1938 – 1939 öğretim yılına başlıyoruz. Bendeniz üçüncü sınıftayım.
Muallimimiz (babam) problemler öğretip yokluyor bizi. Elindeki eski yazılı hesap kitabı var. Bu güne kıyasladığımda beşinci sınıflarda bile o kuvvetli problemler yok.
***
Yelmez Köyü’ndeki arkadaş olduğu ve çocuklarını da okuttuğu Kunduracı Rahmetli İsmail Usta kimsede bile Gramofon yok iken (Radyo, TV hak getire) sahibinin sesi köpek resimli bir Gramofon almış.
Bu gramofonu Yelmez Köyü’ne beraber gidip aldık Gazilere getirdik.
***
Marşları evvelce babam kendi sesi ile öğretmişti. Şimdi Gramofon eşliğinde talebelerine öğretmeye başladı.
İstiklâl Marşı önde olmak üzere, Onuncu Yıl, Gençlik Marşı “Dağ başını duman almış” marşlarını öğretmeye devam etti.
Gramofonu eve getirdiğimizde zamanın şarkı ve türkülerini çalardım. Aliş’imin kaşları kara, Makber, Urfa’nın dağları gibi on plağı tekrar tekrar çalardım. Türk müziği aşkım burada başlamıştı.
***
Göksu Deresi sel yapmıştı. Babam talebelerin hepsini Göksu’yu yukarıdan gören bir yere götürüp ders verdi.
Büyük Sel yapan bulanık renkli olarak akan dere oradaki tüm bahçe ve ekim yerlerinin üstünde akıyordu.
***
Babamın Kalınağlıların Konya’ya gidişinde gazete de ısmarlardı. Cumhuriyet Gazetesi, bana da ÇEK’nun çocuk mecmuası vb. gelirdi.
Kasım’ın onuncu günü kaymakamlıktan gelen telefondan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün vefat ettiğini söylediler.
Hepimiz üzülmüştük o küçük yaşlara rağmen.
Daha sonra gelen ve genişçe haber ile fotoğraflayan cenaze törenini izledim.
Bütün halk ağlamaklı ve bütün devlet başkanları askerleri ile iştirak ederek Etnografya Müzesi’ne kaldırıldığı belirtiliyordu. Onu Sadırlarda görüşümü hatırladım üzüldüm. Allah rahmet eylesin.
***
Köydeki kral ailesi dedikleri ve muhtarlığı ellerinden bırakmayan ailenin biri ki Sarı derlerdi.
Köyün karşı yamacında her yere hâkim bir yere ev yaptırdı. Yaptırması ile köy halkı karşıt oldular.
Yıkılmasını istediler ama olmadı ve düşmanlık haline gelmeye başladı.
Babam durumu telefonla kaymakama bildirdi bir hadisenin önüne geçmesini istedi. “Bir gelirseniz iyi olur” dedi.
Genç Kaymakam at üzerinde köye geldi. İki tarafı da dinledi.
“Bir yerine gidip görelim” diyerek yola düştü iki tarafla beraber.
Ve şunu söyledi.
“Ağalar. Bu ev yapılmış. Yıkmakla size de bir kazanç sağlamaz ama evi yapana da zarar vermenin bir faydası yok.
Gelin bu evin hemen yanından başlayan araziyi köylüler olarak sizlere parselleyelim bahçeniz olsun” deyince herkes kabul etti.
Kaymakam giderken babama “Muallim amca iyi bir işlem yapıp hadise çıkmasını önlediniz. Tebrik ederim” deyip at ile ayrıldı.
***
Nisan ayında kuzuların olması ile onları yaymak için veliler çocuklarını dağlara gönderir okul boşalırdı.
Babam hiç duramaz o dağlara çıkar talebeleri toplar getirir, bir de velilere kızardı.
O zamanlar okutma mecburiyeti yok olduğu halde.
Nitekim teftişe gelen müfettiş bir seferinde durumu gördüğünde “neden yoklama defterine yok yazmıyorsun” deyince…
Beyefendi yazsam ne olacak o çocuklar bir şey öğrenecek mi? Ama alıp getirmek daha iyi değil mi? Deyince Müfettiş de “haklısın hocam ama kaç muallim yapar bunu?” deyivermişti.
***
Nisan ayında köyün yaylası olan Eğrice Güney Yaylası’na götürdü talebelerin hepsini babam.
Tamamen koca koca çam ormanından yürüyerek yaylaya varmıştık. Yaylada çoğu yıkık yayla evleri olarak kullanılan küçük ve basık yapıları gördük.
Yaylada orman idaresinin ağaç kesme, tahta yapma işleminde Mutlular harıl harıl çalışıyorlardı. Orada hava bir başka idi. Ben çamların sesini dere sanarak görebilmek için oradan oraya koştum ama dere yok çamların sesi idi.
***
Bu günlük bu kadar haftaya Allah afiyet verirse buluşuruz inşallah.
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle