Herkes kendi gönül dergâhının seyyâhıdır aslında. Gönlü Hakk’ın dergâhı hâline getirmek dünyâya bakış tarzınızla alakalı. Dünyâya bakış tarzınız ise davranışları belirliyor hatta biçimlendiriyor. Dünya hayâtını yaşarken de bu davranış ölçüleri sizi dünyâda gezdiriyor sonra bu durum yüreğinize güzellikler, zihninize birikimler dolduruyor.
İnsanlar iç dünyâlarının gezgini olurken dış gezginliklerini ruhlarının isteklerine uygun olarak düzenlerler. Meselâ müminlerin ruh dünyâlarını feyiz ve füyuzatlarla dolduran mekanlara yolculuk hakikatte iç âlemin yâni mânâ doluluğunun göstergesidir. Hakk’ın evi Kâbe’ye, Hakk’ın en Sevgilisi Hz. Muhammed aleyhisselâm’ın beldesi Medine-i Münevvere’ye yolculuk Müslüman’ın gönül seyrinin neticesidir. Hakk’a yakınlaşma ve hakikate ulaşma yolculuğu mümin gönlünün sırlı mayasıdır.
Gönülde ne varsa insan bedenen ve rûhen oraya akar. O sebeple gönlü beslemek ehemmiyet arz eder. Beslemek ama neyle??? Mevcut her şeyin birbiriyle ilgili olduğu bilinir. Dış ve iç, beden ve mâna, bâtın ve zâhir hep birbiriyle alâkalıdır. Gece ile gündüz, insan ile dünya arasındaki bağlantıyı insan dünya yolculuğunda daha iyi anlayabiliyor. Dışımızda bizi herhangi bir işe yönlendirme, hakikatte iç dünyâmızın isteğinin sonucudur. Herkes kendi iç dünyâsını gezginidir. Kişi nerelerde hangi ortamlarda geziniyor ise kendi gerçeğindeki sırrı kavramaya o denli yaklaşıyor demektir.
Tabi insanın iç âleminin isteklerine göre dünyâda gerçekleştirdiği dış gezginliklerde çeşitli durakları olacaktır. Bu duraklar duruma göre kişiye mesâfe kat ettirebilirken hayat yolculuğunda duraklamasına da sebebiyet verebilir. Mesele, ya duraklamadan hep seviye ile yola devam edebilmek yoksa o duraklamalardan ders alarak mesâfe kat edebilmektir. Bu kişideki birikimin kalitesiyle ölçülür. İnsan olmanın idrâkınde bulunanlar, içlerinde bir cevher taşıdıklarının farkında olmalıdır. Bu gerçeği akletmesi kişi için önemli bir kazanımdır. Hakikat yolculunda insan içinde taşıdığı cevheri merak etmeli ve bu cevherin aslına dönme yolculuğunun mihenk taşı olduğu gerçeğini kavraması, varlığının güzelliğine erişmesi anlamındadır.
Hakikati nerede arıyorsanız siz o’sunuz. Müslümanların kalbî hassâsiyetleri ve kalbî mahremiyetleri kutsal beldelere yönelik olursa mümin kişi kendisini oraya dâir bir âidiyette hisseder. Dünya global bir köy gibi düşünülse ‘Müslüman âidiyetlerine göre’ kendini yalnız hissetmez. Zira varlığın kalbi Ka’be’de cem olur. Müminler Kâ’be’yi tavaf ederken bir yandan kendi kalbinin âidiyet huzûrunu yaşarken bir yandan da kalbînin mahremiyet dehlizlerinde dolaşır. İnsan bilhassa mümin âidiyetini hissederek yeryüzünde yürürse kendini güçlü ve mutlu hisseder. Ona göre yeryüzü bir mesciddir.
Ancak ne var ki bugün evini-barkını, yurdunu-yuvasını terk eden pek çok mülteci bulundukları mekanlarda ne âidiyet duygusunu yaşayabiliyorlar ne de en doğal hakları olan huzurla insâni yaşam hakkına sâhip olabiliyor. Yersiz-yurtsuz, âidiyetsiz bir dünya vatandaşı olmak dünya gezgincisi için en acı sondur, istenmeyen bir durumdur.
Velhâsıl dünyâda âdeta bir sefer hâlinde bulunan insanoğlu kendinde bulunan hakikat cevherini idrak ederek dünya yolcuğunda sefer yaparken ancak vahiy gerçeğinden ayrılmadan insan olma sırrını keşfedebilir. Gönül seyyâhı olabilmek, kalp ilmini tâlim etmekle mümkündür. Bu husus Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın emânetinin taşıyıcıları rehber şahsiyetlerin bize damıttıklarından istifâdeyle daha kolay anlaşılabilir. Bunun için Mevlânâ’ların, Ahmet Yesevîlerin, İbni Arâbilerin, Hacı Bayrâmi Velîlerin, Yunus Emre’lerin Anadolu erenlerinin izlerini sürmeli ve yola revân olmalı.