Manevi ve kültürel birikimlerimizin unutturulmaya çalışılmasında ve yozlaştırılmasında medyatik unsurların menfi katkıları var hiç kuşkusuz. Bunu köşemizde hep belirttik, medyayı toplum ahlâkının olumlu yapılanmasında katkı yapmaya davet ettik, sorumlu davranmasını istedik. Memleketimin insanını bozmaya hakkı olmadığını yazıp durduk.
Ancak sadece medya mı sorumlu? Çocuklarına aşırı müsamahalı davranan, onların geliştirdikleri ahlâki zafiyetleri pek tabi karşılayan, hatalı davranışlara karşı duyarsız kalan anne ve babalar da sorumlu. Konya gibi ‘mutâsıp ve dindar’ imajı olan bir şehirde bile ne densiz ve ahlak dışı davranışlara şahit olabiliyoruz. İzmir, Antalya, İstanbul’dakileri varın siz düşünün artık.
Çocuklar baş tacı. Tamam, iyi, güzel. Fakat şimdiki ebeveynlerdeki sevgi ve alaka o kadar fazla ki evlerde ve ailelerde, çocuklar karar mekanizması âdeta. Onların sözleri geçerli evde onlar ne derse o oluyor. Her istedikleri yerine geliyor. En üst düzeyde şımarık tavırlar sergileyen bugünün çocukları yarının nasıl genci olacağına dair ipuçları veriyor.
Gençler özgürler. Kılık kıyafet, fikir, yaşantı, günü birlik hayat, eğlence, müzik, kız-erkek arkadaşlık gibi konularda alabildiğine genişler. Nereden teşvik görüyorlarsa oraya doğru bir meyil gösteriyorlar. Hele de bu teşvikler nefsi istek ve arzularına hitap ediyorsa toplumun genel kabulleri onları pek alakadar etmiyor hatta bu değerleri rahatlıkla ve özgürce çiğneyebiliyorlar. Eğer bu gençler liseliyse zaten en çok kendileri biliyor. Azcık nasihat edilse hemen sıkılıyorlar ya da hep kendileri konuşmak istiyorlar. Halbuki, ‘Biraz kendimi sıkayım karşımdaki büyük bir insan beni adam yerine koymuş bir şeyler anlatıyor, belki bir iki cümlesinden istifade ederim’ diye düşünmüyor. Yarım saat nasihatten veya sohbetten sıkılan gençler saatlerce bilgisayarın karşısında kalabiliyor. Nefse hitap eden şeyler onlara daha cazip geliyor. Gençler neyle meşgullerse onu seviyorlar. Meselâ müzikle meşgul oluyorlar onu seviyorlar. Günümüzde her yerde müzik, müzik, müzik. Gençlerin kulağında kulaklık iç âlemindeki boşluğu müzik ile dolduruyor. Manevi açlık müzikle gideriliyor. Olabilir mi böyle şey? Ne yazık ki oluyor bugün. Nereye giderseniz müzikten kurtulamıyorsunuz. Markete gidiyorsunuz, ayakkabı mağazasına, çantacıya, züccaciyeciye giriyorsunuz her yerde müzik çalıyor. Sabahtan akşama kadar o ortamlarda çalışanları bir düşünün. Kafa kalır mı hayırlı şeyleri almaya. Kitap okuma isteği olur mu? İbadet yaparken haz alır mı? Hatta çeşitli vesilelerle burada çalışan tesettürlü kardeşlerimize soruyorum, ‘Böyle bir ortamda çalışmak sizi rahatsız etmiyor mu?’ diye. Onlarda, ‘Abla, sorma akşam eve gidince başım kazan gibi oluyor, hiçbir şey yapamıyorum, vurup kafayı yatıyorum. Tabi ki ertesi günü yine aynı.’ Diyorlar. İnsanlarımızda maalesef maneviyat bırakmadılar. Şer güçler olanca hızıyla çalışırken bizler ne yapıyoruz?
Uyanalım dostlar!
Gençlerimiz yanıyor, gençlerimiz hislerinin peşinden sürükleniyor. Gençlerimiz maneviyattan soğuyor. İnançlı olanların da içi boşaltılıyor. Ahlaksızlık nefse hoş geliyor. Anne ve babalar evlatlarını fakülte okusunlar diye başka şehirlere yolluyorlar. İyi, güzel! Fakat gönderilen çocuğun arkası yoklanmıyor, takip edilmiyor. İşte serbestliği alabildiğince yaşayan bu gençler, genelde aileden uzak yurtlarda, pansiyonlarda, evlerde kalan gençlerdir. Oysa okuma adı altında istediği erkekle veya kızla çıkıp geç saatlere kadar uygunsuz vaziyetlerde dolaşmak mıdır gençlik? Bugünkü gençliğin felsefesinde kulağıma takarım kulaklığımı, dinlerim müziğimi umurumda mı dünya, bana ne başkasından fikri hâkim. Yazık oluyor bu fidanlara!
Gençlere sahip çıkılmalı. Önce anne ve babaları. Sonra devlet, sivil toplum ve sağduyu sahibi herkes. Hem de tez elden. Bir memleketin gençleri o memleketin aynasıdır.
Üzerimize ne düşüyorsa yapmalıyız diyoruz son olarak. Hayırla kalın efendim.