‘Gençleri kurtarmalıyız’

Modern hayat içinde gençlerin dinden uzak bir ömür sürdüğünü belirten Yazar Muzaffer Dereli, gençlerin içinde bulundukları ateş çemberinden kurtarılması gerektiğine dikkat çekti.
DİNE SUSAMIŞ BİR GENÇLİK VAR
Müslüman Gencin El Rehberi, Bir Üniversiteli Genç gibi 10’dan fazla kitabın yazarı olan Selçuklu Vaizi Yazar Muzaffer Dereli ile yazarlığı, gençlere nasıl baktığı ve toplumun kendini düzeltmesi için neler yapması gerektiği konuları üzerinde konuştuk. Muzaffer Dereli, dine susamış bir gençliğin olduğunu belirterek, gençlerin medyada ne gördüyse onunla yetiştiğini söyledi. Dereli, ateşin içinde kalan gençlerin ip atarak veya el uzatarak bulundukları yerden kurtarılması ve doğru yolun gösterilmesi gerektiğini bildirdi. Faizin haram olduğunu bilmeyecek kadar dini hiç bilmeyen bir gençlikle karşı karşıya olduklarını aktaran Dereli, ‘İslam, ahlak, Allah ve Resulü sevgisi nedir?’ konularının özünün gençleri sıkmayacak şekilde anlatılmasını vurguladı.



Muzaffer Dereli kimdir?
1957 yılında Konya Alibeyhüyüğü Kasabası’nda doğdu. Niğde İmam-Hatip Lisesi’nde öğrenci iken, gazete ve dergilerde şiir ve hikâyeleri yayımlandı. İlk kitabı, İmam Hatip Lisesi son sınıfta ‘Kâinatı Bir Yaratan Var’ adıyla basıldı. Niğde ve Konya'nın değişik yerlerinde görev yaptı. 1984’de Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Selçuk Üniversitesi Kampüs Camii’nde görevliyken, baskıları on binleri bulan ve üç seriden oluşan Müslüman Gencin El Rehberi adlı çalışmasını yayımlandı. Evli ve üç çocuk babası olan Dereli, halen Selçuklu vaizliği görevini yürütmektedir. Gazete yazılarının yanı sıra, radyo ve televizyon da sohbet programları devam etmektedir. Dereli’nin Kâinatı Bir Yaratan Var, Vicdan Azabım, Müslüman Gencin El Rehberi  1-2-3, Cennete Giden Yol, Güller Sevgiyle Açar, Efendim (s.a.v.), Sevgi Pınarı, Peygamberimizden Kıssalar, Mü’minlerin Özellikleri, İslam'ın Evrensel Mesajları, Allah’ın En Güzel İsimleri, Bir Nur Doğdu Hira’dan, Allah Korkusu ve Ümit, Hayat Ölçüleri, Bir Üniversiteli Genç, Allah ve Rasûlü Sevgisi, Hastalık ve Mükâfatları, Ebedi Mutluluk Yolu, Vasiyetname, Ey Oğul, İbretli Kıssalar ve Hikmetler adlı eserleri vardır.



Yazarlığa ne zaman ve nasıl başladınız? İlk şiirlerinizi ve piyeslerinizi nasıl oluşturdunuz?
Ortaokul yıllarımda okumayı severdim. Romanlarla başlayan bir okuma hayatım olmuştu. En çok sevdiğim derslerin başında ise edebiyat gelirdi. Dolayısıyla derslerde konuşmayı ve kompozisyon yazmayı çok severdim. Hocalarım da beni bu konuda teşvik ederdi. Yazdıklarıma değer verirlerdi. Edebiyatı çok sevdiğim için hem yazma hem de anlatma kabiliyetim iyiydi. Şiir yazmaya ortaokul yıllarında başladım. Şiirlerimin kimisi yayınlandı kimisi yayınlanmadı. Vatan sevgisiyle, şehitlikle, Fatih Sultan Mehmetlerle, Yavuzlarla ilgili şiirler yazardım. Bunları o yıllar bastırmak istemiştim. Yayıncı olan Halit Güler hocama,  “ortaokulda yazmış olduğum şiirleri yayınlayabilir miyiz?” demiştim. Halit Güler, benim başımı okşadı, ‘sen yazmaya devam et Muzaffer, inşallah ileriki tarihlerde basılır’ demişti bizi de böylece yazmaya teşvik etti.
Yayın hayatına nasıl başladınız? Liseden sonra yayınladığınız Mehmetçikler Kıbrıs’ta adıl piyes çalışmasını nasıl oluşturdunuz?
İmam Hatip’e gittiğim zaman dini açıdan biraz daha şekil değişikliği oldu. İmam Gazali, Ebu’l-Leys Semerkandî ve Abdulkadir Geylani’yi lise çağlarında okumaya başladım. Onların verdiği bir birikim oldu. O zamanlar hocamızın bir tanesi İmam-ı Azam Hazretleri’nin tabiatıyla olan bir münakaşasını benden yazmamı istedi. Böylece piyes yazmaya başladım. Niğde İmam Hatip Lisesi’nde yatılı okurken, Antalya’ya kampa gönderildik. Orada da 1974 yılında İkinci Kıbrıs Barış Hareketi başladı. Uçaklar bizim üzerimizden geçiyordu. İmam hatipliler olarak biz ne yapalım derken Allah’tan içimizden geldi herhalde Kıbrıs harekâtıyla ilgili bir piyes yazdım bir gece içinde 6-8 sayfalık. 5-6 arkadaş vardı rolleri paylaştırdık. Hem yazdım hem de yönetmen olmak suretiyle piyesi canlandırdık. Kâinatı bir yaratan var adı altında ve Mehmetçikler Kıbrıs’ta şeklinde Konya’da Sedat Ofset’te bastırmıştık. İlk kitabım böylece yayınlanmış oldu. Ondan önce Oku mecmuası vardı. Şiirler ve hikâyeler yazdım. Bu arada Türkiye’de Yarın gazetesinde yazılarım ve şiirlerim yayımlandı.
Kitap yazarken konuları siz mi belirliyorsunuz yoksa kendiliğinden mi geliyor?
Niğde İmam Hatip’te okurken camilerde vaaz verirdim. Yaz tatillerinde geldiğimde 17-18 yaşlarında Sultan Selim’de, 22-23 yaşlarında Kapu Camii’nde vaaz etmeye başladım. Bir vaaz veya konuşma esnasında hemen bir konu kafanıza geliyor. Şiir konuları geliyordu. Şiir sözlerinin ne zaman geleceği belli olmaz. Bu yüzden ders defterlerim şiirlerle doludur. Dolayısıyla eser konuları günün şartlarına göre gelişiyor. Hikâyeleri yazarken yaşanan hadiselerden oluşturuyorum. Örneğin Müslüman Gencin El Rehberi böyle gelişti. Kampüs Camii’nde görevli iken hutbelerimi kendim hazırlardım, heyecanlı hutbelerimiz olurdu. Zamanla gençler ‘hocam bu hutbelerden bize ver istifade etsek’ dediler. Bir ikisine vermekle olmuyor.  İrticali konuşmalarımız oluyordu. Bunun üzerine konuları daha ayrıntılı işlemek suretiyle kitap haline getirdim. Birinciyi çıkarırken ‘bir’ demedik çünkü ikincinin gündemde olup olmayacağı o an için yoktu. Zaman içinde ikinci cilde ihtiyaç duyuldu. Üniversite gençliği bizim yazma hızımızı arttırmış oldu. Bir Üniversiteli Genç kitabı da o yıllarda oluşmuştu.
Eserlerinizde devamlı olarak gençlikten bahsediyorsunuz. Gençlere önem verişiniz ne zaman başladı?
Gençliğe önem verişimiz gençliğimizden itibaren geliyor. Ortaokul ve İmam Hatip çağlarında arkadaşlarımı etkileme yönüm vardı. Onları namaza, cumaya götürürdüm. Diğer beş vakit namazı kıldırmak için elimden gelen her şeyi yapardım. Teneffüse çıktığım zaman kendi arkadaşlarımdan olduğu gibi bizden aşağı sınıfta okuyan pek çok genç de etrafımızda olurdu. Onlara bir şeyler anlatırdık. Bazen ders boş olduğu zaman idarenin izniyle sınıfa gider öğrencilere bir şeyler anlatırdık. Yıllar sonra Kampüs Camii’ye gelince gençlerle iletişimimiz çok farklı oldu. Niğde imam Hatip yıllarında Milli Türk talebe Birliği’ni kurduk. Gençlikle hep iç içeydim. Salonlarda, konuşmalarda gençler hep devamlı İstiklal Marşı, Çanakkale Şehitleri, Sakarya gibi heyecanlı şiirleri çok okurdum. Vaazlarda ve hutbelerde hep gençlikle irtibatlıydım.
Bir Üniversiteli Genç isimli kitabınızda da ‘Serkan’ karakterinden aslında tüm gençliğe sesleniyorsunuz. Serkan karakteri nasıl oluştu, biraz bahseder misiniz?
Serkan’ın karakterinde bir çocuk geliyor, bizimle yakınlık kuruyor. Faizin haram olduğunu bilmeyecek kadar dini hiç bilmeyen bir çocuk, ona dini anlatıyoruz. Anlattıkça şuuru artıyor, camiye gelip gittikçe bilinçleniyor. Üniversitede görevliyken namaz kampanyası başlatmıştık. Haftaya herkes camiye gelmeyen bir arkadaşını getirecekti. Ertesi akşam baktık ki kulakları küpeli, saçları bağlı, dar giysili pek çok genç arkadaş geldi. Böylece gençlerle yakınlık kurmaya başladık. Her kesimle de aramız iyiydi. Özellikle Cuma namazından sonra yarım saat, bir saat camiden ayrılamazdık, gençler gelir bize “ailemizle ilişkilerimizi nasıl düzelteceğiz?” gibi sorular sorardı. Serkan ve Serkan’ın arkadaşları böyle diyaloglarla çıktı.
Kitaplarınızı sade ve insanların sıkılmayacağı şekilde yazıyorsunuz. Gençler açıdan sade yazmanızın bir anlamı var mı?
Üniversiteye giden gençlerin yüzde kaçının İmam Hatip mezunu olduğunu hesap ettiğimiz zaman dini bilmeyen bir gençlikle karşılaşıyoruz. Belki dini annesinden, babasından, dedesinden görmüş, yazın Kur’an kursuna gitmiş. Eskinden beşinci sınıftan sonra 1 yıl kurslarımız olurdu o da yok şimdi. Dolayısıyla basında, yayında ne gördüyse onlarla yetişen bir gençlik var. Dine farklı bakan pek çok gencimiz var. O zaman bizim gençlerin o yapısını göz önüne almak suretiyle, sevdirici güzel bir tavır içerisinde onları sıkmayacak anlayabilecekleri şekilde eser yazmalıyız. ‘İslam, ahlak, Allah ve Resulü sevgisi nedir?’ meselelerinin özünü kavrayabilecek ayetler ele almak suretiyle o gence yaklaşım gösterebilirsek faydalı olur. Üniversite Gençliğinin El Rehberi’nde olduğu gibi gençleri sıkmayacak ve okumaya teşvik edecek kitaplar yayınlanmalıdır. 10 bin kitap iki ayda bitti. İkinci ayda 3 bin basıldı, 2. 3. ciltler yayınlandı. Dine susamış bir nesil var karşımızda bunu görerek kitap yazmalıyız.  Biz ateşin içinde kalan gençlerimize ip atarak veya el uzatarak onları bulundukları yerden çıkarmamız onlara doğru yolu göstermemiz gerekiyor. Ateş içerinden gençlik kurtarma dönemindeyiz şuanda. Efendimiz de İslam’ın yayılması aşamasında son derece şefkatli olduğu için İslam dini binlerce gence ulaşmıştır. Balın özü o güzel ahlaktaydı. İnsanlar o özü almaya geldiler, aldıkları gibi etraflarına da yaydılar. Böylesine bir çalışma içerisinde olacağız.
Yeni çalışmalarınız var mı, varsa içerikleri hakkında kısa bilgi verebilir misiniz?
Üzerinde çalıştığım hadislerle ilgili bir geniş bir kitap var. Günlük insanların muhabbetini arttırıcı günün önemini belirten yine geniş bir çalışmam var. En son ‘Ey Oğul’ çıktı. Nasip olursa ‘Hikmetler’ isminde bir kitabım çıkacak. Ey Oğul’da bir babanın, annenin çocuklarına ya da bir âlimin talebelerine hitabı var. Çocuğa ne için yaratıldın, niye gönderildin gibi bilgiler veriliyor. Gençlerin günlük hayatında edep, haya ilim, hikmet, güzel ahlak gibi konular olsun istedim.  Lokman Hekim’in de çocuğuna Kur’an’da Allah’ın bize ayetlerde bildirdiği, Ey Oğulcuğum hitabı var. Lokman Hekim’in çocuğuna söylediği öğütleri Kur’an bize anlatıyor. Geylani Hazretleri’nin oğluna öğütleri var. Böyle şeyler gerçekten etkili oluyor. Eskilerimiz nasihat mevzusuna çok önem vermiştir. Çocukları uzak diyarlarsa ise mektuplar göndermişler nasihat etmişlerdir. Âlimler hükümdarlara, talebelerine yeryüzünde böbürlenerek yürüme, namazı dosdoğru kıl gibi öğütleri vardır. Müslüman bireyin çocuklarına böyle nasihat edici sözler söylemesi çok önemli.
Son olarak topluma öğütleriniz nedir? Toplumun kendini düzeltmesi için neler yapılmalıdır?
Toplum olarak dönüp kendimize bakmamız gerekiyor. Bu dünyaya niye geldik. Diyelim ki bu dünyaya 60 yıllık bir hayatı yaşamak üzere görevlendirildik. Sonra ölüm geldi aldı götürdü. Onun için oturup bir düşünmeli. Eskilerimiz ‘nefsini bilen rabbini bilir’ demişler. Günümüzde insanımız bu düşünceden uzak bir hayatı yaşıyor. Fakat hayat ve Şeytan insanlara bu noktaları düşündürmekten uzak tutuyor. Ölümü hiç hatırlamak istemez, ölümden bahsettin mi korkar. İnsan, selayı duyduğu zaman başkaları için düşünür fakat kendi için düşünmez. Ama gün olacak kendi de ölecek. Bu nedenle insan âdemi, yaratılışı, kâinattaki zerreleri okuyacak ve kendini bulmaya çalışacak. İnsan Allah’ın adı ile okumalıdır. Yunus Emre’nin dediği gibi, “İlim ilim bilmektedir, İlim kendin bilmektir, Sen kendini bilmezsen, Bu nice okumaktır.” Ölümden sonra hayat bitmiyor. İnsanlara sohbetlerde, vaazlarda bunu anlatmamız gerekiyor. İnsanın her zaman bir yaşama isteği vardır. Bu istek ise insanın içinde yani ahirette olacak. Kişi ahrete yönelik yaşamalı. Böylece insan kendisini ve çevresini bilir. Bizim bu gün eksilimiz düşünceden yoksun ve gaflet içinde bir hayat yaşamamız. Böyle bir hayat yaşarken ölüm gelip götürüyor bizi. Ne oldu, malını mülkünü her şeyini topladın ama karı ne? Bunun hesabın vereceksin. Dünyada çalışacağız ama ahreti de unutmayacağız. Allah ‘ben insanları da cinleri de ancak bana kulluk etsinler diye yarattım’ diyor. Hadislerde görüyoruz, cennet edebi hayat. Bir de Allah’ın cemalini görmek var. İnsan ‘ben bu dünya hayatına rabbimin cemalini görmek için gönderildim’ demelidir. O hedefe doğru hareket eder yaşayışını tanzim ederse hem yaşayışı güzelleşir hem de rabbin cemalini öldükten sonra ahiret hayatında görme nasibini elde eder. Toplum olarak hedefimiz bu olmalı. 
HASAN AYHAN
 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Röportaj Haberleri