Namaz, insanı âdeta bir sabır eğitimine tâbi tutar. “Ey müminler, sabırla ve namazla Allah'tan yardım isteyin. Hiç şüphesiz Allah, sabredenler ile berâberdir.” (1) Bu kıymetli âyetin tefsirinde şöyle deniyor; “Sabır, Kur'ânı Kerim'de sık sık tekrarlanır. Çünkü yüce Allah çeşitli içgüdüler ve ket vurucu psikolojik faktörler arasında doğru yolda yürüyebilmenin ve bin bir türlü çatışmalar ve engeller arasında yeryüzünde insanları Allâh'a çağırma görevini yürütmenin ne kadar büyük bir gayret gerektirdiğini herkesten iyi bilir. Bu gayret insandan, sinir sağlamlığı, olağanüstü bir soğukkanlılık, güç kaynaklarının sürekli seferberliği, sızma ve kaçış noktaları karşısında kesintisiz bir uyanıklık ister. Bütün bunlar karşısında mutlaka sabırlı olmak gerekiyor. İbâdetlere devâm etmek için sabır... Günahlardan uzak durmak için sabır... Türlü türlü düşman tuzaklarına, komplolarına karşı sabır... Zaferin ve başarının gecikmesi karşısında sabır... Bâtılın yayılıp güçlenmesi karşısında sabır… Vicdanların kaypaklığına sabır... Kalplerin şaşkınlığına, sapmalarına karşı sabır... İnatçılığın baskısına sabır...
Eğer hedefe ulaşma süresi uzar ve sıkıntıların baskısı yoğunlaşırsa, ortada azık ve yardımcı güç bulunmadığı takdirde sabır, zayıflar veya tükenebilir. Bundan dolayı, yüce Allah namaz ile sabrı yan yana getiriyor. Çünkü namaz, kurumaz bir kaynak ve bitmez bir azıktır. O, güç kaynaklarını yenileyen ve kalbe enerji yükleyen bir azıktır. Onun sâyesinde sabır ipi uzar ve kopmaz bir sağlamlık kazanır. Sonra da sabra hoşnutluk, şevk, gönül huzûru, güven duygusu ve azim ekler.
Ölümlü, zayıf ve gücü sınırlı olan insanın en büyük güç kaynağı ile yâni yüce Allah ile ilişki kurması, karşılaştığı zorluklar sınırlı gücünün kapasitesini aşınca O'ndan yardım istemesi mutlaka gereklidir. Ne zaman? Gizli açık bütün şer güçler ile karşı karşıya kalınca.. İçgüdü ve ihtirasların engellemesi ile arzuların kışkırtması arasında doğru yolda ilerlemenin üzerine bindirdiği sıkıntı ağır bir baskıya dönüşünce... Kötülüğün yayılıp güçlendiğini, buna karşılık iyiliğin gitgide zayıfladığını, ufukta hiçbir aydınlık kırıntısı ve yolda hiçbir işâret olmadığını görünce...
İşte böylesine zor durumlarda namazın değeri ortaya çıkar. Namaz; ölümlü insan ile sürekli ve kalıcı güç olan yüce Allah arasındaki doğrudan ilişkidir... Namaz; tek başına kalmış, garip bir damlacığın hiç kurumayan gür bir su kaynağı ile belirlenmiş bir buluşma vaktidir... Namaz; küçük yeryüzü realitesinin sınırlarını aşarak büyük evrensel realitenin uçsuz-bucaksız alanına yükselmektir... Namaz; yakıcı çöl sıcağında serin bir meltem, bir ilkbahar yağmuru taneciği, bir ağaç gölgesidir... Namaz; yorgun ve kırık kalplere yönelik şefkatli bir el okşayışıdır... Böyle olduğu içindir ki, Peygamberimiz sıkıntılı anlarında müezzini Hz. Bilâl'e; ‘Ey Bilâl, bize onun (namaz) aracılığı ile nefes aldır.’ buyururdu. Nitekim Peygamberimiz zor bir işle karşılaşınca yüce Allah'la daha çok buluşabilmek için her zamankinden daha çok namaz kılardı.
İslâm, bir ibâdet sistemidir. İbâdetlerde pek çok sırlar saklıdır. İbâdetin sırlarından biri; onun yol azığı, rûhun enerji kaynağı ve kalbin cilâsı oluşudur. Ne zaman ağır bir yükümlülük ile karşı karşıya gelsek namaz, bu yükümlülüğü tatlılıkla, neşe ile ve kolaylıkla karşılamamızı sağlayan bir kalp anahtarıdır. Nitekim yüce Allah, Peygamberimizi (salât ve selâm üzerine olsun) bildiğimiz sıkıntılı ve ağır görevine seçince kendisine şöyle buyurmuştu: "Ey örtüsüne bürünen Muhammed! Gece yarısında, istersen bundan biraz sonra, istersen biraz önce bir süre için kalk ve ağır ağır Kur'an oku. Gerçekten biz sana taşıması zor, ağır bir söz vahy yedeceğiz." (2) Görüldüğü gibi üzere Peygamberimizin bu ağır söze, zor yükümlülüğe ve son derece önemli rolü üstlenmeye hazırlanması, gece yarısı kalkıp ağır ve ahenkli biçimde Kur'an okumakla gerçekleşmişti. Namaz; kalbi genişleten, Allah ile aradaki ilişkiyi güçlendiren, insanın önündeki işi kolaylaştıran, yoluna ışık saçan, gönüllere sabır, teselli, huzur ve güven bağışlayan bir ibâdettir.
İşte bundan dolayı, burada yüce Allah büyük sıkıntıların eşiğinde olan Müslümanları sabırlı olmaya ve namaz kılmaya yöneltiyor.”(3) Bu hâlleriyle namaz âdeta rûhi bir terapidir. Sıkıntılı, üzüntülü durumlarda, yüreğin ferahlaması, gönlün huzur ve sükûne ermesi için önce abdest sonra namaz, dertli insana âdeta bir kurtuluş reçetesi sunar. Nasıl insan bunaldığında gerçek dostuna hâlini şikâyet eder, derdini dökerse aynen bu misal gibi insan da hakiki dostu olan Cenâbı Hakk’ın huzûruna namaz ile gidip sıkıntılarını açıklayarak boşalır. Bu hal kişiye rûhen bir rahatlama sağlar. Ardından dertli kişi tevbe ve istiğfarla, duâ ve içten yakarışlarla hâlini Allah Azze ve Cel’e arz eder. Kişi iç sıkıntısını, bunaltısını, derdini en ince detaylarına kadar Rabb’ine anlatınca bir ferahlama ve rahatlama elde eder. O Rabbül âlemin, dert ve üzüntülerin anlatılacağı ve paylaşılacağı en vefâlı dost ve en değerli sırdaştır. Böylece mânen arınan insan sıkıntısının hafiflediğini hayretle görecektir. Bu hâli yaşayan insanın önüne gün yeni bir sayfa açar. Arınan, saflaşan, rahatlayan, ferahlayan insan, günü güçle yaşar.
Bu bilgilerin ışığında namazı en kâmil bir şekilde kılmaya var mısınız? Efendim hayırla ve Hakk’la kalınız. Selâmetli günler dilerim.
--------------
1- Bakara, 153
2- Müzemmil, 1-4
3- S.Kutup, Fi Zilal Kur’an, C.1 s.294-295