonunda kaçınılmaz akıbete doğru yol aldığının farkına bile varmamaktadır.
Bir de duyuyoruz ki “trafik kazası olmuş. Şu kadar kişi ölmüş, şu kadar kişi yaralanmış” Ne olacak şimdi? Artık ölenlerin ruhuna “fatiha” mı okumalıyız?
Her kaza yapan insana, kaza yapmadan birkaç dakika önce, “kardeşim bak kaza yapacaksın, dikkat et” deseydik, acaba o insan bu ikazımızı anlayacak ve gerekli önlemi alacak mıydı?
Ben diyorum ki hayır. Belki söylediklerimizle ve bizimle alay edecekti. Ancak kaza başa gelince de artık “iş işten geçmiş” olmaktadır.