Konya Kitap Günleri’nin ana teması “Bütün kitapların önsözü İNSAN” idi.
Araştırmacı-Yazar Hayat Nur Arıtan, kitap günlerinin son gününde Miryokefalon Salonu’nda yaptığı “Mevlâna ve İnsan” konulu sohbetinde, Mevlâna Celâleddin Rûmî’ye ait olan bu düşündürücü sözle ilgili şu ifadelere yer vermişti:
“Hz. Mevlânâ: “Ve’t-Tîn” Sûresi’ndeki: "Biz insanı en güzel şekilde yarattık” âyetini oku. Şunu iyi bil ki, en değerli inci candır. İnsan değer bakımından arştan bile üstündür. İnsan, hâyale düşünceye sığmayacak kadar büyüktür. Bu bahâ biçilmez olan insanın değerini, hakikatını söylesem, bende yanarım bütün dünyada yanar.
İnsan sûreti, dış yüzü ve yaratılışı ile dünyanın çok küçük bir parçasıdır. Eti kemiği ile diğer varlıklar gibidir. Fakat sıfat ve meziyet bakımından onu dünyanın aslı bil. Ben insanı kıyamete kadar anlatsam gene de bitiremem.
Dünya cihanın gizli hükümlerini ihtiva eden kitap gibidir. İnsanda o kitabın başyazısı. Ne dediğimi düşün de bu meseleyi iyi anla.”
Nur Arıtan, “Cenâb-ı Allah’ta bir Hadis-i Kudside: “Ben insanın sırrıyım, insan da benim sırrım” diye buyurmuştur. İşte bu nedenle ki insan kıyamete kadar anlatılsa gene de bitirilemez” diyerek insanın, “küçük bir âlem” olduğuna dikkati çekmişti.
Kâinattaki “en ulvî varlık” olan insanın içinde “melek” de var, “şeytan” da. Bu sosyal varlığın yaratılışında var olan ikilik ise, her zaman ve dönemde başını devamlı ağrıtmış, meşgul ederek başına büyük dertler açmıştır. İnsan içindeki ikilik unsurlarından “iyi-kötü, güzel-çirkin, m’ümin-kâfir” tarafından birine, ağırlık verdiği vakit ya ‘melek’leşiyor, ya da ‘şeytanî’ bir hâle dönüyor. Allah’ın lânetlediği insansı ‘şeytanî’ bir kâvmin ileri gelenleri, “insansı hayvan” olarak nitelendirdiği kendinden olmayanları katletmek için, eline geçirdiği her fırsattan fayda umuyor.
Yıllardan beri “Yarı Açık Cezaevi” konumundaki Filistin/Gazze’de yaşanan insan(lık) dramı da böyle bir şey.. İsrailli Yahudilerin kurumsal statüye kavuşmadan önce, kurdukları tedhiş (anarşi ve terör) örgütleri eliyle giriştikleri silahlı eylemlerle, asıl sahipleri olan Filistinlilerin ellerindeki vatan toprakları ile evlerini zorla gasbederek işgal etmişlerdi. Bu işgal girişimi, 1948’den günümüze kadar bütün dünyanın gözü önünde devam etmiş ve 21.yüzyılda gemi azıya alarak acımasızca, merhametsizce kanlı bir şekilde sürdürülmüştü. 7 Ekim 2023 tarihinde kendi topraklarını korumak, namus, iffet, haysiyet, şeref ve izzetlerini çiğnetmemek adına “Aksa Tufanı” adıyla başlatılan savunma harekâtı; işgal altındaki Filistin ile Mescid-i Aksa’nın esaret zincirlerini koparması açısından bir milâd olarak görülebilir.
Gazze’de yaşanan drama, evrenin en mukaddes varlığı olan insan ve insanlık açısından bakıldığında; görünen manzara, vahşet ve soykırımdan başka bir şey değildir. İsrailli Yahudiler, savaş suçu değil, insanlık suçu işlemelerine rağmen ne uluslararası kuruluşlar, ne BM ne de yaptırım gücüne sahip başka beynelmilel müesseseler; vahşete karşı adetâ gözlerini kapamışlar, vurdumduymaz tavırlar sergilemektedir. Gazze’de katlonunanlar, kaç kişi olurlarsa olsunlar, candılar, insandılar, önünde sonunda Allah’ın ‘soluğ’undandılar: “Bir insanı haksızca öldüren, bütün insanları katletmiş; bir insanı kurtaran, tekmil insanları/insanlığı kurtarmış gibi olur” (Mâide, 5-32) Hafifletici hiçbir gerekçenin gösterilemeyeceği iki çeşit suç vardır: Bunlardan biri iğfâl, ötekiyse, soykırımdır. Bir insanın haksız yere öldürülmesi toplumda öldürme olaylarının yayılmasına, insanların birbirine düşmesine ve toplum düzeninin bozulmasına yol açar. Hukukî bir gerekçe bulunmaksızın bir başkasının canına kıyan kimse, yalnızca o kişiye haksızlık etmiş olmaz, aynı zamanda insan hayatının kutsallığına inanmadığını ve başkalarına karşı hiçbir merhamet duygusu taşımadığını da göstermiş olur. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak fesat çıkaranlara gelince; Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’inde haberi veriyor: “Allah’a ve peygamberine karşı savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası ancak ya öldürülmeleri veya asılmaları yahut el ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onların dünyada uğradıkları aşağılayıcı cezadır. Âhirette ise onlar için büyük bir azap vardır.” (Mâide, 33)
Müslümanlara gelince: “dünyayı sevme (dünyevileşme) ve ahireti unutma vehmine” kapıldıkları için bu dünyada, nüfusça az olmalarına rağmen siyasî, iktisadî (serbest sermaye) askerî ve teknolojik güce sahip Yahudiler karşısında zelil duruma düşmüşlerdir. Çağdaş İngiliz-Yahudi küresel uygarlığının, ve daha çok İngiliz aklının bir ürünü olan “serbest sermaye” ile dünyada sadece insanlar değil, hayvanattan nebadata kadar bütün bir varlık katledilmekte! Adına ister “serbest piyasa” ister “serbest sermaye” deyin, sermayecilik için her şey, hayat dahî metâdır. Maddecilik ‘sapıklık’tan başka bir şey değildir.
Çare; düşmanın silahıyla silahlanmak, güç teşkil eden ‘bilgi’yi ilim yoluyla elde ederek Hak ve Hakikat yolunda istikameti bozmadan dosdoğru olmak, Allah’ın iradesine teslim olarak o doğrultuda hareket etmektir.