Siyasetçilerin iktidar gelebilmek ve iktidarlarını devam ettirebilmek adına potansiyel seçmenleri olarak gördükleri toplum kesimleri için verdikleri söz ya da yaptıkları vaatler arasında ilk sıra genelde geleceği geçmişten daha iyi olarak yaşamak isteyip istemedikleri ile ilgilidir.
Bu politik söylem hemen her partinin üzerinde titizlikle çalıştığı parti programından seçim beyannamelerine kadar hemen her terde görülebilir.
Gerçi seçim atmosferinin politik kavgalarında zaman zaman verilen sözlerin dışına çıkılıyor olsa da politik sözler verilir ama tutulur mu tutulmaz mı çok da araştırılıp sorulmaz, sorulsa da münferit bir iki çabadan ileri gitmez.
Politikacıların geleceği kurgulama hakları bir yere kadar anlaşılabilir bir durumdur.
Ancak gerek parti programı gerekse de seçim beyannameleri yazılırken geleceği kurgulama adına verilen vaatlerin istenip istenmediği vatandaşa sorulmaması en büyük eksiklik olduğu için uygulamada toplumun bir kesimi kabul ederken bir kesimi red ediyor.
Bunun bir örneğini bir kesimin milli kimlik diğer kesimin ulusal kimlik olarak vasıflandırdığı toplumsal kimliğimiz üzerinden yaşadık.
Dindar gençlik, kindar gençlik tartışması bu yüzden yaşandı yıllarca.
Bir diğer tek parti iktidarı olan CHP iktidarında da farklı bir program uygulandı millet üstünde yıllarca.
Bu milletin Osmanlı ve daha önceki Selçuklu geçmişini yok sayan bir biçimde ve tepeden inme buyurgan bir tavır ile tek parti döneminde sözde yeni bir ulus yaratmak adına dini ve milli olan her şeyin reddi ile Avrupai bilincin ve kimliğin oluşumuna yönelik bir zulüm dönemi idi.
Milletimizi 1. Dünya savaşına sokanın da savaş sonunda vatanı işgal edenin de Avrupalı olmasının yaklaşık bir 5 senede bu millete unutturulduğu bir tarih yazımı sonucunda bu milletin çocuklarının sadece Allaha(cc) ve Peygambere(sav) düşman edilmekle kalmayıp, kendi ailesine, milletine ve vatanına yabancılaştırıldığı kapkara bir dönem olarak hatırlanır yıllar.
Sonraki yıllarda yaşanan askeri darbelerle de yerleştirilmeye çalışılan bu düşünce farklı mecralarda devam ettirilse de güya İslamiyet’i doğru öğretme iddiasıyla din derslerini mecburi olarak müfredata koyan bir başka askeri darbe eliyle esilmiş gibi göründü.
Siyasetin millete güya kimlik kazandırma adına yaptığı bu müdahale sadece eğitime dönük bir hamle değildi.
Siyasetin bizatihi kendisin de bu hamleden nasipdar olması yanında belki de okulda ders kitapları aracılığı ile gerçekleştiremediği kimlik dönüşümünü Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında tek parti nasıl basın yayın ile sinema ve tiyatro eliyle gerçekleştirdi ise dindar nesil yetiştirme iddiasında olan tek parti iktidarın da aynı yola başvurduğu görülmektedir.
Tek parti iktidarı döneminde siyasilerin Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki anlatı ve sembollerde din ve tarih aleyhindeki sembolleri kullandıkları gibi son yıllarda yine tek parti iktidarındaki siyasiler Cumhuriyet öncesi Osmanlı dönemini ve kişiliklerini yücelten bir sembol kullanımını ve anlatım yolunu seçmişlerdir.
Bu alternatif siyasi dilin toplumda tıpkı ilk tek parti dönemindeki toplumsal alanda görünürlüğünde olduğu gibi bir büyük yanlış olduğu bir kez daha ispatlanmış oldu.
Çünkü üzerinde politik kurgulamalar ve değişimler yapılmak istenen ulusal kimlik siyasilerin görmek istedikleri gibi tek boyutlu ve kısa sürelerde değiştirilebilecek bir mefhum değildir.
Çok boyutlu olması nedeniyle asla siyasilerin kurgulamak istedikleri gibi fabrikadan çıkmışçasına tek bir renge veya tek bir forma indirgenemeyecek olan milli kimlik siyasilerin her istediği zaman okul kitapları, gazete manşetleri ve televizyon dizileri veya sinema filmleri yoluyla kolay ve hızlı bir şekilde değiştirebilecekleri bir kavram da değildir.
Din, tarih ve kültür birliğinin varlığı sonucunda yüzyıllar içinde toplum içinde yaşanan ortak değerlerle oluşan milli kimliğin sonradan oluşturulmaya çalışılan bir takım mitler ve sıfırdan yazılan tarih kitapları ile belleklerin alt üst edilerek yapılabileceği düşünülmesi en büyük hata olmuştur.
Yine kısa zaman aralığında yapılacak bir değişimle herkesi kendi kurdukları bir siyasi topluluk içinde birleştirmek yoluyla da millî ve kimliğin değiştirilebileceği düşüncesi de aynı şekilde büyük hatadır.
Tek Parti Döneminde kendilerince üretilen ulusal kimliğin oluşumuna yönelik yapılan tarih yazımının yanlışlığından ders almayan siyasilerin 12 Eylül askeri darbesinin okullara zorunlu din dersi uygulamasını bir adım ileri götüren süreç Özal’la toplumu ahlaklaştırmayı, 2002 sonrasında AKP ile de devlet eliyle dindarlaşmayı hedeflerken yine basın ve televizyon sektörü kullanılmıştır.
Çok partili hayata geçişle birlikte yaşanan bu gelgitler şimdilerde tarihinin İslami geçmişi yeni bir paranteze alınarak özellikle Osmanlı dönemi adeta ötekileştirilmekten kurtarılmaya ve yeni kurulması düşünülen milli kimliğin bu anlayış üzerine bina edilmesine çalışılmaktadır.
Ortaya çıkan bu değişim birazda karşı çıkanların itirazları sonucunda kamuoyunda “Yeni Osmanlıcılık” olarak adlandırılsa da esasında ortaya çıkarılış sürecinden bu güne kadar geçirdiği aşamaları ve öne çıkarmaya çalıştığı lider miti ni dikkate aldığımızda iç ve dış siyasette yüklenilen yükün ağırlığını sadece millete yüklendiği görüldükçe siyasi iktidarların veya siyasi aktörlerin tarihi dizi tercihlerinin bu milletin milli kimliği ile izah etmek mümkün değildir
FARKINDA MISINIZ?
Behlül-ü Dâne uyarıyor:
Emir ve kâtipleri hainlik yaparsa, yeryüzü kadıları da dalkavukluk yaparsa,
Vay sonra vay, yeryüzü halkının gökyüzü halkının elinden çekeceğine.