Mevlâna Hz. gönül kalemiyle yazılmış, kıymetli eseri Mesnevi’nin ilk 18 beytini bizzat kendisi yazmıştır. Diğer beyitlerini halifesi, Hüsamettin Çelebi’ye yazdırmıştır. Bu 18 beyit, aynı Kur’ân-ı Kerim’in başlangıcındaki, ‘Fâtiha’ sûresi gibidir. Nasıl ‘Fâtiha’ sûresi Kur’ân’ın özetini içinde barındırıyorsa, işte aynen öyle, Mesnevi’nin ilk 18 beyti de, Mesnevi’nin özeti gibidir. İlk 18 beyit iyi anlaşılırsa, Mesnevî’nin tümü daha rahat mütalaa edilebilir. Dolayısıyla ilk 18 beyit çok önemlidir.
Bundan önceki Mesnevi ile ilgili yazılarımızda, konuya bir ön giriş yapmıştık. Mesnevî’de hemen ilk girişte çok sözü edilen, ‘NEY’ den bahsetmiştik. Ancak ilk 18 beyitte hep ney temsîli ile pek çok mânevî hususlar anlatıldığı için ilk beyte başlamadan ney ile ilgili detay vermek yerinde olur kanaatindeyiz.
Bilindiği üzere görünürde ney, düzgün, uzun bir kamıştan yapılmış içinden gönle haz verici, nefis seslerin geldiği zarif bir musiki âletidir ama o öyle sıradan bir müzik âleti değildir. Ondan üflenenler bize içli ayrılık iniltilerini, yâni gurbeti hatırlatır bu yönüyle ney, insanın gönül sazıdır. Mevlânâ Hz. neydeki bu içli inleyişleri, ana yurdundan koparılan kamışın, asli vatanına dönebilme hasretiyle yanmasının tezâhürleri olarak değerlendirir. İşte aynen bunun gibi insan da, asli vatanı olan ruhlar âleminden bu dünya sürgününe gönderilmiş bir garip yolcudur. Haktan gelen asil ruhlu insan, Hakk’a kavuşacağı günü vuslat olarak görür.
Neyzenlerin üflediği ‘Ney’, maddi bir nesne olarak kamıştır ama aslında o ‘kâmil insanı’ temsil eder. Neyi mânâ gözüyle değerlendirdiğimizde, o güzel zarif sesi çıkarmak için ney üzerinde epeyce bir işlem yapılmıştır. Ney önceleri sazlıklarda bir kamış iken aslî yurdundan koparılarak ilk acıyı tadar. Ustanın elindeki bıçağıyla baş kısmı ve uç kısmı kesilerek ikinci darbeyi alır, bu şekilde kamışın içi boşaltılır. Bu hal tıpkı insana benzetilir. İnsan dünyâya geldiğinde, içi boş arzularla ve sınırsız isteklerle doludur. İnsan içini, hem kötülüklerden hem de her çeşit lüzumsuzluklardan boşaltmalı ki, oraya gerçek sevgi girebilsin. Hak katında asil insanın gönlü lüzumsuzlardan, maddi lezzetlerden, gereksiz dünyeviliklerden arındırmalı ki, yüreği kutsî tecellileri almaya ehil hâle gelsin. Böylesi gönlü ilâhî Hak hitaplarına vasıl olan, kendini aşmış insan, ‘mürşidi kâmil=insanı kâmil’e benzetilir.
Neyin ney olma serüvenine devam edersek, ney aslî toprağından kopartılmış ve içi boşaltılmıştı. Neyin içi boşalmasa zâten ondan güzel sesler çıkmazdı. Ama ona bu acı yetmedi. İçi boşaltılan neyin bu seferde üzerine kızgın demirle, delikler açıldı, boğumlar üzerine demir halkalar takıldı. İnsan da aynen ney gibi sıkıntı, üzüntü ve ıstıraplarla delinir, belâ ve musibetlerle çeşitli imtihanlardan geçirilir. İnsan bu şekilde bilenerek olgunlaştırılır ki, kalbi hakiki sevgiyi almaya elverişli hâle gelsin. Çünkü ancak bu hâle gelen yâni acıyı tadan insan, Rabb’ine yaklaşır. Kamış onca eziyete sabrederek katlandı ve nihâyet herkesin hayranlıkla dinlediği muhteşem sesler çıkaran, ‘Ney’ oldu. Neyin çıkardığı ses aslında Hak aşkının sesidir. İşte insan da aynen bu misaldeki gibi, dünyâda sıkıntı, elem ve üzüntülerle imtihan edilerek, iç âlemini boşaltıp olgunlaşmış bir şekilde, yüce Rabb’e yönelerek, hakiki anlamda Hakk’a ulaşabilir. Tabi böylesi bir insandan, neyin içli ve zarif nağmeleri gibi herkesin hayran olacağı davranışlar ortaya çıkar. Öyle güzel seslerin çıkması için ney bıçak darbesiyle kesildi, kızgın demir ile dağlanarak delikler açıldı, halkalar takıldı da ney oldu. Ney, nice meşakkatler çekerek neyliğe ulaştı.
İnsanların çilelerle pişerek olgunlaştığı herkesçe mâlumdur. Çile bu yönüyle en iyi eğitmendir. Çile çekmeyen insan toydur, tecrübesizdir. Her çeşit yanlışı yapabilir. İnsan çile çekerek hayâtı ve insanları tanır, denenerek tecrübe sâhibi olur. Neticede birçok hususta ehil hâle gelir. Bu sebeple halk arasında güzel bir söz dolaşır; ‘Bir musibet bin nasihatten iyidir.’ Diye hakikaten hayatta bu düşüncenin gerçekleştiği çok hâdiseler görürüz. İnsan dertlerle olgunluk kazanır. Neticede o insan herkesin kendisine akıl danışıldığı güzel ve kâmil bir insan olur. Şu fâni hayatta kulunu âdeta ney gibi çalan Mevlâ Teâlâ olursa, elbette ondan en nâzenin herkesin hayranlıkla dinlediği sesler yükselir. Tıpkı kâmil insanlar gibi. Herkes onlara, davranışlarına, ahlaklarına, hallerine hayran kalır.
Hâsılı, ney gönle, kamış ise gönül âlemine benzetilir. Neydeki asıl temsîlî düşünüş budur. Vesselam. Diğer yazımızda devam etmek üzere En Güzele emânet olunuz efendim. Hayırlı. Cumâlar.