Şehirlerin, memleketlerin, ülkelerin sokakları karmakarışık! Paslı, isli, ateşli, gazlı, kanlı… Şehirler, ülkeler, insanlar birbirlerine saldırarak hep bir infial hâlindeler. İnsanların psikolojisi bozulmuş oturup problemleri akılla-mantıkla çözmek yerine çâreyi vurarak, kırarak şiddetle bulmaya çalışıyorlar.
Sokaklar gergin, sokaklar yanlış yapan kişilerle dolu… Sokaklar insanlar geriyor dolayısıyla da tüm ülke bundan menfi mânâda etkileniyor. Hatta sokaklarında gerginlik yaşanan o ülkelerin hâlinden başka ülkeler de etkilendiği gibi dünya dahi bundan menfi nasiplenebiliyor. Meselâ Ukrayna’da son günlerde yaşananlar hepimizi etkiledi. Daha ötesi Türkiye’yi Ukrayna’ya benzetmek isteyenler var. Bir zamanlar gezi olayları sırasında Brezilya’da yaşananlar emsal gösteriliyordu.
Suriye sokaklarında aylardır yaşanan en acımasız zulüm ve infial tüm dünyâyı (!) etkiledi ama en çok da bizleri etkiledi. Mısır’da sessiz sedâsız devam eden zulüm senaryoları, Irak sokaklarında âdeta birbirini yiyen farklı guruplar, Güney Afrika’da Müslümanlara revâ görülenler, Afganistan ve Pakistan sokaklarında gerçekleştirilenler, yıllardır zâlim İsrâil’in zulmüyle ölenler, vatanlarından edilenler, Gazze’deki abluka bir mümin olarak bizleri derinden sarsıyor. Komşu ülke sokaklarında yaşanan bâdireler; ekonomik, siyâsi ve ahlâki olarak birçok yönleriyle bizleri yakînen ilgilendiriyor. Olanlar dünyâda etkin güçler tarafından planlanıyor zamânı gelince piyasaya sürülüyor ve senaryo pek çok acılarıyla ne pahasına olursa olsun oynanıyor. Elbette ki bütün olanlardan nemalananlar var.
Ülkemizde de pek çok oyunlar oynanıyor ve bundan rant devşirmek isteyenler mevcut. İşte en son gezideki olaylarda başına gaz başlığı düşerek yaralanan sonra da aylardır hastanede kalan ve nihâyetinde hayâtını kaybeden 15 yaşındaki Berfin’den medet umanlar bu acı ölümün üstüne âdeta çullanarak kendi emellerine uygun ortam hazırlamak istiyorlar. O zaman sormazlar mı adama; 15 gün önce mayına basarak şehit olan bir askerimize neden ayni hassâsiyeti göstermiyorsunuz? Madem bir mâsuma sâhip çıkmaksa amaç hadi bakalım, o şehit askere de sâhip çıkınsanız ya! Ancak herkes biliyor ki maksat başka. Maksat üzüm yemek değil maksat bağcıyı dövmek. Berfin’in ölümü üzerine yarasa gibi çökerek yeni bir oyun kurmaya çalışanlar bu isteklerine ulaşamayacaklardır. Zira bu memlekette herkesi eti-budu meydanda! Sol oylar, sağ oylar belli. İcraatlar ortada. Kurulan kumpaslara, tuzaklara atılan iftiralara rağmen yıllardır o beğenilmeyen halk, sağduyusuyla doğrulara, hizmete, haklılara sâhip çıkıyor, çıkacak da Allah (c.c)’ın izniyle.
Bütün bunlar neticesinde kırılan-incinen insanlar, işlenen günahlar, yürütülen sui zanlar, bozulan psikolojiler, artan şiddet, düşen ekonomi kimsenin işine yaramıyor aksine hem insanlar hem ülkeler infiale sürükleniyor, moraller bozuluyor, enerjiler boşa tüketilerek güç azalıyor. Halbuki insanlar asılsız en olmadık iddialarla birbirlerini yıpratma yerine herkes bu güzel vatan adına bir tuğla koyarak yeni yapılar inşa etse, ülkenin büyümesi daha çok sağlansa, ne güzel olur değil mi? Bizler biliyoruz ki, insanlar mutlaka hatâlar yapabilir, yanlışa düşebilir beşer şaşabilir, kul hatâsız olmaz. Ama bir mümin olarak bize düşen o yanlışlığı en faziletli bir şekilde gidermeye, eksiklikleri tamamlamaya çalışmak olmalıdır. İnsanları iftiralarla-yalanlarla karalayarak, kızarak-bağırarak öfkeyle hareket kime ne kazandırır? Bunun neticesinde olsa olsa insanların arası bozulur, kin-nefret duyguları yerleşir, toplumda mevcut güven-itimat azalır, şüpheler çoğalır. Bunlar gerçekten güzel şeyler değil.
Bir de meselenin şu boyutuna dikkat çekmek istiyorum; son günlerde sâdece ülkemizde değil tüm dünyâda protesto ve gösteriler çoğaldı. İnternettten, face-book’tan organize olan topluluklar, (daha çok gençler) adına demokratik özgürlük diyerek sokaklara çıkıyorlar; bağırıyor-çağırıyorlar polise saldırıyorlar, vuruyorlar-kırıyorlar-döküyorlar kamu mallarına zarar veriyorlar. Hatta meclise giriyorlar, başbakanlık ofisini basmak istiyorlar, hükümetleri deviriyorlar, devlet başkanlarını kaçırtıyorlar, öldürüyorlar (Kaddafi’yi hatırlayın) dolayısıyla ülkeyi yönetilemez hâle getiriyorlar. Bu ne cüret! Meydanları doldurarak isteklerini dile getirmek yerine kaldırım taşlarını söküyorlar, esnafın camını-çerçevesini indiriyorlar, arabalara zarar vererek sokakları ateşe veriyorlar, polise saldırıyorlar hatta orantısız güç kullandı diye habire polisi suçluyorlar, her türlü çirkefliği işleyerek ülkeyi kaosa sürüklüyorlar. Bunun adı da demokratik hak arama oluyor! Batsın böylesi hak arama. Bu nasıl hukuksuzluk!
Oysaki hak arama insanca olmalı, başkasına zarar vererek hak aranamaz. Böyle yapanlara mutlaka çok ciddi cezâi müeyyideler getirilmeli. Kimin haddine ülkeyi biranda savaş alanına çevirmek! Ama tabi dünya buna çanak tutuyor ondan sonra da; ‘Şöyle yapmalıydınız, böyle yapmalıydınız’ diyerek ültimatomlar yayınlıyor. Biz de bir laf vardır ya; ‘Tencere dibin kara, seninki benden kara’ diye tam buraya uyuyor.
Ayrıca o zavallı polisleri düşününüz sanki suçlu kendileri gibi habire arbedeyle karşı karşıyalar. Kendilerine saldıranlara bir şey yapsalar suç oluyor, karşı çıksalar bir türlü, çıkmasalar bir türlü hep de günah keçisi gibi polis suçlanıyor. Yazık o polislere her akşam evlerine acaba hangi psikolojide gidiyorlar. O vurdu-kırdı içinde eşlerine, çocuklarına, yakınlarına doğru bir tavır sergileyebileceklerini doğrusu düşünemiyorum. Rabb’im polis kardeşlerimize güç versin ve onları her çeşit psikolojik travmaya düşmekten korusun.
Netice olarak diyoruz ki sokakları bu kadar gerenlere bir şeyler yapılmalı. Sokakları gerginlik meydanı hâline getirenlere nasıl olursa olsun müsâde etmemeli. Bizler halk olarak her olumsuz hâdiseyi bir pazar gibi kullananlardan şikâyetçiyiz. Nedir bu hal? Bunun adı demokrasiyse alın sizin olsun, bize kendi değerlerimiz yeter.