Hatıralar canlanıyor…(6)
Kur’an Kursları Federasyonu, ülkemizde en yaygın bir şekilde kurulmuş bulunan cami ve Kur’an kursu yaptırma derneklerini üye olarak alıyor, onların halkımız nezdinde daha çok ilgi bulması için çalışıyordu. Böylece bu derneklerin hizmetleri daha verimli, eğitime aldığı çocuklar ve gençler, daha programlı bir şekilde yetiştirilmeye çalışılıyordu.
Federasyon; “Sizin en hayırlınız, Kur’an-ı öğrenen ve öğretendir” hadis-i şerifini kendine serlevha (büyük manşet) yapmış ve çalışmalarında bu hadis-i şerifin verdiği mesaja uygun programlar yapmıştır.
Resimde Federasyonumuza bağlı bir Kur’an kursumuzu, yılsonu mezuniyet töreninde hocaları ile birlikte görüyorsunuz.
Federasyonumuz, Kuran-ı Kerim eğitimlerinde insanlarımızı ve özellikle de gençlerimizi teşvik amacıyla Kur’an-ı Kerim okuma yarışları yapıyor, dereceye girenlerine ödüller veriyordu.
Genel merkezimizin bulunduğu il olan Konya’da Kapı Camii’nde (1979) yılında yaptığımız bir Kur’an-ı Kerim yarışmasında bakın hangi kategorilerde yarışma yapılmıştır.
1. Ülkemizin en küçük hafızı, 9 yaşında bir genç olarak bulunmuştur.
2. En kısa zamanda, 9 ayda hıfzını tamamlayan bir hafızımız bulunmuştur.
3. En geç yaşta başlayıp hafızlığını ikmal eden, emekli (60 yaşından sonra) bir kardeşimizin hafız olduğu tespit edilmiştir.
Bu üç kategori bu gün insanımızın kendini aldatmakta kullandığı üç ayrı gerekçeyi çürütmektedir.
1. Daha yaşı çok küçük… Hem de okula gidiyor… Hele okul bitirsin de ondan sonra
Kur’an öğretimine gönderirim. Hâlbuki eğitim ve öğretimin en verimli yaşı, 5 yaşından itibaren başlar diyen pedagoglarımız, atalarımızın küçük çocukları eğitime alma yaşının 4 yaş, 4 ay ve 4 gün sonra başlattıklarını adeta teyit etmektedirler.
2. Kur’an-ı Kerim’i hıfz etmek çok zaman alır. Benimse bu zamanı verecek imkânım yok. Şunu yapıyorum, bunu yapıyorum, vs… Hafızlığı 9 ayda tamamlayan bir insan işte bu bahaneyi yılmakta ve onlara örnek olmaktadır.
3. Bu kategoride ödül kazanan 60 yaşında ki emekli memur kardeşimiz, “Ben artık yaşlandım. Bakın emekli de oldum. Eskisi gibi artık kafam almıyor. Ezber de yapamıyorum. Yaptığım ezberleri bile unutuyorum” diyenlere, işin böyle olmadığını ortaya koymuştur.
Kuruluşundan itibaren iki senesi bile dolmadan, federasyona üye dernek sayısı 180’i bulmuştur. Bunlar içinde Zülfer Erol Balıkesir’de, Orhan Sert Konya’da, Necati Molder İstanbul’da, Şakir Simit Ankara’da, Bahattin Sungur Osmaniye’de ki çalışmalarıyla çok büyük mesafeler almamızı sağlamışlardır.
Federasyon, ilk kongresini 5 Eylül 1980 de Konya’da yapmıştır. Bir gün sonra (6 Eylül 19809) yine Konya’da yapılan “Kudüs’ü kurtarma mitingine” de bütün üyelerimizle birlikte iştirak edinilmiştir.
80 İHTİLALİ NİÇİN YAPILDI
Bilindiği gibi 80 ihtilali, 12 Eylül 1980’de yapılmış ve ülkemizdeki bütün siyasi partilerle birlikte, bütün dernekler de kapatılmış, bu arada Federasyonumuzun da kapatıldığı tarafımıza bildirilmiştir.
Söz 80 ihtilaline gelince birkaç kelime de ondan bahsetmemiz ve bizim bu konuda ki yargımızı siz değerli okuyucularımıza aktarmamız lazımdır.
80 ihtilalinin başı, hepiniz bildiğiniz gibi Kenan Evren’dir. Kenan Evren ihtilalden önceki görevi ise bu ülkenin Genel Kurmay Başkanı olduğudur.
İhtilalin yapıldığı gün, radyo ve televizyonlarda ihtilali yapmanın gerekçesi açıklarken bunu iki sebebe dayandırmışlardır. Bunlardan birincisi, anarşi ve terördür. Diğeri ise Konya’da yapılan “Kudüs’ü kurtarma mitingi” dir.
Her gün solcu ve sağcı birkaç gencimizin öldürülmesini, kahvehanelerin taranmasını, sokağa çıkmaya her kesin korktuğu bir dönemin, ihtilalin gerekçesi olduğunu anlıyoruz ve olabilir diyoruz. Ama ikici gerekçe bizi tatmin etmemektedir.
Zira Konya’da yapılan “Kudüs’ü kurtarma mitingi” toplantı ve yürüyüş kanunda miting yapabileceği belirtilen bir tertip heyetinin önceden izin alarak (haber vermeyerek değil) yapılan bir mitingidir ve bu mitingde bir tek vatandaşımızın bile burnu kanamamıştır. Adından da anlaşılacağı gibi miting, İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesinin arkasından yapılmış ve halkımıza hedef olarak İsrail ve Kudüs gösterilmiştir.
Miting, bizzat benim kürsüye çıkarak bütün mitinge katılanların da iştirak ettikleri İstiklal Marşı işle başlatılmıştır. Yürüyüşte olsun, miting meydanında olsun bir taşkınlık yapılmamış, bir tek vatandaşın camı kırılmamış ve kendisine darp edilmemiştir.
Peki, niçin bu miting ihtilalin gerekçesi arasında sayılmıştır.
Deniyor ki “İstiklal Marşı’nda oturanlar vardı(!)” onun için gerekçeler arasında sayıldı.
Bu gerekçeye de el insaf diyoruz. Çünkü eğer varsa oturanlar, devletin resmi ve sivil polisleri vardır, jandarması vardır, istihbarat örgütleri vardır. Bunlar yürüyüşü ve mitingi hem kameraya almışlar ve hem de fotoğraflarını çekmişlerdir. İstiklal Marşı’nda oturanlar varsa bunlar tespit edilirler ve derhal yakalanırlar. Yüz binlerce vatandaşın katıldığı resmi bir miting, sadece bu gerekçe gösterilerek töhmet altına alınabilir mi? Sonra hangi ceza kanunumuzda “İstiklal Marşı’nda oturanlar şöyle cezaya çarptırılırlar” diye bir kayıt vardır?
Görüleceği gibi 80 ihtilalinin ikinci gerekçesi, gerekçe olmaktan uzaktır.
Diğer gerekçeye gelince yani anarşi ve terör gerekçesini… Bunu da o zamanlar Başbakan olan Süleyman Demirel çürütmüştür.
Demirel; “Ülkemizde büyük şehirler ve bazı terör bölgeleri, 8 – 10 yıla varan bir sürede Örfi idare (sıkıyönetimle) idare edilmektedir. Yani anarşi ve terörün bulunduğu yerlerin, emniyet ve asayişini askerler deruhte etmektedirler.
12. Eylül.1980 gecesine kadar, askerlerin idaresindeki bu bölgelerde anarşi ve terör bir türlü durdurulamamış da, ne olmuş o geceden sonra bu terör birden durmuştur?”
Bize göre bu ihtilal olsun, bundan evvelkiler veya sonrakiler olsun, tek ve gizli gerekçesi, ülkemizde gittikçe gelişen “Milli görüş hareketini” durdurabilmektir. Nitekim 83 seçimlerine bir kısım partiler katılırlarken, bütün şartları tamamladığı halde RP (Refah Partisi) “Askeri konsey” tarafından seçimlere sokulmamıştır.
Kur’an Kursları Federasyonu, ülkemizde en yaygın bir şekilde kurulmuş bulunan cami ve Kur’an kursu yaptırma derneklerini üye olarak alıyor, onların halkımız nezdinde daha çok ilgi bulması için çalışıyordu. Böylece bu derneklerin hizmetleri daha verimli, eğitime aldığı çocuklar ve gençler, daha programlı bir şekilde yetiştirilmeye çalışılıyordu.
Federasyon; “Sizin en hayırlınız, Kur’an-ı öğrenen ve öğretendir” hadis-i şerifini kendine serlevha (büyük manşet) yapmış ve çalışmalarında bu hadis-i şerifin verdiği mesaja uygun programlar yapmıştır.
Resimde Federasyonumuza bağlı bir Kur’an kursumuzu, yılsonu mezuniyet töreninde hocaları ile birlikte görüyorsunuz.
Federasyonumuz, Kuran-ı Kerim eğitimlerinde insanlarımızı ve özellikle de gençlerimizi teşvik amacıyla Kur’an-ı Kerim okuma yarışları yapıyor, dereceye girenlerine ödüller veriyordu.
Genel merkezimizin bulunduğu il olan Konya’da Kapı Camii’nde (1979) yılında yaptığımız bir Kur’an-ı Kerim yarışmasında bakın hangi kategorilerde yarışma yapılmıştır.
1. Ülkemizin en küçük hafızı, 9 yaşında bir genç olarak bulunmuştur.
2. En kısa zamanda, 9 ayda hıfzını tamamlayan bir hafızımız bulunmuştur.
3. En geç yaşta başlayıp hafızlığını ikmal eden, emekli (60 yaşından sonra) bir kardeşimizin hafız olduğu tespit edilmiştir.
Bu üç kategori bu gün insanımızın kendini aldatmakta kullandığı üç ayrı gerekçeyi çürütmektedir.
1. Daha yaşı çok küçük… Hem de okula gidiyor… Hele okul bitirsin de ondan sonra
Kur’an öğretimine gönderirim. Hâlbuki eğitim ve öğretimin en verimli yaşı, 5 yaşından itibaren başlar diyen pedagoglarımız, atalarımızın küçük çocukları eğitime alma yaşının 4 yaş, 4 ay ve 4 gün sonra başlattıklarını adeta teyit etmektedirler.
2. Kur’an-ı Kerim’i hıfz etmek çok zaman alır. Benimse bu zamanı verecek imkânım yok. Şunu yapıyorum, bunu yapıyorum, vs… Hafızlığı 9 ayda tamamlayan bir insan işte bu bahaneyi yılmakta ve onlara örnek olmaktadır.
3. Bu kategoride ödül kazanan 60 yaşında ki emekli memur kardeşimiz, “Ben artık yaşlandım. Bakın emekli de oldum. Eskisi gibi artık kafam almıyor. Ezber de yapamıyorum. Yaptığım ezberleri bile unutuyorum” diyenlere, işin böyle olmadığını ortaya koymuştur.
Kuruluşundan itibaren iki senesi bile dolmadan, federasyona üye dernek sayısı 180’i bulmuştur. Bunlar içinde Zülfer Erol Balıkesir’de, Orhan Sert Konya’da, Necati Molder İstanbul’da, Şakir Simit Ankara’da, Bahattin Sungur Osmaniye’de ki çalışmalarıyla çok büyük mesafeler almamızı sağlamışlardır.
Federasyon, ilk kongresini 5 Eylül 1980 de Konya’da yapmıştır. Bir gün sonra (6 Eylül 19809) yine Konya’da yapılan “Kudüs’ü kurtarma mitingine” de bütün üyelerimizle birlikte iştirak edinilmiştir.
80 İHTİLALİ NİÇİN YAPILDI
Bilindiği gibi 80 ihtilali, 12 Eylül 1980’de yapılmış ve ülkemizdeki bütün siyasi partilerle birlikte, bütün dernekler de kapatılmış, bu arada Federasyonumuzun da kapatıldığı tarafımıza bildirilmiştir.
Söz 80 ihtilaline gelince birkaç kelime de ondan bahsetmemiz ve bizim bu konuda ki yargımızı siz değerli okuyucularımıza aktarmamız lazımdır.
80 ihtilalinin başı, hepiniz bildiğiniz gibi Kenan Evren’dir. Kenan Evren ihtilalden önceki görevi ise bu ülkenin Genel Kurmay Başkanı olduğudur.
İhtilalin yapıldığı gün, radyo ve televizyonlarda ihtilali yapmanın gerekçesi açıklarken bunu iki sebebe dayandırmışlardır. Bunlardan birincisi, anarşi ve terördür. Diğeri ise Konya’da yapılan “Kudüs’ü kurtarma mitingi” dir.
Her gün solcu ve sağcı birkaç gencimizin öldürülmesini, kahvehanelerin taranmasını, sokağa çıkmaya her kesin korktuğu bir dönemin, ihtilalin gerekçesi olduğunu anlıyoruz ve olabilir diyoruz. Ama ikici gerekçe bizi tatmin etmemektedir.
Zira Konya’da yapılan “Kudüs’ü kurtarma mitingi” toplantı ve yürüyüş kanunda miting yapabileceği belirtilen bir tertip heyetinin önceden izin alarak (haber vermeyerek değil) yapılan bir mitingidir ve bu mitingde bir tek vatandaşımızın bile burnu kanamamıştır. Adından da anlaşılacağı gibi miting, İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesinin arkasından yapılmış ve halkımıza hedef olarak İsrail ve Kudüs gösterilmiştir.
Miting, bizzat benim kürsüye çıkarak bütün mitinge katılanların da iştirak ettikleri İstiklal Marşı işle başlatılmıştır. Yürüyüşte olsun, miting meydanında olsun bir taşkınlık yapılmamış, bir tek vatandaşın camı kırılmamış ve kendisine darp edilmemiştir.
Peki, niçin bu miting ihtilalin gerekçesi arasında sayılmıştır.
Deniyor ki “İstiklal Marşı’nda oturanlar vardı(!)” onun için gerekçeler arasında sayıldı.
Bu gerekçeye de el insaf diyoruz. Çünkü eğer varsa oturanlar, devletin resmi ve sivil polisleri vardır, jandarması vardır, istihbarat örgütleri vardır. Bunlar yürüyüşü ve mitingi hem kameraya almışlar ve hem de fotoğraflarını çekmişlerdir. İstiklal Marşı’nda oturanlar varsa bunlar tespit edilirler ve derhal yakalanırlar. Yüz binlerce vatandaşın katıldığı resmi bir miting, sadece bu gerekçe gösterilerek töhmet altına alınabilir mi? Sonra hangi ceza kanunumuzda “İstiklal Marşı’nda oturanlar şöyle cezaya çarptırılırlar” diye bir kayıt vardır?
Görüleceği gibi 80 ihtilalinin ikinci gerekçesi, gerekçe olmaktan uzaktır.
Diğer gerekçeye gelince yani anarşi ve terör gerekçesini… Bunu da o zamanlar Başbakan olan Süleyman Demirel çürütmüştür.
Demirel; “Ülkemizde büyük şehirler ve bazı terör bölgeleri, 8 – 10 yıla varan bir sürede Örfi idare (sıkıyönetimle) idare edilmektedir. Yani anarşi ve terörün bulunduğu yerlerin, emniyet ve asayişini askerler deruhte etmektedirler.
12. Eylül.1980 gecesine kadar, askerlerin idaresindeki bu bölgelerde anarşi ve terör bir türlü durdurulamamış da, ne olmuş o geceden sonra bu terör birden durmuştur?”
Bize göre bu ihtilal olsun, bundan evvelkiler veya sonrakiler olsun, tek ve gizli gerekçesi, ülkemizde gittikçe gelişen “Milli görüş hareketini” durdurabilmektir. Nitekim 83 seçimlerine bir kısım partiler katılırlarken, bütün şartları tamamladığı halde RP (Refah Partisi) “Askeri konsey” tarafından seçimlere sokulmamıştır.