Yaşamı doğru ikâme ettirme adına koyulan müeyyideler insanı koruma amaçlıdır. Fazilet bu şekilde tesis eder. Konulan İslâmî kural ve prensipler de toplumun salahı ve insanın en mükemmel bir şekilde yaşaması içindir. Osmanlı’nın yaşadığı devirlerde bir ‘Faziletler Medeniyeti’ tesis edilmişti.
Bugün insanlık; istediği gibi hareket etme hürriyeti, dilediğini yapma hürriyeti, yaşama hürriyeti gibi ‘hürriyet’ fikirleriyle “kendini kayıt altına alan her şeyden sıyrılma” fikirleriyle ki bu fikirlerin gerçekle bağdaşır bir yanı yoktur. Bu mantıkla yaşam felsefesini oluşturan kişiler her zaman dünyâlarını sapkınlıktan kurtaramamışlardır. Ve bu görüşlerin sâhibi olanlar âdeta kendini yangına atmaya çalışan deli gibidir. İnsan böylesi bir durumda ardı arkası kesilmeyen isteklerinin kölesi olur. Azgın arzularının peşine takılıp her türlü haramı işleme cesâretini gösterir. ‘Câhil cesur olur.’ derler ya aynen bu misal. O kişi dünya ilmiyle dolu olsa dahi ahret ilmiyle dolu olmadığından cehâletin esâretine takılarak her türlü sapkınlığı rahatça irtikap eder. Oysa bu insanın hürriyeti değil bilakis tüm insanlığın, hürriyet adı altında köleliğe ‘zevklerin ve isteklerin köleliğine’ sürüklenişidir.
Halbuki; insan Rabbi Rahim’inin kendisine bahşettiği her türlü donatıyla en zorlu işlerden sıyrılabilecek güçtedir. Bu hususta irâde insana boşuna mı verilmiştir? İnsan irâdesiyle, taşkın kuvvetlerini ve aşkın isteklerini başka hayırlı faaliyetlere yöneltmek sûretiyle mevcut sapkınlıklara ve günahlara sürüklenmekten kurtulabilir. Ayni zamanda İslâmî kural ve müeyyidelerin uygulamasını şahsında gerçekleştirebilir. İnsana koyulan bu ilâhî kayıtların adı aslında ‘fazilet’tir. Ya da ‘ahlak’tır. Veya ‘iman’dır. Ne dersek diyelim insana insan olma vasıfları ancak dînî özelliklerle kazandırılır. Kimse bunu inkar edemez. Bu değiştirilemeyen temel bir gerçektir.
Bugün yaşadığımız toplumda kural dışı o kadar çok hâdise cereyan etmekte ki! Nasıl olabilir böylesi durumlar demekten kendimiz alamayız. Beğenmediğimiz durumlar içinde bir şey yapmadan sâdece yakınır geçeriz. Oysa ben de bu menfilik için bir olumlu adım atsam iyi olur demeyiz ve hep başkalarından bekleriz. Neme lâzımcı bir toplum olduk çıktık. Bu duyarsızlık da yeni çıktı. Tâbiri câizse, ‘kimsenin tavuğuna kiş’ demiyorum.’ ‘Kimseye zararım yok ya bu bana yeter.’ demek içinde yaşadığımız topluma karşı ciddi bir sorumsuzluk örneğidir. Böylelerinin ortalıkta dolanan yanlış akımlardan, yerleşen hatta kökleşen maddecilikten, gün geçtikçe bozulan ahlâkî zaafiyetten lütfen söz etmesinler. Buna haklarının olduğunu düşünmüyoruz. Yanındaki olumsuzluğa omuz silkerek geçen kimsenin etrafını eleştirmeye yüzü olmamalı. Sende bu toplumun bir ferdi isen yanından sarmaş dolaş geçen gence bir şeyler söylemen gerek. Yapmazsan hem Rabbine hem de yaşadığın topluma karşı sorumlusun, o zaman şikâyet etme şansın da olmaz.
İnsânî kayıtlara değil de hayvânî kayıtlara teslim olanlar, aşağı ve yasak hislerinin esiridir. Meşrûiyetin dışındaki kaba ve yasak zevkler insanı günaha sürükler. Böylesi günah girdâbına sürüklenmiş kişiler, insan olmakla hayvan olmak arasında serbesttir.
Bir zamanlar; toplumda İslâmî davranışların dışında bir davranış işlendiğinde, her belde de, her kasabada, her köyde, her mahallede halkın bakışlarından ve davranışlarından sızan bir nevî ‘sosyal baskı’ vardı. (Bugün buna mahalle baskısı diye menfi boyutta modalaştırdılar.) Müslüman halk, değerlerine ters düşen davranışlar sergileyen kişileri ya uyarır ya bir şekilde protesto ederler yâni o yanlışlığa göz yummazlardı. Sözü geçer kişileri araya koyarak o yanlış davranışı işleyen kişiye doğruyu göstermeye çalışırlar, yardımcı olurlar ya da cezâlandırmak için ilişkiyi zayıflatırlardı. İşte bu duygu ahlâkın ve mukaddesâtın yegâne koruyucusuydu. Günah işleyen kişi çevreden çekinirdi. Şimdi her çeşit hayâsızlık büyük bir rahatlıkla ve cesâretle uygulanıyor ve kimse de bir şey diyemiyor.
Bugün bu ulvi duygu, ‘Banane’ mantığıyla köreldi. Oysa peygamberimiz aleyhissalâtu vesselam: “ İçinizden kim bir fenâlık görürse onu eliyle menetsin, eğer buna gücü yetmezse diliyle menetsin, buna da gücü yetmezse bâri kalbiyle hoş görmesin. İşte bu îmânın en zayıf derecesidir.” Buyuruyor.(Müslim, c.1, s.69)
Peygamberimizin her söz ve fiili günümüzün sıkıntılarına devâ niteliğindedir. Hastalıklarımıza en güzel devâları göndermesi ilticasıyla, O Rebiülevvel ayının sultânını şefaatine ermemiz duasıyla hayırla kalınız efendim…
Bugün insanlık; istediği gibi hareket etme hürriyeti, dilediğini yapma hürriyeti, yaşama hürriyeti gibi ‘hürriyet’ fikirleriyle “kendini kayıt altına alan her şeyden sıyrılma” fikirleriyle ki bu fikirlerin gerçekle bağdaşır bir yanı yoktur. Bu mantıkla yaşam felsefesini oluşturan kişiler her zaman dünyâlarını sapkınlıktan kurtaramamışlardır. Ve bu görüşlerin sâhibi olanlar âdeta kendini yangına atmaya çalışan deli gibidir. İnsan böylesi bir durumda ardı arkası kesilmeyen isteklerinin kölesi olur. Azgın arzularının peşine takılıp her türlü haramı işleme cesâretini gösterir. ‘Câhil cesur olur.’ derler ya aynen bu misal. O kişi dünya ilmiyle dolu olsa dahi ahret ilmiyle dolu olmadığından cehâletin esâretine takılarak her türlü sapkınlığı rahatça irtikap eder. Oysa bu insanın hürriyeti değil bilakis tüm insanlığın, hürriyet adı altında köleliğe ‘zevklerin ve isteklerin köleliğine’ sürüklenişidir.
Halbuki; insan Rabbi Rahim’inin kendisine bahşettiği her türlü donatıyla en zorlu işlerden sıyrılabilecek güçtedir. Bu hususta irâde insana boşuna mı verilmiştir? İnsan irâdesiyle, taşkın kuvvetlerini ve aşkın isteklerini başka hayırlı faaliyetlere yöneltmek sûretiyle mevcut sapkınlıklara ve günahlara sürüklenmekten kurtulabilir. Ayni zamanda İslâmî kural ve müeyyidelerin uygulamasını şahsında gerçekleştirebilir. İnsana koyulan bu ilâhî kayıtların adı aslında ‘fazilet’tir. Ya da ‘ahlak’tır. Veya ‘iman’dır. Ne dersek diyelim insana insan olma vasıfları ancak dînî özelliklerle kazandırılır. Kimse bunu inkar edemez. Bu değiştirilemeyen temel bir gerçektir.
Bugün yaşadığımız toplumda kural dışı o kadar çok hâdise cereyan etmekte ki! Nasıl olabilir böylesi durumlar demekten kendimiz alamayız. Beğenmediğimiz durumlar içinde bir şey yapmadan sâdece yakınır geçeriz. Oysa ben de bu menfilik için bir olumlu adım atsam iyi olur demeyiz ve hep başkalarından bekleriz. Neme lâzımcı bir toplum olduk çıktık. Bu duyarsızlık da yeni çıktı. Tâbiri câizse, ‘kimsenin tavuğuna kiş’ demiyorum.’ ‘Kimseye zararım yok ya bu bana yeter.’ demek içinde yaşadığımız topluma karşı ciddi bir sorumsuzluk örneğidir. Böylelerinin ortalıkta dolanan yanlış akımlardan, yerleşen hatta kökleşen maddecilikten, gün geçtikçe bozulan ahlâkî zaafiyetten lütfen söz etmesinler. Buna haklarının olduğunu düşünmüyoruz. Yanındaki olumsuzluğa omuz silkerek geçen kimsenin etrafını eleştirmeye yüzü olmamalı. Sende bu toplumun bir ferdi isen yanından sarmaş dolaş geçen gence bir şeyler söylemen gerek. Yapmazsan hem Rabbine hem de yaşadığın topluma karşı sorumlusun, o zaman şikâyet etme şansın da olmaz.
İnsânî kayıtlara değil de hayvânî kayıtlara teslim olanlar, aşağı ve yasak hislerinin esiridir. Meşrûiyetin dışındaki kaba ve yasak zevkler insanı günaha sürükler. Böylesi günah girdâbına sürüklenmiş kişiler, insan olmakla hayvan olmak arasında serbesttir.
Bir zamanlar; toplumda İslâmî davranışların dışında bir davranış işlendiğinde, her belde de, her kasabada, her köyde, her mahallede halkın bakışlarından ve davranışlarından sızan bir nevî ‘sosyal baskı’ vardı. (Bugün buna mahalle baskısı diye menfi boyutta modalaştırdılar.) Müslüman halk, değerlerine ters düşen davranışlar sergileyen kişileri ya uyarır ya bir şekilde protesto ederler yâni o yanlışlığa göz yummazlardı. Sözü geçer kişileri araya koyarak o yanlış davranışı işleyen kişiye doğruyu göstermeye çalışırlar, yardımcı olurlar ya da cezâlandırmak için ilişkiyi zayıflatırlardı. İşte bu duygu ahlâkın ve mukaddesâtın yegâne koruyucusuydu. Günah işleyen kişi çevreden çekinirdi. Şimdi her çeşit hayâsızlık büyük bir rahatlıkla ve cesâretle uygulanıyor ve kimse de bir şey diyemiyor.
Bugün bu ulvi duygu, ‘Banane’ mantığıyla köreldi. Oysa peygamberimiz aleyhissalâtu vesselam: “ İçinizden kim bir fenâlık görürse onu eliyle menetsin, eğer buna gücü yetmezse diliyle menetsin, buna da gücü yetmezse bâri kalbiyle hoş görmesin. İşte bu îmânın en zayıf derecesidir.” Buyuruyor.(Müslim, c.1, s.69)
Peygamberimizin her söz ve fiili günümüzün sıkıntılarına devâ niteliğindedir. Hastalıklarımıza en güzel devâları göndermesi ilticasıyla, O Rebiülevvel ayının sultânını şefaatine ermemiz duasıyla hayırla kalınız efendim…