Teravihin sonlarına doğru güldürükçü iyice daldı gitti… Jet İmam'ın hız denemesi bile düşüncelerinden koparamadı onu…
Birazdan gideceği çay ocağında, cemaate anlatacağı güldürük geliverdi aklına…
Safta eli yüzü oynamaya başladı…
Dudaklarını kanatırcasına ısırmasa, Maazallah az kalsın namazı bozuyordu…
***
Çay ocağına geldiğinde aradıklarını bulamadı;
“Kimseler gelmemiş hayret, başlarına bi iş mi geldi” diye düşündü, sonrada ateş avuçlamış gibi, ‘Tövbe Estağfirullah’la savuşturuverdi...
Huzursuz oldu… Kendine çay söylemek bile aklına gelmedi…
***
Ta ki çaycı yanına sokulup;
"Seninkiler ikindi namazı sonrası dükkanın önünden geçerken pek bi pozluydular…
Ağızlarına gaşşık sığmıyordu yallıların… Manifaturacıyı bağa gaynanası sözde guzuya davet idesiymiş…
Töbee inanmam, bak gör kakırdaklı tandır böreğini yirler ‘guzu yidik’ diye de burada bizim kafamızı yirler… Nirde, gaynatasının zamanındaydı guzular, arapaşları çekmeler… Adam Üçlere gitti, guzularda peşinden…”
***
‘Bağdalarsa geç gelirler allem’ dedi keyifsizce Güldürükçü…
Alışkın değildi böyle beklemeye, oysa herkes onu gözlerdi çay ocağında teravih sonrası…
‘Ya gelmezlerse’ diye geçti içinden, yüzü karardı, çay ocağı küçülüverdi yüreğinde, bahçeye sığamadı…
Çaycı boşu alırken, ümit koydu yüreğine;
“İmamı, Mukalliti de alıp gideceğiz diyodu.. Teravihibağda kıldılarsa, mesmosuzlar şinci düşerler meraklanma sen dingişleyipte durma, accık sona depene binerler, hele bir çay daha iç…”
***
Daha sözü bitmeden bir gürültü girdi önce çay ocağının bahçesine… Neşeli bir gürültüydü… Güldürükçü’nün yüzü gülüverdi ama oralı olmamış gibi yapmayı başardı…
Manifaturacı tatlı bir gubuzlukla ocağa sesledi;
“Ülen müşteri mi girdi dükkana, hayvan mı belli değil, niye bakmazsınız, agee ordan soda ver hepimize, faraşalı furaşalı olmasın Gızılay getir adam gibi, yaktı mübarek ciğerimizi… Nası bişiymiş hay len, Kebabcı yise utanır ustalığından dükkanı kapatır” diye bağırdı…
Çaycı küçücük boyundan beklenmeyen bir çeviklikle tepsiyi çaylarıyla birlikte gözdağı verir gibi çevirirken homurdandı;
“Öyle zıddıma gidiyon ki, pantolonunun cırcırından habarın yok, ganara gibi yidiğini içtiğini anadıyon, utanmasan…” dedi sustu…
***
İmam’ın da, keyifle karnını ovalayarak oturduğunu gören meşhur Bayan Terzisi azıcıkta kinayeli bir şekilde seslendi;
“Hocam İsrail’le barışmışsıkya…”
“Eee?” diye ciddiyetle dinledi İmam…
“Şindi cola içebiliyoz mu, yoosa hala günah mı?” Sanki gölden bir zurba ördek kalkmış gibi aniden patladı gülüşme çay ocağında…
Kocaman bir ‘La Havle’ çekti İmam… Bahçeyi doldurdu nefesi…
Tıslar gibi konuştu;
“Ülen gidi annını secde de gören yok, fetfasız adım atman, yiter bana ittiğin yiter senin, yürü git kör bışgıyla keserim gulağını guyruğunu şinci” diye parlayıverdi…
***
Herkes, kendinden başkasına gülmeye başlayınca, Güldürükçü daha fazla dayanamadı... Kendiliğinden, sorulmadan, nazlanmadan anlatmaya başlayıverdi;
“Sıcak bir yaz gecesi, cemaat zorlu bir teravihi yeni bitirmiş…Ter sırtından akıyor, kimide oturduğu yerde uyukluyor..
Camiye misafir gelen Doğulu bir hoca mikrofonu eline almış;
“Aman dağılmayın program…” var…
***
Cemaat o yorgunlukta kapıya doğru dizlerinin üzerinde hafif hafif sıvışırken Doğulu Hoca tekrarlamış anonsu;
“Bakın cemaat çok güzel garılar gelecek birazdan, bize Kur’an okuyacaklar…”
Cami bir an donmuş kalmış…
Şaşkınlıktan birbirlerine bakarken herkes, Cami İmamı telaşla mikrofonu kapmış;
“Aman cemaat hocam doğru söyler, ancak yanlış telaffuz eder, birazdan çok güzel Kâri Hafızlar bize Kur’an okuyacaklar…”
***
Kahkaha bahçedeki çınarın en alt dallarındaki yapraklarda bile kendini hissettirdi… Güldürükçü rahatlamıştı, derin bir nefes aldı;
“Boşuna telaşelenmişim, sadece en çok bana gülüyorlar, guzuya çağırmasalar da, seviyorlar beni… Yani, belki, ganımca, sanırsam, öyle gibi sanki…” diye geçirdi içinden…