Her ne kadar medyada “rüya mı hakikat mi” diye sorulsa da bize sunulan bilginin her aşamasında bizim sorumuz başlıktaki gibi “gerçek mi hakikat mi” olmalıdır.
İnsanlık tarihinin en eski ve köklü tartışmasının gerçek ile hakikat kavramının anlamı üzerinde yapıldığını bir kenara koyarak gerçek bir taraftan var olan şey olarak tanımlanmaktadır
Diğer taraftan ise insanların düşüncelerinde var olan ya da o ana kadar düşündükleri şeylerin tamamen aksi durumda var olan ve olanın dışındaki mevcut olan anlamında tarif edilmektedir.
Hakikat mefhumuna gelince kısaca düşünülen ile nesnenin uygunluğu veya düşüncenin gerçekle uyuşması olarak tanımlanmaktadır.
Bu gidişle muhtemeldir ki insanlık tarihi içinde yaşanan gelişme ve değişimler bu hızla devam ettiği sürece de gerçek ve hakikat mefhumlarına yeni anlamlar yüklenmeye devam edecektir.
Sözü insan topluluklarının din, kültür ve teknik hakkındaki son yüzyıl içinde gördüğü ve belki de bir daha bu hızda göremeyeceği bir biçimde gerçekleşen değişimler sonucunda hak, hakikat ve gerçek mefhumlarının göreceli hale gelmesine getirmek istiyoruz.
Bu günlerde sıkça dile getirilen değişimden en fazla çocuklarımız etkilendiği için de çocuklarımıza en başta öğretmemiz gereken şey gerçek, hak, hakikat mefhumlarının çoğunlukla birlikte veya ayrı ayrı aynı anlamda kullanıldığı ancak aynı olmadıkları gerçeğidir.
Mesela bilimsel gerçek olarak bu gün bildikleri yani kendilerine öğretilen şeylerin yarınlarda da gerçek olup olmayacağıdır.
Sanayi ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla gelişip iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla beraber yaklaşık yüz yıldır insanlığa kültürler üstü bir konum verilerek model olarak sunulan bilimin hakikat iddiası üzerindeki uzlaşamaz tutumunun daha nelere gebe olabileceği öğretilmelidir.
Hayatın gerçekleri olarak karşılaştıkları siyasi ve ekonomik olaylarda bireysel ve toplumsal taleplerinin yoğun bir şekilde artmasına paralel olarak devletlerarası açıklanmayan ilişki ve anlaşmalar sonucu oluşabildiği görüldüğünden bilinenle ters orantılı bir biçimde bir gerçeğin olup olmayacağıdır.
Daha doğru bir söyleyişle meydana çıkıp kendilerine doğru şeyler öğrettiğini iddia eden kişilerin de zamanla gerçek yüzleri ortaya çıkacak olan en büyük yalancılar olup olmadıklarını nasıl anlayabileceklerinin nasıl öğrenilebileceğidir.
Modernlikten postmodernizme evirilen insanların ekonomik, siyasi, bilimsel olarak algıladıkları gelişmelerle birlikte kendilerini diğer insanlar karşısında nasıl konumlandırdıklarına ve içinde yaşadıkları toplumda kendilerini hâkim ve üstün bir pozisyonda görmelerinin gerçeğinin ne olduğunu anlamalarını gerektiği de öğretilmelidir.
Aldıkları eğitim ve yetiştikleri aile çevresinin sonucu olarak evlerini, çevrelerini, ülkelerini ve dünyayı kendi isteklerine göre şekillendirme ya da hepten dönüştürme isteğine kapılan insanın kendisiyle ilgili değişimi tamamlamadan başkalarını değiştirmesinin bir yalan olacağı da bu arada öğretilmelidir.
Maddi hayatta böyle olduğu gibi manevi hayatta da böyle karşılaşmalar olacaktır.
Önümüz Ramazan. Allah(cc) nasip ederse 2 hafta içinde oruç tutmaya başlayacağız.
Mübarek Ramazan günlerinde her yıl olduğu gibi bu yılda illaki birileri gazetelerde, televizyonlarda veya sosyal medya denilen internet ortamlarında arzı endam ederek millete Din, iman ve ibadetler hakkında doğrularını empoze etmeye çalışacaktır.
Allah(cc) Rasulünde(sav) Kuranı Kerim ayetleri hakkında konuşma hakkı olmadığını iddia eden bir takım aklı evveller Kuran ayetleri hakkında sayfalar dolusu yazılar yazarak ayetlerin gerçeğini anlattıklarını iddia edecekler yine.
140o yıldır İslam Dininin anlaşılamadığını veya yanlış anlaşıldığını iddia eden sapmış kişi veya kişiler dini yalnız kendilerinin doğru anladığını iddia edecekler ve yazdıkları kitapları satabilmek için de gerçek dini kendilerinin öğretebileceğini açıklayacaklar.
Kuran ayetlerini anlatmak yerine kendi düşüncelerini Kuran ayetlerine söyletmek isteyen bir takım din bezirgânları da Ramazan ayının halen uygulanmakta olan şekliyle bir aylık bir süre olmadığını iddia edecek kadar uç noktalarda gezinecektir.
Oruç ibadetinin imsak vaktinden iftar zamanına kadar aç yemek ve içmekten kesilmek olmadığını aksine insanın kötülüklerden ve kötü düşüncelerden kendisi geri çekmesi olduğunu iddia edecek kadar aşırılaşacaktır.
Oruç zamanı ve orucu nelerin bozup bozmadığı ile ilgili iddialar artık kanıksanmış olsa da zekât ibadetinin oranı ve nasıl yerine getirileceği ile ilgili meseleler gündeme getirilmeye devam edilecek ve iddialarını delillendirebilmek için ayeti kerimeler bile okunacaktır.
Son yıllarda yaşadığımı modern değişim sürecinin zemininde din olarak tartışılan şeylerin hakikatinin nerede durduğu ve ne ifade ettiği konusunda daha söylenecek çok şeylerin olduğu malumdur.
Ancak geleneksel hak, hakikat ve gerçek doğrunun ne olduğu ile ilgili tartışmalar devam ederken, , insanın kendisine dair değişenlerle birlikte hakikatin mahiyeti ve karakteri üzerine yaptığı değerlendirmelerinde de bir dönüşüm yaşamış olduğu ve toplumda dikkat çekmek için illaki özgün(!) bir fikrin dillendirildiği gerçeği asla göz ardı edilmemelidir.
Hakikate ulaşma düşüncesi elbette en önemli varlık sebebimizdir ve bu sebeple duamız da “Allah’ım(cc) bizi hakkı hak olarak gören ve ittiba eden, batılı da batıl görüp içtinap eden kullarında eyle” şeklindedir.
FARKINDA MISINIZ?
Ulaşmaya çalıştığımız hakikatin mutlak surette hem bize bizim ne olduğumuzun ve ne olmamız gerektiğinin bilgisini veren, hem içinde bulunduğumuz dünyanın maddi ve manevi mahiyeti hakkında bizi aydınlatıcı bir model sunan Hz. Peygamberimizin(sav) gerçeğine aykırı olmaması gerekir.