Bu dünyadan gider olduk
Kalanlara selâm olsun.
Yunus Emre
04.05.2013 Cumartesi günü Hak Dostlarından bir tanesini daha beka alemine uğurladık. Osman Karabulut Hocamızdı o. Güzel bir merasim oldu gerçekten. Allah (c.c.) rahmetine garkeylesin. Bu merasimde bize desteklerini esirgemeyen ve kendileri de bizzat katılan Sayın Valimize, Belediye Başkanlarımıza, Emniyet Müdürümüze, Konya’mızın siyasi liderleri ve Sanayi Oda Başkanımıza teşekkür eder, Cenab-ı Hakk’tan kendilerine sağlık ve afiyetlerle, hayırlı ve uzun ömürler niyaz ederiz. Özellikle İl ve ilçe müftülerimize de katılımları ve sonuna kadar bizzat katkılarından dolayı teşekkürü bir borç biliriz. Namaz esnasındaki müezzinlik başta olmak üzere, kabristanda da Kur’an-ı Kerim tilâvetleriyle gönüllerimizi manevî iklimlere taşıyan hocaefendilerimize de duacıyız. Allah (c.c.) katılan ya da uzakta olup telefonlarıyla taziyede bulunan bütün kardeşlerimizden razî ve hoşnud olsun. Bilhassa Türkiye’nin çeşitli yerlerinden uzak-yakın demeden gelen kardeşlerimizden de. Bu arada hizmetin her aşamasında şahsen bulunan kardeşlerimizi de yâd etmeden geçemeyeceğiz.
İnsan hayatının adeta bir göstergesidir cenaze merasimleri. Sanki “nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz” sırrının açığa çıkmasıdır o. Yüce Rabbimiz bizlere de hayırlı bir sonla Kendisine kavuşmayı nasib eylesin! Tabii yaşı doksana varmış bir insanın, akşamında kalabalık bir misafir grubuyla sohbet ve muhabbetinden sonra, kimseye yük olmadan sabaha karşı Rabbine kavuşması çok güzel bir şeydir kendisi adına. Ama bilakis kendisine çok alışmış yakın ve dostlarına da kolay bir ayrılık değildir. Ancak hükmün yalnız Allah’a ait olduğunu bilen dost ve yakınlar “biz Allah içiniz ve Allah’a döneceğiz” inancıyla karşılarlar elbette bu gerçeği.
Belki birkaç gün sonra bir yazı yazmayı düşünüyordum Hocam hakkında. Fakat hocamın çok sevdiği küçük oğlumun Konya dışında olup gelememesi kendisini çok duygulandırmış olacak ki onu, aşağıda gelen satırları yazmaya sevketmiş. Bizimle paylaşınca da biz de sizinle paylaşmaya karar verdik. Aynen aktarıyorum sizlere.
“Bir sâlih zât daha göç etti ebedî âleme… Erişti Sonsuz Olan’a… Yüzlerce, belki de binlerce sevenini ardında bırakarak…
Kendisini hayatı boyunca İslâm’ı anlamaya ve anlatmaya adayan, bu toprakların yetiştirdiği pek çok “güzel insan”ın yanında bulunan, hatta onlardan bazılarının hizmetkârlığını yapan, manevî rehberlerinin hayatlarında gördüğü “edeb”i kendi hayatının bütün inceliklerine nakşeden, Konya’nın manevi büyüklerinden Osman Karabulut Hocaefendi, geçtiğimiz Cuma gecesi sabaha karşı Hakk’a yürüdü. Mekânı cennet olsun!
1924 yılında Konya’da doğan ve bir asra yakın sürelik ömrünü ilme, irfana ve irşada adayan Osman Karabulut Hocamız, Konya’daki Şems-i Tebrizi Camii’sinin Cumhuriyet dönemi ilk İmam-Hatibi idi. Görev yaptığı dönemde, dinî alana ait her ne var ise hepsine “yasak” koyan bir zihniyete inat, sevdiği ve inandığı hakikati var gücüyle çevresindeki insanlara anlatmaya devam etti. “Ârifler Sultanı” ismiyle müsemma olan Mahmud Sami Ramazanoğlu’nun yakınında bilfiil bulunup ondan “icazet” aldı. Yine Konya’nın en önemli manevi şahsiyetlerinden olan Allah dostu Ladikli Hacı Ahmed Ağa’nın yaşayan en yakın “dostu” idi. Hatta onu gasleden de o idi. Daha adlarını burada anamayacağımız nice salih zatlarla, mübarek insanlarla görüşüp onlardan arda kalan “kutlu mirası” etrafındaki insanlara, o yumuşak ve hoş üslubuyla aktardı. Hz. Mevlana, Şems-i Tebrizi, Mahmud Sami Ramazanoğlu, Muhammed Es’ad Erbilî, Ladik’li Hacı Ahmed Ağa gibi pek çok Hakk dostu kişinin hayatıyla ya da hatıralarıyla ilgili eserler kaleme aldı. Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi gibi Konya’nın manevi açlığını gideren zatlarla -dostluğuyla beraber- aynı dönemde nasihatlerine devam etti. İlahi aşk ve muhabbet, Efendimiz’in (a.s.) mucizeleri gibi ilmi konulardan Konya’da medfun bulunan enbiyâ ve evliyâlara kadar pek çok konuda eser ortaya koydu. Yeri geldi, iç âleminden coşan derunî muhabbet mısra oldu, dörtlük oldu, şiir oldu.
Evliliğin dinî yönünü ve dikkat edilmesi gereken hayatî unsurlarını henüz daha kimselerin fark etmediği ve konuya eğil(e)mediği yıllarda kaleme aldığı İslâm’da Evlilik ve Mahremiyetleri adlı kitabı yüz binler basıldı ve kendisinden sonra yazılacak bu tür eserlere temel teşkil etti. Sadece bir kısmını dile getirebildiğimiz onlarca eserine ve olağanüstü hayatlarına bizzat şahit olduğu, Rasûlullah’ın övdüğü, o güzel meclislerde sohbetlerinden bizzat feyizyâb olduğu çevresindeki onca mübarek insana rağmen, hayatı sessiz ve derinden yaşamıştır Osman Karabulut Hocaefendi. Hemen her gün onlarca kişinin bir şekilde “meşhur” olduğu çağda, o, ön plana çıkmayı, görünmeyi değil; “görünmemeyi” tercih etmiştir. Vefatı da hayatı gibi olmuştur. Sessizce… Kimseyi rahatsız etmeden…
Hakikaten, Konya’nın manevi kalelerinden biriydi Osman Karabulut Hocam. Hani hayatın onca dağdağasından, buhranından ya da sözümona stresinden bir an olsun kurtulmak/ uzaklaşmak istersiniz ya. Hani sizi bütün bunların kıskacından kısacık bir anlığına dahi olsa kurtarabilecek olan insan(lar)ı bir an önce görmek istersiniz ya. Osman Karabulut Hocaefendi işte tam da böyle bir insandı. Soru sormak, ziyaret etmek ya da herhangi başka bir vesile için her gün kapısının zilini çalan onlarca kişiyle birebir ilgilenir, onların dertlerini dert edinir, sevinçlerine sevinç katardı. Dünyevî meşgalelerin altında ezilip kalan zihinleri ve gittikçe derûnî âlemden uzaklaşan gönülleri, manevî olarak irşad ederdi. O güler yüzlü, bembeyaz silüetini gördüğünüz zaman, onun, âleme çok daha başka bir nazardan baktığını anlardınız. Sanki Sezai Karakoç’un dediği gibi, bu yaşadığımız dünyada o, “yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyor”du.
O, tek bir kelime ile anlatılmak istense, akla herhalde en başta “edeb” lafzı gelir. Çünkü bilhassa bugünlerde eksikliğini daha derinden hissettiğimiz kavramla bütünleşmişti adeta. Yemesinde, içmesinde, konuşmasında, hatta va’z-u nasihatinde bile ölçüyü kaybetmez, aşırıya kaçmaz, sünnetlere hassasiyet gösterirdi. Sıkıntı ve kederlerin eksik olmadığı hayatına tam bir tevekkülle, “kahrın da hoş, lûtfun da hoş” penceresinden bakardı. Efendimiz Aleyhisselâm’ın hadisi-i şeriflerinde belirttiği üzere, “görüldüğü zaman kişiye Allah’ı hatırlatan kullardan” biriydi. Kendisini ziyaret etmek isteyen onca kişiden hiçbir zaman şikâyet etmez, “büyüklerinden böyle gördüğü”nü söylerdi. Hatta bir ara hastanede yatarken, kendisine, ziyaretine gelenler için kapısına belirli saatlerin yazılması teklif edildiğinde, o, kesin bir dille; “hayır, bu kapıyı büyükler hiç kapatmadı, biz de kapatmayız” demişti.
Osman Karabulut Hocaefendi, manevi hocalarından aldığı şifahî geleneği de bizzat yaşıyor ve yaşatıyordu. Sohbetlerinde yeri geliyor âlem-i hayal ve âlem-i misalden bahsediyor; yeri geliyor nefsi dizginleme, gönlü ferah tutma, iman ipine sımsıkı sarılma ya da dünyevî gaileler karşısında müslümanca tavır takınma gibi pek çok konu bağlamında, âyetlerin ve hadis-i şeriflerin lahûtî ışığı altında, tasavvufî menkıbelerden ya da hikemî söz ve nasihatlerden bahsediyordu. Müslümanın sadece âhireti için çalışmaması gerektiği; “çağın ruhu”nu da idrak ederek her iki dünyayı dengeli bir şekilde götürmesi gerektiğini düşünüyor ve özellikle gençleri bu minvalde yönlendiriyordu. Çok uzun zamandır her yılın yarısını Medine’de kurb-i Rasul’de, diğer yarısını ise Konya’da geçirmesine rağmen, gönlü daima Efendimiz’in (s.a.v.) yanıbaşında olma arzusu ile dopdolu oluyordu. Son aylarında ve günlerinde ise, bulunduğu şehri adeta kandillerle donatan Hz. Mevlana’nın, ölümü “şeb-i arus/düğün gecesi” şeklinde isimlendirerek Rabbi’ne/Sevgili’ye kavuşma olarak gördüğü; Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in de,
“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber,
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber” beytiyle ölümün anlamına anlam kattığı gibi, Osman Karabulut Hocaefendi de satırlara döktüğü şu son dizeleriyle ölüme sanki tebessüm etmiş gibiydi:
“Dosta düştü gönlüm benim,
Giderim elveda size!
Terk eyledim malım mülküm,
Giderim elveda size…”
Tüm sevenlerinin başı sağolsun!”
24 Cemaziyelâhir 1434 / 4 Mayıs 2013 Cumartesi
Mustafa Derviş Dereli / Kayseri