Bugünkü gençlik mutlak bir mânevi boşluk içinde. Kalpleri karman karışık duygular yumağı… Aslında bu durumları onlara ızdırap veriyor. Kalp toprağına iman rahmeti inmediği için oradan filizler yeşerip boy veremiyor. Kalp dönmeyince ne yazık ki kalıpta dönemiyor.
Gençleri kendisine çekmek isteyen ‘çağdaş yaşam’ kesinlikle insanlara mutluluk vaad etmiyor. Bir manken gibi şık ve zarif görünmek kızları âdeta ‘vitrin’ hâline getiriyor. Tüm gençler, birbirlerine hoş görünmek ve biri diğerinden üstün olmak için didinip duruyorlar. Aralarında samimi bir dostluk ve sevgi de yok. ‘Moda’ denen salgın, gençleri amansız bir israf seline yuvarlıyor.
Böylesi gençlerin gözlerinde karagözlükler olduğundan bir türlü nurlarla boyanamıyor. Varlığının asıl maksadına yönelemediği için, içi dâima boşluklar içinde hiçlik âlemine doğru yuvarlanıyor.
Âdeta taşlaşmış duygulara sâhip bu gençlerin gerçek hayattan habersiz yaşayan ölü olduklarını düşünüyoruz. Oysa onlar hakikatten habersiz yaşıyorlardı.
Peki, hakikat neydi?
El cevap: ‘Sonsuza dek ebediyen mutlu olarak var kalmaktır’ diyoruz. O halde bunun için ne yapmalı? Cevap oldukça açık; ‘ Ebedî var olan sonsuz mutlak’ın emirlerine teslim olmak gerektir.’
Ancak bu şekildeki yaşam ile gerçek huzur ve mutluluk elde edilebilir. Bir defa îman etmek en büyük lezzettir. Bunun sâdece lezzet olarak hissedilmesi de yetmez. İmânın gerektirdiği ibâdetleri ifâ ederek tamı tamına Cenâbı Hakk’a yönelmekle gerçek mutluluk sağlanır. İşte böylesi insanları Allâhü Teâla hiç yalnız bırakmaz. Ve o engin rahmetiyle devrin fitnelerinden korur. Hayat ona ağır bir yük gelmez. Her gördüğü basit gibi görünen şeyler onu mutlu etmeğe, kâinâta dâir fikir yürütmeye meylettirir. Hakk’ın gösterdiği yolda yürümek ve O’nun yolundan ayrılmamak onun özgüvenini artırır. Ölüm dahi ona güzel gelir ve der: ‘Ölüm güzel olmasaydı ölür müydü yüce peygamber?’ Îmansızlar ve îmânı zayıflar için ölüm bir kâbusken îmanlılar için: ‘Hayatta güzel, ölüm de!’ Daha ne kaldı? Hayat ve Ölüm… Yaşamak için en büyük hedef ve hayat gizeminin kilit noktaları…
İşte bu sebeple, gâyesiz ve başıboş bir girdabın içinde olan gençler İslâm’ı tanımalıdır ki hayâtı gerçek şekliyle yorumlayıp ve orada mevcut hakiki mutluluğu yudumlayabilsinler.
Fakat onlar yıllarca aile, okul ve arkadaş çevresi tarafından kendilerine sunulan ‘gaflet’ dolu hayâta aldanarak medyanın da pompaladığı çeşitli yaftalarla en mükemmel din olan İslâmiyet’ten-dinden-îmandan fiilen uzaklaşmış bulunuyorlar.
Gençler demeli ki; ‘Ne olacak şu hayâtımız? Daha 7 yaşındayken başladığımız hummâlı ders çalışma programları hep daha iyi bir hayat, daha kaliteli bir diploma içindi. Hayat standardı daha yüksek, rahat bir yaşam en büyük hedef olarak bizlere sunuldu.’
Bunları elde etmek için bir ömür harcayan insanlara hele bir bakın şimdi acaba mutluluk ve huzuru elde edebilmişler mi? Bu diplomalar ve devamlı gençlere empoze edilen ‘daha rahat hayat’ tarzı ve lüks alışkanlığı acaba onlara gerçek mutluluğu temin edebilmiş mi? Sorun gençlere, netice % 80 olursa tamam.
Halbuki dünyâ câzibesi değil Hakk’ın huzur dolu hayâtı insana gerçek mutluluğu temin eder. Yağmur denen rahmeti yağdıran, tohumları patlatan, gülleri tomurcuğa durduran, çiçekleri açtıran Rabb’i Teâlâ iç âleme bir ışık gibi doğduğunda ruhta çözülmeler başlar. Kalabalıkların arasında dahi olsa içte var olan yalnızlık Hakk’la berâber olma vuslatına dönüşür. Bu târifi imkansız duygu seli var oldukça ruhta müspet hazlar belirir. İşte bunu adı hakiki mutluluk ve hakiki saadettir. Bu da ancak anlatılmaz yaşanır. Yaşasın bu hazzı gençlerimiz inşaalllah.
Yaratılışının gâyesini anlamış kalbinde îmânın nûrunu hissetmiş genç her kötülüğün düşmanı her iyiliğin dostu olmalı. Böyle bir genç dünya hayâtının parlayan yıldızı ahretin ise sönmeyen güneşidir. Bu genç kendini dünyâya imtihan vermeye gelmiş bir öğrenci gibi düşünür ve sınavı başarıyla vermek için çalışır ama hep çalışır. Çalışmasında arıyı örnek alır. Tarih okur ibret alır. Fen bilimlerini okur tefekküre dalar ve Hakk’a olan teslimiyeti artar. Gençliği bir kuş misâli olup elden çıkmadan çölleri aşacak yolculuğa hem madden hem mânen hazırlanır. Aklını kullanır, kalplerinde şeytanın cirit attığı gafillerle berâber olmaz. Bilir ki, aklını kullanamayanlar şeytanın sözcüleridir ve onlar acınacak haldedirler. Îmânın hakikatlerine ermiş genç bilir ki, nefsin emirlerine uymak kalpteki îmânın nûrunu söndürür. O nefsinin istek ve arzularını âriflerin yollarıyla dizginlenir. Dünyâya sarılana Allah Teâlâ darılır. O da böylesi bedbahtların âkıbetinden sakınır. Dâim Hakk’a sığınır. Sözün özü İslâm’ın esaslarına göre kendine ayar çeker.
Gençleri kendisine çekmek isteyen ‘çağdaş yaşam’ kesinlikle insanlara mutluluk vaad etmiyor. Bir manken gibi şık ve zarif görünmek kızları âdeta ‘vitrin’ hâline getiriyor. Tüm gençler, birbirlerine hoş görünmek ve biri diğerinden üstün olmak için didinip duruyorlar. Aralarında samimi bir dostluk ve sevgi de yok. ‘Moda’ denen salgın, gençleri amansız bir israf seline yuvarlıyor.
Böylesi gençlerin gözlerinde karagözlükler olduğundan bir türlü nurlarla boyanamıyor. Varlığının asıl maksadına yönelemediği için, içi dâima boşluklar içinde hiçlik âlemine doğru yuvarlanıyor.
Âdeta taşlaşmış duygulara sâhip bu gençlerin gerçek hayattan habersiz yaşayan ölü olduklarını düşünüyoruz. Oysa onlar hakikatten habersiz yaşıyorlardı.
Peki, hakikat neydi?
El cevap: ‘Sonsuza dek ebediyen mutlu olarak var kalmaktır’ diyoruz. O halde bunun için ne yapmalı? Cevap oldukça açık; ‘ Ebedî var olan sonsuz mutlak’ın emirlerine teslim olmak gerektir.’
Ancak bu şekildeki yaşam ile gerçek huzur ve mutluluk elde edilebilir. Bir defa îman etmek en büyük lezzettir. Bunun sâdece lezzet olarak hissedilmesi de yetmez. İmânın gerektirdiği ibâdetleri ifâ ederek tamı tamına Cenâbı Hakk’a yönelmekle gerçek mutluluk sağlanır. İşte böylesi insanları Allâhü Teâla hiç yalnız bırakmaz. Ve o engin rahmetiyle devrin fitnelerinden korur. Hayat ona ağır bir yük gelmez. Her gördüğü basit gibi görünen şeyler onu mutlu etmeğe, kâinâta dâir fikir yürütmeye meylettirir. Hakk’ın gösterdiği yolda yürümek ve O’nun yolundan ayrılmamak onun özgüvenini artırır. Ölüm dahi ona güzel gelir ve der: ‘Ölüm güzel olmasaydı ölür müydü yüce peygamber?’ Îmansızlar ve îmânı zayıflar için ölüm bir kâbusken îmanlılar için: ‘Hayatta güzel, ölüm de!’ Daha ne kaldı? Hayat ve Ölüm… Yaşamak için en büyük hedef ve hayat gizeminin kilit noktaları…
İşte bu sebeple, gâyesiz ve başıboş bir girdabın içinde olan gençler İslâm’ı tanımalıdır ki hayâtı gerçek şekliyle yorumlayıp ve orada mevcut hakiki mutluluğu yudumlayabilsinler.
Fakat onlar yıllarca aile, okul ve arkadaş çevresi tarafından kendilerine sunulan ‘gaflet’ dolu hayâta aldanarak medyanın da pompaladığı çeşitli yaftalarla en mükemmel din olan İslâmiyet’ten-dinden-îmandan fiilen uzaklaşmış bulunuyorlar.
Gençler demeli ki; ‘Ne olacak şu hayâtımız? Daha 7 yaşındayken başladığımız hummâlı ders çalışma programları hep daha iyi bir hayat, daha kaliteli bir diploma içindi. Hayat standardı daha yüksek, rahat bir yaşam en büyük hedef olarak bizlere sunuldu.’
Bunları elde etmek için bir ömür harcayan insanlara hele bir bakın şimdi acaba mutluluk ve huzuru elde edebilmişler mi? Bu diplomalar ve devamlı gençlere empoze edilen ‘daha rahat hayat’ tarzı ve lüks alışkanlığı acaba onlara gerçek mutluluğu temin edebilmiş mi? Sorun gençlere, netice % 80 olursa tamam.
Halbuki dünyâ câzibesi değil Hakk’ın huzur dolu hayâtı insana gerçek mutluluğu temin eder. Yağmur denen rahmeti yağdıran, tohumları patlatan, gülleri tomurcuğa durduran, çiçekleri açtıran Rabb’i Teâlâ iç âleme bir ışık gibi doğduğunda ruhta çözülmeler başlar. Kalabalıkların arasında dahi olsa içte var olan yalnızlık Hakk’la berâber olma vuslatına dönüşür. Bu târifi imkansız duygu seli var oldukça ruhta müspet hazlar belirir. İşte bunu adı hakiki mutluluk ve hakiki saadettir. Bu da ancak anlatılmaz yaşanır. Yaşasın bu hazzı gençlerimiz inşaalllah.
Yaratılışının gâyesini anlamış kalbinde îmânın nûrunu hissetmiş genç her kötülüğün düşmanı her iyiliğin dostu olmalı. Böyle bir genç dünya hayâtının parlayan yıldızı ahretin ise sönmeyen güneşidir. Bu genç kendini dünyâya imtihan vermeye gelmiş bir öğrenci gibi düşünür ve sınavı başarıyla vermek için çalışır ama hep çalışır. Çalışmasında arıyı örnek alır. Tarih okur ibret alır. Fen bilimlerini okur tefekküre dalar ve Hakk’a olan teslimiyeti artar. Gençliği bir kuş misâli olup elden çıkmadan çölleri aşacak yolculuğa hem madden hem mânen hazırlanır. Aklını kullanır, kalplerinde şeytanın cirit attığı gafillerle berâber olmaz. Bilir ki, aklını kullanamayanlar şeytanın sözcüleridir ve onlar acınacak haldedirler. Îmânın hakikatlerine ermiş genç bilir ki, nefsin emirlerine uymak kalpteki îmânın nûrunu söndürür. O nefsinin istek ve arzularını âriflerin yollarıyla dizginlenir. Dünyâya sarılana Allah Teâlâ darılır. O da böylesi bedbahtların âkıbetinden sakınır. Dâim Hakk’a sığınır. Sözün özü İslâm’ın esaslarına göre kendine ayar çeker.