Bu yazımızda gönül âleminden bahsetmek niyetindeyiz efendim.
Gönül âlemi denince iç âlem yâni iç dünyâmız hatıra gelir. Asrımızda insan dış görüntüsünü güzelleştirmeye son derece önem veriyor fakat asıl iç âlem imâra çalışılmalıdır. Zirâ iç âlemin haraplığı insanın kişiliğini menfi etkiler.
Bugün toplumda mevcut olan davranış bozukluklarının sebebi iç âlem bozukluğunun dışa aksetmesidir. İçi bozuk insanlar elbette doğru davranış geliştiremezler. Bunun neticesinde iftra, yalancılık, adâletsizlik, hak tanımazlık tezâhürlerine sıkça rastlanır.
Yaşadığımız devirde insanların fikirleri, düşünceleri, beyinleri, yürekleri, ruhları güncel şartların dayattıklarıyla işgal altındadır. Bu sebeple ruhta oluşan bu sapkın fikirler hem kişinin doğru ve güzel davranışlarda bulunmasını engeller hem de vâr olanları alır götürür. Hatta içte yaşanan şüphe, itimatsızlık dîne itiraz, yine dînî hüküm karşıtlığı ve pek çok şeye muhalefet, insanın hep aklını öne çıkarması iç âlemi tahrip eden sebeplerdir. Bu vesileyle ne yazık ki gönül âlemi yıkık insanların sayısı gün geçtikçe artıyor. O zaman gönül âleminin gelişmemesinin nedeni iç âlemdir.
İç âlemin gelişmesi için rûhun tereddütlerden kurtulması, şüphelerden arınması, ihtilaflardan kaçınması lâzımdır. Yanı sıra sağlam bir inanış, hoşgörü ve geniş bir kucaklayıcılık anlayışıyla hâdiseleri değerlendirmek gerekir. Keskinlik, suçlayıcılık, öteleyicilik gönül âleminin gelişmesini engellerken yumuşaklık, sâkinlik ve muhabbet gönle pozitiflik sunar. Bunu yapmayan aslında kendine kötülük yapıyor demektir. Zirâ insanın metafizik hâli dikkate alınmalıdır.
İnsan rûhuyla ve onun ortaya koyduklarıyla müspet ya da menfi yansıttıklarıyla insandır. İnsanlar iç âlemlerini geliştirme girişiminde bulunmadıkça güzel gönüllü insanlar toplumda zuhur etmez. Bilinsin ki güzel gönüllü insanlarla toplum mâmur olur. Gönlü güzel insanlardan iyilik ve güzellikler südûr eder. Bu şekilde toplumda güzel ahlâki erdemler yaygınlaşır, kötülükler engellenir. Şahsiyet gelişir, mümince davranışlar artar. O halde bu husûsiyetleri en temel “hayat görüşü” hâline getirmek şarttır. Buradan şu sonuca varabiliriz; iç îmâr olmadan dış imâr gerçekleşemez.
İnsan kendisini ‘özeleştiri’ye tâbi tutmalıdır. Bu sâyede kişi eksiklerini görüp iç âlemine yönelir. İç âlemdeki eksikleri anlayıp tespit eden insanın o açıkları kapatmasıyla gönül dünyâsında derinlik, davranışlarında nezâket, fikirlerinde nezâhet hâsıl olur. İşte bu hal iç ve dış âlem bütünlüğünü temin eder. Neticede güçlü iman ortaya çıkar. Aklî hakikatleri kabulleniş kişi, gönlü ikna olmuş kişidir. Gönlü ikna olan yüce Rabb’ine yakın olandır. Böyle insan ruhsal sıkıntıya düşmez. Çünkü onun iç âlemi inandığı değerlerin gücünden ve etkinliğinden dolayı huzurludur. Onun için ‘İslam huzur dînidir’ denir.
Bu şuurdaki insanlar, günlük yaptıkları mümin olma vazifelerinden dolayı dâima ruhlarını mânevî gıdayla beslerler dolayısıyla onların iç âlemler huzurludur. Bu şekilde iç âlemlerini mânevi gıdalarla (yâni ibâdetlerle) beslemeyenler iç huzurlarını sağlayamaz âdeta kendilerini boşlukta hissederler, delicesine hisleri peşinde koşarlar. Derken Hz. Allah’tan hızla uzaklaşırlar, yanlışlarla hemhal olurlar. Halbuki huzûrun temini maddeyle değil doğrudan iç âlemle alakalıdır. İç âlem tahrip olunca vicdan körelir, davranışlar bozulur, günahlar onu içine çekiverir. Şeytanın teşvikleri, nefsin azgın istekleri Müslüman kişiyi zayıf imanlı bir kişi hâline getirir.
İnsanın bu hazin durumlara düşmemesi için mutlaka öze dönüşü gerçekleştirmesi gerekir. Bu sebeple insan huzur istiyorsa inançlarının gereklerini yapmalı, hatâlarından dürüstçe dönmelidir. Ancak bu şekilde iç âlemler imar edilebilir. Rûhun bu tür ihtiyaçlarını görmemek gaflettir. İnsan bu sorumsuzluğa düşmemelidir. Her Müslüman imânını güçlendirmek gönül âlemini geliştirmek için ölene kadar mücâdele ve gayret sarf etmelidir.