Gül Ebrusu

Ayşe Aslı Duruk

İnsan emeğine karşı gösterilmesi gereken hürmetin ve verilmesi gereken değerin önemini, “Sergi Açılışları” başlıklı yazımda, uzun uzadıya yazmıştım, daha önce. Lakin tekrardan, benzer bir konuya değinmem icap etti. Hızımı alamadım. Çünkü, kadir kıymet bilmezlik, bir türlü bitip tükenmek bilmiyor. Dört bir yanda, hayvani vasıflara sahip beşeri insanlaştıran melekelerden, nezaketten ve özenden mahrum kişiler kol geziyor. Çok yazık!

Şöyle anlatayım… Yıllar önce, ebru sanatı ile yakinen ilgilendim. Öyle ki, bu yakınlık beni, tekne’nin içine kadar düşürdü ve o kıvamlı suyun üzerinde serbest, kurbağalama, sırt üstü ve kelebek stillerinde yüzmeyi, çok iyi öğrendim. (Tekne: İçine, çoğunlukla kitre, ayva çekirdeği ya da başka malzemeler aracılığıyla yoğunlaştırılmış özel mi özel bir suyun konulduğu ve ebru yapımının da bunun yüzeyinde gerçekleştirildiği; çelik, çinko ya da galvenizden mamül, baklava börek tepsilerine benzeyen kaba verilen, terimsel bir isimdir) Her gün başında 6-7 saat mesai ve emek harcadığım, göz nurumu seve seve döktüğüm bu sanatta yavaş ilerledim dersem, kendime haksızlık etmiş olurum şimdi. Hızlı ilerledim. Sergi de açtım, sipariş de aldım, hani. O biçim. İyiydim, anlayacağınız…

Sonra, değişen çevre koşulları ve hayat şartları derken, o tekne, içimdeki denizin gizli bir yerlerine çekildi. ‘Bıraktım’, ya da, ‘mola verdim’. Hangi eylemin ismini seçeceğimi, geçecek olan zaman gösterecek; ileride/yakında tekrar başlayıp başlamama seçenekleri tayin edecek, bu uzaklığın isminin bir ara veriş mi, yoksa, kesin bir son mu olduğunu. Sorsanız, o harikulade teknenin, içimde bulunduğu yerin koordinatlarını ben de tam olarak bilmiyorum ama hala oralarda bir yerlerde olduğundan, adım gibi eminim.

Ne diyorduk? Emek ve göz nuru… Oysa ben ne yaptım, biliyor musunuz? Uğruna bunların hepsini verdiğim ve en önemlisi de günlerimin neredeyse yarıya yakın zamanını ayırarak yaptığım eserlerin, tamamına yakınını dağıttım! Sağa sola dağıttım, evet. Gözümün nurunu saçtım pervasızca. Çok büyük aptallık, tabi. O zamanlar, sanki ebru yaptığım o dönem, sonsuza kadar sürecekmiş gibi, o şans ve kısmet, her zaman elimin altında olacakmış gibi. Şans ve kısmet… Her şeyde öyle olduğu gibi, özellikle de sanat dallarından herhangi birisine tutunabilecek kabiliyetin ve dahi buna uygun çevresel şartların oluşabilmesini, sadece böyle sözcüklerle ifade edebilirim. Müzikte, resimde ya da başka bir sanat dalında, kendisine doğuştan gelen özel bir yetenek sunulan kişi, ne kadar şükretse azdır. Tabi, cevherin işlenmesi için gereken dış faktörler de, bir bu kadar önemlidir. Nitekim ben de, bu ikinci konudan yana, bir süredir nasipsizim şimdi. Ebru yapacak çevresel koşullar, olgunlaşmış durumda değil şu anda benim için. Belki, bir süre sonra…

İşte, hayatımdaki o ‘şanslı’ dönemin meyvelerinden birisini, en güzellerini çerçevelettirdiğim ebrularımın içinden en beğendiklerimden birini, hiç kıyamayacağım bir gül ebrusunu, tutup, bir akrabama hediye etmiştim! Şimdi elimde neredeyse hiç kalmayan ebrularım, böyle böyle tükenmiş o dönemde, demek ki. Tükenmek, evet. Nitekim, basbayağı bir tüketim eyleminin içine girilmiş ve bir köşeye atılan o en sevdiğim gül ebrum, şu anda, kayıp durumda! Bulunamıyor. “Hırsız çalmıştır” deniliyor. Güleyim mi, ağlayayım mı… Bildim çünkü. Yavrularından uzak kalan anne kedinin içine doğan o telaş ve hasret hissi ile birlikte, o tabloyu sorup soruşturma güdüsü hakim oldu bana da, geçen günlerde. Ne yazık ki yanılmamışım ve kıymetlim, ileride çocuklarıma göstermek isteyeceğim caanım gül ebrum, bir köşeye atılıvermiş işte. Basitçe ve öylesine… Şimdi nasıl mı hissediyorum? Gözünün feri, ışığı, nuru, ziyası çalınmış bir insan nasıl hissederse, işte öyle hissediyorum. Kadir kıymet bilmez kişilere karşı yapılan öyle aptalca bir cömertlik, daha doğrusu aptallık ve enayilik yapmış olduğum için, kendime çok ama çok kızgınım şimdi.

Neymiş, demek ki, aptallığın lüzumu yokmuş ve inşallah ebru sanatının o ahenkli, cümbüşlü ve renkli ağacından, o leziz meyveleri koparıp, tekrar tadabilirim. Tabi, eserlerime bundan sonra çook daha iyi sahip çıkmak şartıyla!

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.