“Dostun üzüntüsüne acı duyabilirsin, bu kolaydır. Ama dostun başarısına sempati duyabilmek, sağlam bir karakter gerektirir.” Oscar Wilde
Ne deniyor, burada? Kötü gün dostluğu kıymetsiz bulunup, iyi gün dostluğu mu övülmüş, yoksa?
Bir bakalım…
Hmm… Eh, öyle yapılmış, aslında! Ama nasıl olur!? Yoksa, bahsedilen bu iki çeşit dostluğa, alışılagelmişten farklı anlamlar mı yüklenmiş, öncelikle? Öyle yapılıp, hedef tam on ikiden mi vurulmuş ve hasır altı edilen çirkinlikler, gün yüzüne mi çıkartılmış? Evet… Bahsedilen bu iki çeşit dostluğa –iyi gün dostluğu ve kötü gün dostluğuna- öncelikle alışılagelmişten farklı anlamlar yüklenmiş ve ardından, hedef tam on ikiden vurulmuş. Üstelik, hasır altı edilen çirkinlikler gün yüzüne çıkartılıp, sağda solda o ‘kral çıplak’ nidasını yankılandırmış, yine…
**
Eh, bir bakalım o halde…
Burada bahsedilen kötü gün dostluğu, dostun zor ve sıkıntılı zamanlarına merhem ya da en azından ortak olup, onun bu yükünü hafifletmek değildir, herhalde. Elbette ki, bu eylemin kıymeti, baş tacı edilesidir lakin başka, bambaşka bir şeye parmak basılmış, şimdi. Aslında… O kadar da bambaşka bir şey değil de, hepimizin bildiği, yaptığı ama isimlendirip dillendirmediği ve böylece tam olarak var etmediği bir şey var burada, sanırım. Hali hazırda, her hangi türlüsünden bir kayıp, yıkım, noksanlık ve çöküş yaşayan birine karşı, içte uyanan o bilindik şevkat ve acımaktan bahsedilmiş olmalı. Eh, buna biraz da, eskilerin ‘mütecessislik’ dediği o durum eklenirse, ilgi ve merakın bini bir para eder. Mütecessislik, sırf merakı tatmin maksatlı bilgi aşırma, ilkel ve hatta vahşice bakışları söz konusu duruma çevirmek anlamındaki, ‘casusluk’ kökünden türemiş bir kelimedir. Ki buraya, tam da denk düşer, şimdi! Burada bundan, mütecessisliğin getirdiği alaka ve merakın uyandırdığı yakınlıktan söz ediyorum yani. Bir de, aşağıda; sizden aşağıda olan, ya da, sonradan oraya düşen ve bu haliyle de ‘zararsızlaşıp’ rakip olmaktan çoktan çıkan biri için duyulan üzüntünün... O gerçekliği ve samimiyeti, öyle çok da insanüstü ve alkışlanası bir durum değildir, diyorum. Daha doğrusu diyor, Oscar Wilde. Doğru…
**
İyi gün dostluğu mu? ‘Sağlam bir karakter’ gerektireninden, öyle mi? ‘Adam haklı, beyler’… Kıskançlıktan ve kıyastan tamamen arınıp azade olmuş, meleklere yakışır o erdem ve olgunlukla, sizden yukarıda olan, ya da, yukarıya çıkan birisinin bu yükselişine; başarısına, gerçek, samimi, katışıksız ve safi bir şekilde sempati besleyip, sevinebilmek, yani. Bir düşünün… Az önce bahsedilen tarzdaki o ‘kötü gün dostluğundan’ çok daha erdemli ve zor bir şey değil mi, bu? Bir düşünün, canım!
…
Pekala, kimsenin ‘yoğurdum ekşi’ demeyeceğini biliyorum ama bana cevap vermek zorunda da değilsiniz, zaten. Mahalle aralarında, siz yine o tatlı yoğurtlarınızı satmaya devam ededururken bir yandan, sadece, içinizden, sessiz ve gizlice düşünmeniz de, yeterli olur. İyi gün dostluğu ve kötü gün dostluğuna biçilen bu bambaşka giysilerin de, onların üzerlerine, o alışılageldik olanları kadar uyduğunu, söyleyebiliriz. Haksız mıyım? Anlamlara biçilen bu bambaşka kıyafetler, bu nevi terzilik, çokça gerekli, eğlenceli ve geliştiricidir çünkü. Yapın! Mesele yalnızca farklı açılar, köşeler, anlamlar ve yorumlarda. Burada mesele, alışıldık anlamdaki kötü gün dostluğu kadar, bu, yeni giysilerinin içinde de çok güzel ve kıymetli görünen –olan- iyi gün dostluğunda. Sahi, “Dostun üzüntüsüne acı duyabilirsin, bu kolaydır. Dostun başarısına sempati duyabilmek, sağlam bir karakter gerektirir” Öyle!