Genç Kalemler: Eda Nur Yalçın

Necip Fazıl’ın eserlerinde korku

Korku, kelime anlamı olarak; bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı, üzüntü, kötülük gelme ihtimali anlamlarına gelmektedir. (TDK Güncel Sözlük) Korku duygusu yaşayan insanlarda genellikle içinde bulunduğu durumdan kaçma isteği oluşur. Bunu yapamayan ise şaşırır ve bir süre ne yapacağını bilemez ya da düzenli bir şekilde davranma yeteneğini yitirebilir. Necip Fazıl, hayatı çok kısa, bir soluk kadar anlık ve geçici olarak görür. Bunun nedeni hayatın insan için kısa olmasıdır. Necip Fazıl'a göre hayatın kısa ve anlık oluşu, insanın korkulu tek gerçeğidir. Necip Fazıl’ın şiirinde korkunun, endişeye göre öncelikli bir yeri vardır. Çünkü şairin iç dünyasındaki endişe şiirde korku olarak ortaya çıkmakta ve bu korku da daha sonra cin, ölü, mezar gibi imgeler etrafında somutlaştırılmaktadır.

Necip Fazıl, “Kaldırımlar” da yalnızlık, korku ve ölüm izlerini birlikte işler. Diğer şiirlerde olduğu gibi yalnızlığı tamamıyla sosyal sebeplere, hayatı anlayış ve algılayış şekline bağlamaz. Onun yalnızlığında önce ruh, sonra birey, sonra da toplum vardır. Yalnız var olma kaygıları, bunalım, korku, boşluk hissi, ümitsizlik ve ölüm korkusu bir bakıma şiire psikolojik bir derinlik kazandırmakla kalmaz bunları derinleştirerek Türk şiirine bir imge ve duyarlık olarak yerleşir. Yer yer kendini belli eden bu korkular ise bazı yorumlara göre şairin çocukluk yaşlarında okuduğu santimantalist romanlar ve polisiye hikâyelerle alakalıdır. Bir kısım hikâyeleri kumar ve hasta kumarbaz tipi etrafında şekillenirken, bir kısmı da ölüm, yalnızlık, korku… vs. temaları çerçevesinde şekillenir. Mesaj yüklü olan bu hikâyelerde olay belli örgüler etrafında gelişir.

Hikâyelerinin büyük bir çoğunluğu gerçek hayat kesitlerinden oluşur. Hatta hayatıyla bire bir örtüşen hikâyeleri de vardır. “Bir Yalnızlık Gecesinin Vehimleri” adlı hikâyesinde kendisini “akrebin kıskacı halinde bir hassasiyeti” nin dişlediğini söylemesi, Necip Fazıl’ın korkularının başlangıcını ve gelişiminin tespit edilmesi açısından önemlidir.

1928 ile 1971 tarihleri arasında yazdığı öykülere toplu olarak bakıldığında farklı anlayışlarla öykü yazdığını görürüz. İlk dönem öykülerinde korku ve fantastik öyküler yoğundur ve en güçlü öyküler bunlardır. Necip Fazıl özellikle “Hasta Kumarbaz” tiplemesi üzerinden psikolojik derinlikli öyküler daha sonra da mesaj ağırlıklı öyküler yazmıştır. Ama bu öyküler neyi, nasıl anlatırsa anlatsın, güçlü bir kalemin elinden çıkma olduğunu hissettirir.

Birçok psikoloğun hem fikir oldukları gibi; insanın yetişkinlik dönemini çocukluk yaşantılarının etkilediği dikkate alınırsa, Necip Fazıl’ın ileriki hayatında neden çok belirgin düzensizlikler yaşadığı da buradan çıkarılabilirler.

Korku, Necip Fazıl’ın çocukluğundan gelen ve karakterinin şekillenmesinde rol oynayan bazı etlerin yanı sıra yaşadığı hayatın içinde de duygularını besleyen bir unsurdur. Bu yüzden şiirlerinde sınırsız bir hayal olarak değil, sahici tecrübelere dayalı bir canlılık içinde yer alır. Necip Fazıl, daha çocukken hastalıklı bir hassasiyete, acıtan bir hayal kuvvetine ve dehşetli bir korkuya sahiptir. Yazar, korku duygusunu, doğduğu büyük bir konakta hissettiği şu cümlelerle biz okuyucularına aktarır.

“Ben yirmi odalı eski bir konakta doğdum(...) İşte bu konaktadır ki, beni bir akrebin kıskacı haline marazi bir hassasiyet dişledi. İlk merhale olarak korkuya girdim. Kaç gece ortasında pirinç bir şamdanda bedbaht bir mum ağlayan odamda ki yatağımda, hedefsiz korkularla titreyip yanda ki odada yatan anneme seslendiğimi bilirim.”

Yazarın ifadesi ile “yirmi odalı eski bir konak” insan da, özellikle küçük bir çocukta belki de boşluk duygusunu besleyecek ve “alan korkusu” nu büyüleyecektir. Necip Fazıl’ın çocukluk yıllarındaki bunalımları, kaynağı belirsiz korkuları ve iç sıkıntılarından izler taşıyan ürpertileri, önemli şiirlerinden biri 1924’te kaleme aldığı Gece Yarısı şiiridir. Gece Yarısı’nda gecenin en derin zamanları içinde perilerin olduğu, derinlerden uzun nefeslerin işitildiği, yanan mumun camda bir rüya seyrettiği, gelen seslerin bir ağır hastanın nabzına benzetildiği bir ortam vardır. Bu cümlelerden de anlıyoruz ki yazarımız biz okuyucuları tarafından çileli ve korku doludur.

Necip Fazıl’da birçok insan gibi korkmuştur, ama onun bu korkusu ilk önceleri doğduğu evden kaynaklanmıştır. O, daha çocukken neler korkularını çağırmış bilinmez. Necip Fazıl’ın çocukluk hayatında önemli izler bırakmış olan bu ev ve bu evden kaynaklanan korkuların sebebine ışık tutan cümlelere eserlerinde yer vermiştir. Necip Fazıl, gerek şiirleri olsun gerekse yazdığı eserlerinde (piyes, otobiyografi, hikâye…) çileli ve korku dolu olduğunu bizlere hissettirmiş adeta yaşatmıştır. Bundan dolayı bir çok yazar ona “Çileli insan” adını vermiştir.

Şair, kendisiyle yapılan bir röportajda “şiirinizde korku ve korkutucu semboller hâkim. Hortlaklar, cinler, periler, kara kediler var. Bunun sebebi nedir? Sorusuna şöyle cevap vermiştir: “…tabi umacıdan korkan çocuğunki gibi bir korku değildir bu. Bu metafizik bir tırmalama. Bir takım marazi insanların korkusu gibi bir ruh sakatlığı şeklinde değildir bendeki korku. Bu ilahi esrarın bir nevi aranması cehdidir. Sırası gelmişken anlatayım. Bir gün mütefekkir geçinen birisi, Ben Allah’tan korkmam, Allah’ı severim dedi. Dedim ki sen cahilsin. Sevilen her şeyden korkulur. Sevgi bir korkudur.”

“Çile” şiirinin yayımlanmasından sonra Necip Fazıl’ın şiirinde korku ortadan kalkar. Bunun sebebi, onun artık metafizikle ilgili belirli bir sonuca ulaşmış olmasıdır. “Çile”nin 1946 yılındaki yayımında, başlığın hemen altında şu ifade yer almaktadır: “Allah’ı nasıl buldum?” Allah’ı bulduktan sonra şairin metafizik endişe ve korkuyu sürdürmesi bir çelişki olurdu. Böyle bir çelişki söz konusu değildir. Necip Fazıl’ın şiirinde, “Çile” şiirinden sonra yayımlanan şiirlerinde metafizik korkudan değil ancak Allah korkusundan bahsedilebilir.

Necip Fazıl, çile çekmeyi kişisiyle, mekânıyla, sebep ve sonuçlarıyla kaleme almıştır. Şiirlerinde benliğine yenik düşen, varlığı anlamlandırmaya çalışan, gizemli zamanın özlemiyle ölümü bekleyen ve sanat yapma amacı olan birçok özneyi işlemiştir. Zaman ise insanın gerçek ile sahte ayrımını yapmasını engelleyen kuşatıcı bir varlıktır. Şair, bu kuşatılmışlığı yaşam, insan, zaman ve akıl etrafında oluşturduğu “daire” diye adlandırdığı mecâzi bir terim ile anlatmıştır. Amacı insanı bu çıkmazdan kurtarmak olan Necip Fazıl’ın Çile isimli eserinde yer alan imgeleri, anlam bütünlüğü oluşturacak şekilde kullandığı görülmektedir.

Sonuç olarak insana bakışı ve çileli bir şairin eserlerinde Necip Fazıl’ın korkuya bakışını örneklendirmeye gayret ettiğim çalışmamda Necip Fazıl’a ve onun insanınsa çok az da olsa değinebildiysem mutlu olacağım. Cümlelerimi Necip Fazıl’ın bir şiiri ile bitirmek istiyorum

Her gün elim tokmakta,

Bir an irkiliyorum:

Annem belki yatakta,

Annem belki toprakta.

Gün bitiyor şafakta;

Biliyor, biliyorum:

Tabut gıcırdamakta

Ve hevesler damakta… (Çile : 216)

 

Eda Nur Yalçın

Dr. Ali Rıza Bahadır K.İ.H.L

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Gündem Haberleri