Bugün üniversiteler maalesef îmânını kaybetmiş gençlerle dolu. Onların arasına îmânı zayıf kimseler düşmeye görsün. Azıcık aileden gelme bir muhafazakarlığı olan genç kızlar ve delikanlılar asrın ‘modernlik budalası’ tiplerin içinde bulunmaya görsün hemen taarruza geçerler: “Bu devirde bu ne yobazlık! Hangi asrın kanunlarına göre daha ne kadar hareket edeceksin! Hayâtını yaşa be kardeşim!” gibisinden laflarla, karşısındaki toy genci aklı sıra gericilikle suçlarlar. Gençte biraz bir tâviz gördü mü daha da bastırarak îmânı zayıf genci büsbütün dinden koparmak için uğraşırlar ve onun îmânını çürütmeye çabalarlar ve çoğunlukla da başarılı olurlar. Zira ‘nefis’ taşıyor genç ve gençte nefis çok azgın. Çünkü neredeyse çocukluk çağından bu yana ona hep çevresi tarafından cinsellik telkin ediliyor. Şeytanın iğvaları da bir yandan yakasına yapışır onu bir türlü bırakmak istemez. Görüldüğü gibi taarruzlar şiddetli… Ortam bozuk… Dayanamaz genç, var olanı bırakır yokluk âlemine dalar, boş verir ve yaşadığı her şey ona hoş gelir. Hayâtı gençken tadıyla yaşayayım derken kendi acıklı geleceğini elleriyle hazırlamış olur.
Bu sebeple;
Sağlam îmâna sâhip olmak şart.
Doğru ortamlarda bulunmak şart.
Ne yaptığımız bilerek adım atmamız gerekiyor. Yoksa şu yaşadığımız devirde ayağımızın kayması, an meselesi.
Diğer taraftan, yüce dînimiz İslâmiyet’i sâdece dışa ait bir kıyâfet manzûmesi olarak bakıp onu öze sindirmezsek o dışa ait kabuğu her vakit çıkarıp atma ihtimâli mevcuttur. Nitekim başörtülerin herhangi iç veya dış baskı sebebiyle açılması, pardüselerin çıkartılması bunun en belirgin misalleridir. Bugün güzel dînimizin hakikat dolu elbisesini çıkarıp ‘çağdaş dünyânın câzibe elbise’sine aldananlara rastladığımızı esefle belirtelim.
Bunun sebebi, İslâmiyeti ciddiye almayıp taklîdî olarak amel etmekten kaynaklanmaktadır. O yüce dîni yakînen tanımamak, onun ruh ve mânâsını lâyıkıyla idrak edememek, onun yüksek haz ve lezzetine erişememek ne büyük hüsran... Batı dünyâsı aç kurtlar gibi İslâmiyet’i ararken Müslümanların dinlerine sırt çevirmeleri ne acı! İçimizi acıtan, kalbimizi derinden yaralayan bu durum ne zaman sona erecek?
Bugünkü çağdaş yaşamı destekleyen sözüm ona ilericilik yolunda hızla yürüyen medeniler, acaba bugün hangi başarıya imza atmışlardır? Elde ettikleri geçici hazlarla ne tür saadete erişmişlerdir? Onlar bir defa kendi etraflarındaki ve kalplerindeki yangını söndürseler bu onlara yetecektir.
Kendini seksen yaşında hisseden bugünün gençleri daha şimdiden hayattan bıkmışlar. Nereye gideceklerini, ne yapacaklarını bilemez bir halde sağa sola yalpa vurur vaziyetteler. Küçüklüklerinden bu yana uğraşlarının ve didinmelerinin sonucunda kendilerine vaat edilen ne var? Belki diyeceksiniz daha iyi bir yaşam standardı. Hepsi bu mu? Oysa bunlar geçici. Asıl gelecek vaat edilen şeyler bâki olmalı.
Onlar yaratılış gâyelerini bilmiyorlar. Hayâtın akışı içinde çoğu zaman bilmeden sürükleniyorlar. Böylece günler geçiyor. Ömür yaprakları bir bir düşüyor. Güz yaklaşıyor. Hasat mevsimi ürün verilmesi lâzım. Hayat son hızla akıp gitmiş. Hazin akibet uzakta görünüyor. Kalp kasvetleniyor.
Bu kalp hayattan ne isteyebilir?
Hayâtımın gâyesi ne?
Niçin yaşıyorum?
Bilmek istemiyor, düşünemiyor zira anlık lezzetler gence yetiyor. Fakat o anlık lezzetler hayâtını kirletiyor hatta geleceğini yok ediyor. Sonrası gözyaşı, hüsran, ümitsizlik, sigara, içki, uyuşturucu belki de intihar…
Oysa îmânın okyanuslara benzeyen derin güzelliklerinden bir damlacık kalbine düşse, hayat onun için bambaşka güzellikte olacak. Bir çiçek, bir nehir, gülümseyen bir yüz ona farklı duygular yaşatacak. O zaman dünyâyı cennete benzetecek. Hayatta olmaktan mutluluk duyacak. Her güzelliği doğru değerlendirdiğinde tarifsiz hazlar alacak. Ama bunun için îman ile dolması lâzım. Îmânın lezzetini benliğinde duyan kişinin âdeta kalbinde hidâyet çiçeği açar. Böyle bir kişinin kendi hidâyeti için gayretler sarf ederek Rabb’isine çok dualar etmelidir. Gerçek mutluluğu elde etmek elbette ki kolay değildir. Hidâyeti yakalama şerefine erişen kişilerin İslâmiyet’le tanışık ve barışık olması gerektir. Bunlar ebedi mutluluk hayâtının nur ışıklarıdır. Ve biz diyoruz ki her gencin bu nur ışıklarına ihtiyâcı var.
Asrımızda hem gençlerin hem insanların başlarına gelen bütün sıkıntılar İslâm’ı hakkıyla yaşamamalarındandır. Yarın ebedi hayatta; ömür ağacımızın olgun ve lezzetli meyvelerinden yemek istiyorsak, yaşantımızı kutsal kitâbımız Kur’ân-ı Kerim’in belirlediği çerçeveler içinde düzenlemekten başka çâremiz yok. Ömür denen hayat sermâyesini gaflet içinde yüzüp, sonsuz hayattan bihaber yaşayanlar yaşamlarını öylesine boş ve anlamsız yerlerde israf ediyorlar ki onlar için son pişmanlık fayda sağlayamayacaktır ve sonları hüsran olan ebedi hazin bir akibetten kurtulamayacaklardır.
Bu sebeple;
Sağlam îmâna sâhip olmak şart.
Doğru ortamlarda bulunmak şart.
Ne yaptığımız bilerek adım atmamız gerekiyor. Yoksa şu yaşadığımız devirde ayağımızın kayması, an meselesi.
Diğer taraftan, yüce dînimiz İslâmiyet’i sâdece dışa ait bir kıyâfet manzûmesi olarak bakıp onu öze sindirmezsek o dışa ait kabuğu her vakit çıkarıp atma ihtimâli mevcuttur. Nitekim başörtülerin herhangi iç veya dış baskı sebebiyle açılması, pardüselerin çıkartılması bunun en belirgin misalleridir. Bugün güzel dînimizin hakikat dolu elbisesini çıkarıp ‘çağdaş dünyânın câzibe elbise’sine aldananlara rastladığımızı esefle belirtelim.
Bunun sebebi, İslâmiyeti ciddiye almayıp taklîdî olarak amel etmekten kaynaklanmaktadır. O yüce dîni yakînen tanımamak, onun ruh ve mânâsını lâyıkıyla idrak edememek, onun yüksek haz ve lezzetine erişememek ne büyük hüsran... Batı dünyâsı aç kurtlar gibi İslâmiyet’i ararken Müslümanların dinlerine sırt çevirmeleri ne acı! İçimizi acıtan, kalbimizi derinden yaralayan bu durum ne zaman sona erecek?
Bugünkü çağdaş yaşamı destekleyen sözüm ona ilericilik yolunda hızla yürüyen medeniler, acaba bugün hangi başarıya imza atmışlardır? Elde ettikleri geçici hazlarla ne tür saadete erişmişlerdir? Onlar bir defa kendi etraflarındaki ve kalplerindeki yangını söndürseler bu onlara yetecektir.
Kendini seksen yaşında hisseden bugünün gençleri daha şimdiden hayattan bıkmışlar. Nereye gideceklerini, ne yapacaklarını bilemez bir halde sağa sola yalpa vurur vaziyetteler. Küçüklüklerinden bu yana uğraşlarının ve didinmelerinin sonucunda kendilerine vaat edilen ne var? Belki diyeceksiniz daha iyi bir yaşam standardı. Hepsi bu mu? Oysa bunlar geçici. Asıl gelecek vaat edilen şeyler bâki olmalı.
Onlar yaratılış gâyelerini bilmiyorlar. Hayâtın akışı içinde çoğu zaman bilmeden sürükleniyorlar. Böylece günler geçiyor. Ömür yaprakları bir bir düşüyor. Güz yaklaşıyor. Hasat mevsimi ürün verilmesi lâzım. Hayat son hızla akıp gitmiş. Hazin akibet uzakta görünüyor. Kalp kasvetleniyor.
Bu kalp hayattan ne isteyebilir?
Hayâtımın gâyesi ne?
Niçin yaşıyorum?
Bilmek istemiyor, düşünemiyor zira anlık lezzetler gence yetiyor. Fakat o anlık lezzetler hayâtını kirletiyor hatta geleceğini yok ediyor. Sonrası gözyaşı, hüsran, ümitsizlik, sigara, içki, uyuşturucu belki de intihar…
Oysa îmânın okyanuslara benzeyen derin güzelliklerinden bir damlacık kalbine düşse, hayat onun için bambaşka güzellikte olacak. Bir çiçek, bir nehir, gülümseyen bir yüz ona farklı duygular yaşatacak. O zaman dünyâyı cennete benzetecek. Hayatta olmaktan mutluluk duyacak. Her güzelliği doğru değerlendirdiğinde tarifsiz hazlar alacak. Ama bunun için îman ile dolması lâzım. Îmânın lezzetini benliğinde duyan kişinin âdeta kalbinde hidâyet çiçeği açar. Böyle bir kişinin kendi hidâyeti için gayretler sarf ederek Rabb’isine çok dualar etmelidir. Gerçek mutluluğu elde etmek elbette ki kolay değildir. Hidâyeti yakalama şerefine erişen kişilerin İslâmiyet’le tanışık ve barışık olması gerektir. Bunlar ebedi mutluluk hayâtının nur ışıklarıdır. Ve biz diyoruz ki her gencin bu nur ışıklarına ihtiyâcı var.
Asrımızda hem gençlerin hem insanların başlarına gelen bütün sıkıntılar İslâm’ı hakkıyla yaşamamalarındandır. Yarın ebedi hayatta; ömür ağacımızın olgun ve lezzetli meyvelerinden yemek istiyorsak, yaşantımızı kutsal kitâbımız Kur’ân-ı Kerim’in belirlediği çerçeveler içinde düzenlemekten başka çâremiz yok. Ömür denen hayat sermâyesini gaflet içinde yüzüp, sonsuz hayattan bihaber yaşayanlar yaşamlarını öylesine boş ve anlamsız yerlerde israf ediyorlar ki onlar için son pişmanlık fayda sağlayamayacaktır ve sonları hüsran olan ebedi hazin bir akibetten kurtulamayacaklardır.