Kim görünmek istemez ki?
Aynalarda hep kendini seyretme isteği… Beğenmezseniz; kimi zaman şekil, renk değiştirirsiniz, ya da aynayı kırarsınız. Zaaflarımızı dahi kabul edilir, onaylanmış gö(ste)rmeyi arzularız.
Süslenme, güzelleşme genellikle başkaları adına. Şahsımızı mı kaçıracağız milletin nazarından.. başkalarını mahrum mu bırakacağız, şevketli(!) adımızdan, devletlû parlak(!) zatımızdan…
Hani, malûm fıkrada; “Bana görünme de kime görünürsen görün hatun!” demiş Nasreddin Hoca çirkin karısına.
Oysa terbiye görmemiş Benlik, muhtemelen güzel değildir de, yine de gösterme tutkumuz ne kadar ziyâdedir.
Yalnızlığımız, inancımız bile bazen görünmek isteğimizi örtmez veya yüksek(!) emellerimize hizmet etmez mi?
Herkes ucundan kıyısından, bir köşeden seyir, takip, takdir bekliyor. Neredeyse her eylemimiz, marifetimiz, alışkanlıklarımız hepsi göstermelik, kıymetli.
Bize bağışlananlar, tüm mevcudiyetimiz düşünülürse gerçekten öyle belki ama ne kadarı kamuoyunun(!) dikkatine sunulmalı.
Eşya, varlığımız sürekli gösteriye, cilalı imajlara dayanıyor.
Bundan şikâyet edenler de, bendeniz dâhil, çemberin içine giriyor ve kendine çeşitli mazeretler, kılıflar uyduruyor. Sergile(n)dikçe güçlendiğimizi, başarılı olup, ünlendiğimizi düşünüyoruz. Yuvarlanıp duruluyor.
Bazen dışarı çıkmakla, içerde kalmak, gizlenmek hissi; tenakuz, bölünme meydana getiriyor.
Haricin değişen, güvenilmez algısına gösterdiğimiz özen; gönle ihtimamı engelliyor, kalp izleri kayboluyor.
Gönül, türlü gerekli veya fuzuli meşguliyetle ne kadar kalabalıklaşıyor.
Muhtelif sesler, gölgeler, vehimler, karanlık arsız suretleri denetlemek, direnmek ne denli zorlaşıyor.
Yürek hanelerinde, kimler yuvalanıp, düşüp kalkıyor.
Çelişen, karmaşık düşüncelerle, neticede yol yürünüyor.
…
Tatbikat farklı olsa da, uyarıcı, zarif, soylu bir sese kulak vermemek elimde değil.
Yazar/ Kişi ne kadar görünsün. Onu sevmeyen ölsünn, sürünsünn!
Yoksa; o gül-endam bir (medyatik) al şale mi bürünsün yürüsün?
Ayşegül Genç’i dinliyorum şimdi, gözlerim kapalı:
“İnsan şifa sunmaya talipse yaralının yarası kadar bir ilaca sahip olması gerektiğini bilmelidir, ne azına ne fazlasına. İlacın miktarını kendi yarasından yola çıkarak ayarlar yazar. Bir öykücü yaralarını kelimelerle ovar, bir şair boğazımızda büyüyen yarayı kelime kelime çözmeye çalışır. Ama bu kelimeler görünmek isteyen yazar için gereksizdir elbette. Çünkü onun karşısında yarası yarasına denk gelecek kimseler değil, takipçiler vardır. Kımıldayan ibreler gibi. Sayaçlar gibi. Çokluğu ile övünülecek rakamlar gibi. Kendisi yoksul olduğu hâlde ayağına bir çizme geçirip ölçüler dünyasını, sayılar dünyasını adımlamaya başlar. ‘Çizmeye gururumu ve adımı korumak için ihtiyacım var anacığım’ diyen Dostoyevski’nin kahramanı gibi. Diğer insanlar ayağındaki çizmeleri görsün ister, ihtiyaç sahibi bir ölümlü olduğunu değil! Kibri, yarasını örter. Şifa eksik kalır. Perdeyi sıyırıp yüzümü pencereye yaslıyorum. Görünmek istediğim zamanlar da oldu. Övüldüğüm zamanlar, ortada olduğum zamanlar. Ama ne zaman güneşe ve ışığa çıksam, bir deliğe, bir kuytuya, bir gölgeye kendimi atmak için içimde inanılmaz bir arzu duydum.
Bunu, ruhu kendi avucunda kadavra gibi dağılınca anlar insan. Ortada olan bir süre alkışlanır. Ya sonra? Ortada olmanın ve alkışlanmanın karşılığında ne verecektir? Alkışlayanlar alkışın karşılığında ne alacağını bilirler. Onarmak üzerinden değil, eleştirmek ve öfkelenmek üzerinden yürüyen bir iletişim. Yaralar değil kusurlar karşı karşıya gelir. Yazar ortadadır. Seyirci ise korunaklı yerinde diğerlerinin arasındadır. Yazar mağarada sakladığı görünmeyen yanını kendi elleri ile pusuya düşürür. Fildişi kulesi yolgeçen hanıdır artık. Bir kelime için günlerce düşünen şairlerin, düşünmeden sarf ettikleri kelimeler kendi poetikalarını onarmak yerine yıkar. Gogol’un paltosu üç beş beğeni uğruna lime lime dağılır, Dostoyevski’nin çizmesi bir plastik terliktir artık. Peygamberin mağarasında ışıldayan oku emri, kalbe uğramadan seyirciler arasında yitirilir. Tecrübeli ve donanımlı yazar kelime kelime dökülür. Görünmek uğruna çıplak kalır. Kemiğine ve iliğine kadar ortadadır artık.
Ani bir refleksle perdeyi çekip kapatıyorum. Sedirden hızlıca kalkıp geriye doğru adım atıyorum. Bağırmaya başlıyorum. Görünmek istemiyorum. Görünmek istemiyorum. Görünmek istemiyorum. Biraz daha bağırırsam herkes bana bakacak balım. Perdenin ardından bile görüneceğim.” (Kalbin Arka Odası)
Gördüm! Gördüm! Gördüm!